İzmir’in her yerinden türlü yangın haberi geliyor. Hatta memleketimin birçok yerinden. İzmir Yamanlar şu an evlere ilerleyen bir yangınla mücadele ediyor.

Tüm şehri duman kapladı, evler tahliye ediliyor. Son kalan yeşil kırıntıları da bu yangınla beraber bitti. İzmir kocaman bir beton çöplüğüne döndü.
Nefes almak, yaşamak, gitgide zorlaşıyor. O serin Ağustos akşamları falan hep anılarda.
Her şeyin çürümüşlüğünden bahsetmiştim geçen gün, işte bu da onun başka bir sonucu.
Ne ilgisi var dediğinizi duyar gibiyim ama bir dakika.
Ne zamanki doğadan, canlılardan, her şeyden ve herkesten kendimizi üstün gördük o gün başladı bu çürümüşlük. Yaşayan, nefes alan, aynı alanı paylaştığımı kimseye ne saygımız ne tahammülümüz kaldı. 
Eskiden okullarda ne öğrendi?
Doğaya çöplerimizi atmamayı.
Neden? 
O güzelim, kocaman ormanlara zara vermeyelim orada yaşayan her canlıyı koruyalım diye. 
Şimdi birini çöp attı diye uyarsak öldürülebiliriz bile. 
Bile isteye bu kötülüklere uyduk, uyuyoruz. Okumaktan, araştırmaktan, öğrenmekten uzak bırakılmak istendik bizimde hoşumuza gitti. Önce televizyon karşısında, sonrasında gelişen teknolojiyle beraber telefon ve tablet karşısında asosyal, sevgisiz ve bencil insanlara evrildik. 
Milyon yıllık insanlık tarihinin en ağır zamanları sanırım. Daha iyi günler gelir mi, gelirse biz görür müyüz bilmiyorum.
Ben bu ağır, yorucu gündeme birkaç gün ara veriyorum.
Adı gibi yeşilin her tonunun olduğu köyüme, Muğla Yeşilyurt’a. Belki biraz hiçbir şey düşünmeden geçecek birkaç gün to