On yıl önce de aynı linci gördük, şimdi de. Bu kadar belirsizliğin ortasında tek bir somut gerçeklik var, o da sayısı henüz belli olmayan sayıda asker darbe girişiminde bulunmuştur.
On yıl öncesine gidip, şöyle hafızalarımızı tazeleyebilsek, camilerini bombalayacak pilotlardan, devletin “gizli belgelerini” başka ülkelere veren komutanlara kadar bir dizi manşeti göreceğiz.
“Devlet bağırsaklarını temizliyor” diyen siyasiler, aynı zamanda “Ben bu davaların savcısıyım” diyen yetkili isimler her gün okuduğumuz gazete haberleriydi.
Ergenekon diye başlayan, Balyoz, Sarıkız, Amirallere Suikast diye uzayıp giden bir dizi davayı, bildiğiniz linç kültürü ile haftalarca yaşamadık mı?
Gecenin bir saatinde Ankara'ya kamyonlarla taşınan mühimmata düzenlenen operasyonları canlı canlı televizyonlardan izlemedik mi?
Bütün bunlar yaşanırken, kenara çekilen, sessiz kalan, lince ortak olan kim varsa, bugün yaşananlarda veballeri var.
***
Ergenekon ve Balyoz davalarını izlemeye gittiği için insanları “Ergenekoncu” ilan edenleri gayet iyi biliyorum. Zaman zaman bu tür baskıları yaşamış biri olarak “Seni ne zaman alacaklar?” sorularına muhatap olurken kimlerin sinsi sinsi güldüğünü de...
Buca'daki askeri cezaevine tıkıştırılan askerlerden biri olan, şimdi Üsküdar Üniversitesi'nde görev yapan Prof. Tayfun Uzbay'ı ziyaret etmek için Narlıdere'deki askeri savcılığa her dilekçe vermeye gittiğimde beni uyaran, çaktırmadan gözdağı verenlere rağmen geldiğimiz nokta yine tehlikeli...
Darbeye karşı olmak, iktidarın 14 yıl içinde kırdığı, döktüğü, çoğu zaman gerdirdiği, kutuplaştırdığı pek çok olaya onay vermek ya da ortak olmak değildir.
Darbeye karşı gelmek, “İki ayyaş”, “Dindar nesil yetiştireceğiz”, “Taksim'e kışlayı ne derlerse desinler yapacağız”, “Gezi olayları kalkışmadır” gibi binlerce örnek verilecek sözleri onaylamak ya da desteklemek de değildir.
Bu yüzden, ışık gördükleri yere doğru her devirde eğilip bükülen, kimliksiz, kişiliksiz tiplere bakarak yönünüzü değiştirmeyin.
Demokrat olmak, en çok da sizin gibi düşünmeyenlerin haklarını savunmaktır.
Bunun bedeli ağır olsa da...
Yoksa bu ülkede hukukun üstün olduğu çağdaş bir demokrasiyi asla yaşayamayız...
***
OHAL'in ardından çıkarılan Kanun Hükmünde Kararname ile kapatılan sağlık kuruluşları, üniversiteler ve okullar ile ilgili eksikliklere değinmiş, sakıncalarından söz etmiştim.
Bir uyarı ile şimdi bunlara bir ekleme yapmak istiyorum.
Kapatılan üniversitelerin öğrencilerine başka öneriler getiren kararnamenin ortadan kaldırdığı tüzel kişiliklerin yanı sıra öğretim elemanları ve çalışanlarının da durumunun ne olduğunun belirsiz olduğunu söylemiş, darbelerin hep emekçileri ve sıradan insanları vurduğunu yazmıştım.
Aynen devam ediyorum.
Şimdi düşünün;
Kapatılan üniversitelerin herhangi birinde son sınıfta okuyordunuz. 2016 Haziran döneminde bitirdiniz ya da bütünlemeye kaldınız. Yani diplomanız elinizde değil.
Dört yıl dirsek çürütüp mühendis ya da avukat oldunuz. Tam iş buldunuz ya da avukatlık stajına başlayacaksınız, diploma istediler.
Üniversiteniz kapanmış. Ne bir memur, ne de bir yetkili kalmış.
Diplomanızı kim düzenleyecek, o diplomaya hangi dekan, hangi rektör imza atacak?
Siz diplomanızı kimden alacaksınız?
Aldığınız diplomada hangi üniversitenin adı yazacak?
Ve en önemlisi herhangi bir düzenleme yapılmadığı sürece, diplomanız olmadığı için bir işe nasıl başlayacak, evraklarınız arasına hangi diplomayı koyacaksınız?
***
Linç kültürü aynen böyle birşeydir...
Ortaya çıkan sorunları çözmek, daha çok demokrasi yerine ucu açık binlerce uygulamayı görmeden, en kısa yoldan birilerini günah keçisi ilan edip ezmektir, yok etmektir.
Bu günlerde yeniden ortaya çıkan linç kültürüne dikkat edin.
Beş yıl sonra başka bir olayda aynı yüzleri göreceksiniz.
***
Onlarca kurumdan, binlerce insanı atmak kolaydır.
Zor olanı, bunu ortaya çıkaran nedenleri sorgulamaktır.
Öyleyse sorun kendinize.
Linç kültürünü, gerginliği, kadrolaşmayı, kutuplaşmayı kim başlattı?
Ve kim karlı çıktı bu işten?