Kemeraltı’nda şadırvanı yıktı. Vali Konağı'na dadandı. Saat Kulesi'nin kurnalarını çalmıştı. Hazirelerin mücevher misali mezar taşlarını kırmıştı. Sokağınızdaki ağacın dal sancısı onun yüzündendir, o kopardı Az önce sinyal vermeden yola çıktı, şeridinizi ihlal ederek sizi neredeyse kamyonun altına sürüklüyordu. Işıklarda durduğunuzda uyarmak istediniz ama o kırmızıya aldırmadan geçti gitti, görmediniz mi?

Dün gece gecenin üçüne kadar, avaz avaz cırtlak arabesk dinleten de oydu mahalleye. Bacaklarını apış apış açıp, yanında oturan kadına mendil kadar yer bırakmıştı metroda. Farkında değildi, küfür kıyamet telefon konuşması yapıyordu. Konuşma insani bir eylemdir, düzeltiyorum: böğürüyordu ve özür dilerim güzelim ineklerden.

Bazen sürüler halinde çıkar sokağa ve kaldırımda sekiz kişi yan yana yürüdüklerinin, kimseye geçme olanağı vermediklerinin farkına bile varamaz. Tıpkı vapurda tıkındığı şeyin paketini, zıkkımlandığı şeyin kutusunu denize atarak, ne halt ettiğinin farkında olmadığı gibidir her şey. Kemeraltı'nda tüküre tüküre yürümek nasıl ki gayet normalse, arabasından çöpü yola boca etmek de o kadar normaldir bu yaratık için. Çöp arabaları ne yazık ki, onu ve benzerlerini toplayarak başlamazlar kent temizliğine. Ama kulak verin, bakın nasıl giydiriyor yerel yönetimlere. Bakın işte oturuyor, parkın bankında ve fakat insan gibi değil elbette. Sırt dayanacak yere oturmuş, oturmak için yapılan yeri ayakkabısının çamuruyla boğuyor. “İnsani olanı benden beklemeyin” demesi için ağzından köpük saçması gerekmez, yeterince anlatmaktadır hal-i pür meali.

Barındığı, beslendiği, ürediği kente küçücük bir dahli, katkısı, emek ve ter kırıntısı yoktur. Ama o, kentten her şeyi bekler. Korkunç bir özgüven ve küstahlık içinde, her şeye hakkı olduğuna ama hiçbir sorumluluğu olmadığına inanır. Kediler köpekler tekmelenmek içindir, martılar şanslıdır kanatları olduğu için, diş gıcırdatması ondandır. Neye karşı ve neden, nasıl biriktirdiğini bilmediği bir öfkenin içinde debelenip durur. Öfkesini kentten, kentin kadınından, çocuğundan, yaşlısından, yaşam biçiminden, onları bir arada tutan değerlerden çıkarmaya adeta yeminlidir.

O yüzden piknik alanlarını, parkları, denizi, dereleri, sokakları arkasında bir cehennem gibi bırakır. Kentin yerleşikliği ile ruhunda bir yere ait olamamanın, o yere varlığını ekleyememenin ölümcül çelişkisi içinde, ancak yakarak, yıkarak, sömürerek, küfrederek, aklın ve vicdanın yüzünü kızartacak kurnazlıklar peşine düşerek, kendini kendine kanıtlama derdindedir. O nedenle binlerce yıllık kültür mirasının gözlerini oyabilir. Kırıp deşerek hazineler arayabilir ruh fukaralığına. “Ben de varım” demenin tek çaresi, kadim geçmişin armağanı çeşmeye plastik boyayla adını yazmaktır. Ama söz gelimi emek ve estetik ürünü bir duvar resmini, hınçla kazıyabilir, kirletebilir. Ömür üretmekle gün tüketmek arasındaki farkı bilmez ki, bir kentin aynı zamanda yaşayan-yaşatan birikimler toplamı olduğunu bilsin. Gemiler dolusu zehir gelecekmiş, ona ne ki?

Popülist cıvıklığın ondan yana olduğunu bilir. Çünkü mesela hayat bilgisi, yurttaşlık bilgisi dersleri bunun için okulların ve hayatın müfredatından çıkarılmıştır, bilir. Şiddetin ve vandallığın geçer akçe olduğunu bilir. Popülizmin oy deposunda yaşamanın, her kepazelikte “iyi hal”den yırtacak olmanın güvenini bilir. Bu kadar bilme hali içinde, hala ona “cahil” denmesinin saçmalığına gülmenin keyfini bilir ve sürdürür. Vasatlığın egemenliğinde “vasat altı yaşamak” onun için bir sorun değil, tam tersine müthiş bir olanaktır. Yasalar delinmek, kurallar sallamamak, incelik alay edilmek, kendine ve kentine saygı çağrıları kafa bulmak içindir. İşte bu yüzden, sevgisi sakil, bağlılığı saçma, savundukları koftur. Sürü ile toplum, köle ile yurttaş, pespayelik ile çağdaşlık arasındaki farkı bilmek ve savunmak ve yaşam biçimine dönüştürmek, onun için dert değildir. Böyle bir yaratıktan, bir kentin geçmişine saygı, bugününe emek, yarınki kuşaklarına saygı beklenemez. Mesela o yüzden “günaydın, kolay gelsin, teşekkür ederim, lütfen” sözcüklerini duyduğunda, yüzünüze bön bön bakıyor. O yüzden her insani uyarıyı ve çağrıyı düşmanlıkla karşılıyor. Kent, bu yaratığın elinden canını kurtarmaya çalışıyor. O can, hepimize yaşam vermek için bu işgale direniyor. Yoldaşı olmak, bu kentle kendini tanımlayan herkes için acil bir görevdir.