Yaklaşık altı yıl önce, memleketim Ayvalık’ta halk tarafından yaygın olarak kullanılan kantaron yağı konusunda bilimsel kaynaklardan da yararlanarak yazdığım ‘Kantaron Yağı Her Derde Deva Mı?’ başlıklı bir köşe yazısı internette hızla yayıldı ve yazdıklarımı destekler nitelikte çok fazla geri dönüş oldu.
Geçen zaman boyunca kantaron yağını kendimde ve yakınlarımda daha sık denedim. Olumlu sonuçlar bazen o kadar hızlı ve olumluydu ki başkası anlatsa, en azından abarttığını düşünürdüm. Son birkaç ayda yaşadığım iki deneyimi aktarayım…
Çeşme’de dostlarla yaptığımız bir toplantıda, çok sevdiğim bir arkadaşım havuza sırtını sürttüğünü söyledi. Derisi sıyrılmış, 15-20 cm genişliğinde yüzeysel doku kaybı oluşmuştu. Kantaron yağını hafif yanıklarda ve ufak tefek yaralanmalarda sık kullanmış; ağrının ve kızarıklığın hızla azaldığını gözlemiştim ama bu kadar geniş bir yaraya uygulamamıştım. Rastlantı eseri arabamda yeni hazırlanmış bir kantaron yağı vardı; arkadaşım kabul edince sürdüm ve bir süre yarayı açık bırakmasını önerdim. 3-4 saat sonra eşi “Yaranın üzerine peçete yapışmış sanırım” deyince baktım, tüm yara yüzeyi, enfeksiyon gelişmesini önlemeye yönelik zırh görevi yapan bir fibrin tabakası ile kaplanmıştı. Normal koşullarda birkaç günde oluşması beklenen bu yapının 3-4 saatte oluşmasına çok şaşırmıştım. Sonraki dönemde de yaranın hızla ve sorunsuz iyileştiği bilgisi geldi.
İkinci olay yakın zamanda gerçekleşti. Ayvalık’ta baktığımız Mırmır adlı kedimizin sırt bölümünde büyük olasılıkla mantar enfeksiyonuna bağlı yerel kepeklenme ve tüy dökülmesi oldu. Veteriner hekime götürmeden önce kantaron yağını denemeyi düşündüm. İki gün toplam 4 kez kepeklenme olan bölgeye elimle kantaron yağı sürdüm ve günde 2-3 kez fırça ile kopan tüyleri uzaklaştırdım. 4. gün enfeksiyon büyük ölçüde iyileşmişti ve daha sonra tekrarlamadı.
Özellikle bu iki olayın ardından kantaron yağının etkileri üzerine hakemli bilimsel dergilerde yayınlanmış makaleleri bir kez daha araştırdım. Okuduklarımı şöyle özetleyebilirim:
Birçok iyileştirici etkisi nedeniyle yüzyıllardır kullanılmakta olan kantaron yağının yara iyileştirici, mikropları öldürücü, antienflamatuar (yangı giderici), anti-oksidatif (yaşlanma karşıtı) ve nemlendirici etkilere sahip olduğu çok sayıda bilimsel araştırma ile kanıtlanmış. Bu etkilerden sorumlu tutulan iki madde ise içerdiği hiperisin ve hiperforin… Küçük yara ve yanıklarda (güneş yanığı gibi), sıyrıklarda, morluklarda, eziklerde sürülerek kullanılması öneriliyor, yara izi riskini azalttığı bildiriliyor. Masaj yağı olarak kullanıldığında nevralji ve siyatik dahil, kas ve sinir ağrılarının azaltılmasına yardımcı olduğuna; ayrıca uçuk, akne, egzama, atopik dermatit, sedef hastalığı, yatak yarası, çocuklardaki pişik (diaper rash) gibi deri hastalıklarında yararlı olduğuna ilişkin bilgiler de var. Yan etkisi de yok gibi, sadece sürüldükten sonra, bir süre doğrudan güneş ışığına maruz kalınmaması öneriliyor.
Kantaron yağı, belki de bu yararlı etkileri nedeniyle ‘kutsal’ sayılmış ve Hz. İsa'nın 12 havarisinden biri olan ve Yahya İncili’ni yazan St. John’a (Aziz Yahya) ithaf edilerek, ‘St. John’s wort’ olarak adlandırılmış. Kantaronun Latince adındaki ‘Hypericum’ kutsal sayılıp, evlerde yukarıya asılma geleneği, ‘perforatum’ ise delikli yapısı nedeniyle verilmiş.
Kantaron yağı, çay veya bitki ekstresi şeklinde ağız yoluyla alındığında, kantaronun depresyona ve bazı sindirim sistemi hastalıklarına iyi geldiği de bildiriliyor. Ancak, ağız yoluyla kullanılan doğal ilaçların da belli dozların üzerinde ciddi yan etkileri olabileceğini; farmakolojinin temel prensibi olan ‘İlacı zehirden ayıran dozdur’ ifadesini de hatırlayalım.
Sonuçta, kantaron yağı, geleneksel ilaçlar arasında yararlı etkileri ile öne çıkıyor ve üzerinde bilimsel araştırmalar yapılmasını hak ediyor. Bu konuda bazı girişimlerde bulunmayı planlıyorum.