Cumhuriyet’in sancılı yıllarında, Adana’nın yoksul sokaklarında hayata gözlerini açan, ama kalbinin vuruşlarını ve kaleminin ışığını İzmir’e taşıyan Usta Mizah Yazıcısı Muzaffer İzgü, gönlümüzde her daim gülümsemeyle hatırlanan bir iz bırakmıştır. O, sadece yazın dünyamızın bir parçası değil, aynı zamanda yaşamlarımıza dokunan şefkatli bir gölge, toplumun acı gerçeklerini mizahın gülen yüzüyle aktaran bir öykücü idi.

 

İzmir Karabağlar’daki evinde 2017 yılında hayata veda eden Muzaffer İzgü, mizahımızın unutulmaz üçlüsü Rıfat Ilgaz ve Aziz Nesin ile birlikte toplumun kötürüm yanlarına işik tuttu. Henüz çocuk yaşlarda, garsonluktan gazoz satıcılığına kadar çeşitli işlerde çalışarak yaşamın en sert yanlarını tatmış, gülmecelerinin temeline yoksulluğun, adaletsizliğin ve insani duyguların derin çatışmasını koyarak ilerlemiştir.

Edebiyat Doktoru, Akademisyen Değerli Aydan Enersu’nun derlemesinden de faydalanarak, İzmir’in değeri, yazarımız Muzaffer İzgü’nün yaşam öyküsüne hep birlikte bakalım:

29 Ekim 1933’te, Cumhuriyet’in 10. yılı kutlanırken dünyaya gelen Muzaffer İzgü, Adana’nın tozlu yollarında ilk adımlarını attı. Babası Ahmet Bey’in garsonlukla geçimini sağladığı bir evde, çocukluğunu ekonomik zorlukların gölgesinde geçirdi. İlköğrenimini Adana’nın çeşitli okullarında tamamlayan İzgü, henüz öğrenciyken sinema makineleriyle köyleri dolaşıp, sinema izletmek için topladığı yumurtaları satarak ailesine destek oldu.

Yoksulluğun sert kollarında, hayatın acımasız yanlarını daha çocuk yaşta hissederek büyüyen Muzaffer İzgü, bu zorlukları eserlerine taşımaktan hiç vazgeçmedi.

1942 yılında babasının eleştiren bir şiirinin gazetede yayımlanmasının ardından yaşadıkları, onun yazar olma kararını keskinleştiren bir dönüm noktalarından biridir.

“Yazacak ve asla korkmayacaktım,” der Muzaffer İzgü, bu anı yıllar sonra hatırlarken.

Henüz genç yaşlarda yazar olma hayalini, çok sevdiği Adana Halkevi kitaplarından edindiği okuma tutkusu ile birleştirerek büyütmüştür.

MİZAH VE GERÇEKLERLE

DOKUNMUŞ HAYATLAR

Edebiyat serüvenine, 1959 yılında Hüraydın gazetesinde başlayan Muzaffer İzgü, bu tarihten itibaren toplumsal gözlemlerini, mizahi bir dille öykülerine ve köşe yazılarına aktardı. Çocukluktan itibaren biriktirdiği hayatın çatışmaları, köylünün, şehrin ve bireylerin çelişkili yanları, onun eserlerinde hayat buldu.

1962’de Akbaba mizah dergisinde yazmaya başlamasıyla birlikte Muzaffer İzgü’nün kalemi daha geniş kitlelere ulaştı. Ancak onun özverili başarısı, tam 42 hafta boyunca dergiye öykülerini göndermesine rağmen yayımlanmamasına direnmesiyle de şekillendi.

Yusuf  Ziya Ortaç’a çektiği o meşhur telgraf, İzgü’nün kalemindeki dirayeti ortaya koydu: “Akbaba kadrosuna girinceye dek biliniz ki posta, İzgü’den Ortaç adına çalışacaktır.”

İzgü’nün yazıları, Adana’nın köylerinden İzmir’in sokaklarına, Anadolu insanının çelişkili ve bir o kadar çarpıcı hayat gerçekliklerini mizahın köprüsünde birleştirdi.

Gülmekten daha fazlasını, düşünmeyi ve insan bilincinin ufuklarını genişletmeyi, insanın gelişimine katkı vermeyi hedefleyen bir mizah anlayışı benimsedi.

 

 

 

 

GÜLMECENİN TOPLUMSAL

SORUNLARLA BULUŞMASI

Muzaffer İzgü, mizahın sadece güldürmekten ibaret olmadığını, aynı zamanda toplumsal sorunların altını çizen bir sanat olduğunu savunmuştur. Kara mizahın umutsuzluk dolu yanlarına karşı, acı mizahı umutla harmanlamış; yoksulluğu, haksızlığı ve sefaleti eleştirirken her zaman insana dokunacak bir umut ışığını korumuştur.

Onun eserlerinde karşılaştığımız insanlar, yaşama tutunmaya çalışan yoksullar, ezilenler, gülmecenin şefkatli kollarında okuyucusuna kucak açar.

Romanları ve öykülerinde Adana’dan İzmir’e, köylerden şehir merkezlerine uzanan yaşamları resmeden Muzaffer İzgü, bütün bunları yalın ve akıcı bir üssupla öyküleştirir.

“Dayak Birincisi”, “Donumdaki Para” gibi çocuk romanlarında, gençlere sadece mizahı değil, aynı zamanda toplumsal adalet, dayanışma ve insan sevgisini de aşılamıştır.

Örneğin “Zıkkımın Kökü”, sadece bir roman değil, bir dönemin acı gerçeklerini ve mizahın bu gerçeklerle nasıl dans ettiğini anlatan önemli bir eser olarak öne çıkar.

İzgü, sadece edebi eserleriyle değil, aynı zamanda özel tiyatrolarda sahnelenen oyunları, televizyona uyarlanan senaryoları ve radyo skeçleriyle de çok yönlü bir sanatçı olarak hafızalarda yer etmiştir. “Zıkkımın Kökü”, hem bir eser olarak öne çıkmış, hem de filme uyarlanıp yurtiçi ve yurtdışında çok sayıda ödül alarak, onun kalemindeki evrensel dokunuşu bir kez daha hepimize göstermiştir. İzmir’deki sade bir evde, son anlarında bile ölümü kucaklayan bir gönül dinginliğiyle yaşamını noktalayan Muzaffer İzgü, arkasında sadece yazılı bir miras değil, yüreklere işlenmiş unutulmaz bir dokunuş bırakmıştır.

Kendisi için düşlediği cümle, onun yaşam anlayışının bir özeti gibidir:

MİRAS VE UNUTULMAYAN İZLER

“Muzaffer İzgü doğdu, okudu, düşler kurdu, yazdı ve gitti.”

Onun gülen yüzü, eserlerinde yaşamaya devam ediyor. Çocuklarına, torunlarına ve bizlere bir miras olarak bıraktığı mizahın ışığı, her dönemde yüreklerimizi aydınlatmaya devam edecek.

O’nun çocuk edebiyatına yaptığı katkılar ise hiç unutulmayacak.

Çocukların güleryüzlü, sevecen Muzaffer Dedesi, küçüklerimizin kalbinde iz bıraktı. Çocuk edebiyatının en iyi örnekleri arasına giren çok sayıda eseri de hala onbinlerce çocuk tarafından sevgiyle okunuyor.

Kıymetli Dostumuz, Değerli Ağabeyim, Üstadımız Doğan Hızlan Ağabeyim, ölümünden birkaç gün sonra Muzaffer İzgü’yü aşağıdaki yazıyla çok güzel anmıştı.

Sevdiğim bu yazıyı Doğan HIZLAN’ı sevgiyle selamlayarak, sizlerle de paylaşıyorum:

“TANIDIK dostların yüzleri, ölümlerinden sonra da belleğimizde yaşar.

İzgü’yü kitap fuarlarında masa başında kitap imzalarken her okura güleç yüzüyle sevgi dağıtırkenki görüntüsüyle anımsarım hep.

Yaşamı üzerine kitaplarda, ansiklopedilerdeki bilgiler yetersiz.

Zıkkımın Kökü kitabında yaşamının ayrıntısını bulabilirsiniz. 

Memduh Ün’ün çektiği filmi de seyretmelisiniz. O kitapta ve filmde mizahın içinde gizli olan dram ve trajediyi hissedersiniz.

Gerçek mizah günlük yaşamın defolarından doğar. Başımıza gelen günlük telaşta unutulur. İşte mizah yazarı bunu unutulmaz kılar.

Yüzü aşkın kitap yazan bir yazar, ihtiyaçları dışında masa başından kalkmadı demektir.

Hüseyin Yurttaş’ın onunla yaptığı söyleşi çok hoşuma gitmişti.

İzgü, ‘Ben bando mızıkayla doğdum’ diyor söyleşide.

Cumhuriyet kadını annesi; İzgü’ye hamileyken, 29 Ekim 1933 günü fener alayını izlemek için sokağa çıkar, o sırada sancısı tutar... Eve kendini zor atıyor ve Muzaffer İzgü’yü doğuruyor. Çocukluğu boyunca hem okuyup hem çalışan adlardan. Yaptığı işler de hiç kolay değil!

Türkiye’de birçok yazarın başına geleni o da yaşamış.

EKMEK PARASI

KİTABI YASAKLANDI

Kültür Bakanlığı önce Ekmek Parası kitabını yayınlıyor, iki ay sonra toplatılıyor.

Kitap 11 yıl depolarda bekletildikten sonra Fikri Sağlar’ın bakanlığı zamanında serbest bırakılıyor. Şimdi yirminci baskıya ulaşmıştır.

Donumdaki Para da tam 11 yıl yasaklandıktan sonra vitrinlerde gözükebilmişti...

Yaşamından satırlardan biri beni çok etkilemiştir.

İzgü çiftinin ikiz çocukları olmuş. Erken doğum yüzünden ikisinin de kuvöze girmeleri gerekiyor ancak hastanede bir tane kuvöz var.

Doktor demiş ki, birinden birini seçin kuvöze koyalım. Diğerini de kadere bırakalım.

Ana-baba düşünmüşler, bu adaletsizliğe gönülleri razı olmamış.

İkisini de kuvöze koymamışlar! İki çocuğu da bugün sağ salim yaşıyor.

‘SOYMA Beni Utanırım’ öyküsünde, bitpazarından aldığı bir bilgisayarın içeriğini anlatır. Bir türlü kullanamamış çünkü bütün gün ekranda, “hortumlayan adları ve lüpletilen dolarları” görmüş. Büyükler ve çocuklar için yazdıklarında, mizahın bize tahammül gücü verdiğini ısrarla yazar. O, her yaştan okurun zevk alacağı bir yazardı. Öyle ki on kitaplık Ökkeş serisiyle zaten birçoklarına okumayı Muzaffer İzgü sevdirmiştir!

Bazı öyküler, hem belleğimde hem de yazılarımda kalmış.

Birkaç örnek: Ben Cumhurbaşkanıyken, Vatandaşın Yüzünü Güldürmek, Anneannemin Akıl Almaz Maceraları, İçimde Çiçekler Açınca, Komünist Leylek...

Yaşadıklarımızın içindeki sahte ciddiyeti mizah ortaya çıkarır.

Muzaffer İzgü, halk dediğimiz engin dert küpü topluluğun bütün dünyasını mizaha getirmiştir.

Onun çocuk kitaplarının yeni yetişecek kuşak için önemli öğeler taşıdığı kanısındayım.

Dürüst bir hoşgörü, hilesiz hurdasız dünyaya bakış, onların edinilmesi gereken özelliklerdir.

Büyükler için yazdıklarına gelince. Başımızdan geçenleri ondan okursak hem kendimizi hem toplumumuzu tanımış oluruz.

Çünkü mizahın alçakgönüllülüğü bizim dev aynasına bakmamızı önler.

SEVGİYLE anıyorum. Muzaffer İzgü de kitaplarda yaşayacak.”

Muzaffer İzgü, İzmir’de aynı zamanda edebiyat çevrelerinin çok uzun bir süredir kıymetlisi biricik Muzaffer Ağabeyi konumundaydı. Hepimizin her zaman zarif ağabeyiydi.

Yeni Asır yıllarımda muhabirlik yaparken tanıdığım Muzaffer Ağabey, İzmir’de yıllarca hepimiz ile iyi bir iletişim içinde olmayı sürdürdü. Usta yazarlığının zirvesindeyken bile mütevazı yaklaşımını, insanlığını, sıcaklığını hep sevgiyle korudu. Her zaman İzmir’in güleryüzlü sevgili Muzaffer ağabeyi oldu. Muzaffer İzgü İzmir’de hep hatırlanacak, hiç unutulmayacak bir isimdir. Ruhu şad olsun. Edebiyat’ın ve günümüzün Güzel İzmir’inden O’nun hatırasını sevgi ve saygıyla selamlıyoruz.