Dünyaya ve insanlığa dayatılan, ne yazık ki bir kere yaşayacağımız yeryüzümüzü ve ömrümüzü çekilmez hale getiren bu iç kıyan süreç için “Neo Ortaçağ” dediğim bilinir. Kuşkusuz bu tanımı ya da aynı anlama gelecek adlandırmaları kullananlar vardır. Cadı avlarından otuz yıl, yüz yıl süren savaşlara, bilimin, aklın, insan iradesinin şeytanileştirilmesinden salgın hastalıklara, tarihin ortaçağından bizi ayıran ve “neo” yapan tek şey, teknolojiden başka bir şey değildir. Mesela benim şimdi bu yazıyı, tüyümü mürekkep hokkasına batıra çıkara değil de, bilgisayarda yazmam ve bir tuşla gazeteye ulaştırmam, öz açısından hiçbir şeyi değiştirmez. Engizisyonun insanı yağlı odun yığını üstünde yakması ile günümüzün ultra işkence yöntemleri ya da kıtalar arası nükleer silahlarla kadim coğrafyaları cehenneme çevirmesi arasında, öz açısından hiç bir fark yoktur. Ki günümüzün gözü dönmüş katillerine, “Bütün bunları neden yapıyorsun?” diye sormaya kalksan, o da Ortaçağdaki katiller gibi konuşacaktır: “Irkımın, dinimin, milliyetimin üstün olduğunu kabul etmeyen, çıkarlarımı engelleyen ve buyruğuma girmeyen herkes ve her şey düşmanımdır. Ya benim sistemimi, egemenliğimi kabul edip buyruğuma girecek ya da yok olacaktır!” Günümüzde bütün bunların devasa ışıklı salonlarda dillendirilmesi, üstlerine tonlarca kitap yazılması, “Yüksek Siyaset” adı altında bin bir protokol cambazlığıyla pazarlanması öz açısından milim fark taşımamaktadır. İlle bir fark arayanlar için, en canlı örnek şu olabilir: Ortaçağ dönemlerinde, “düşmanlar” randevulaşıp, orman kenarlarında, dere boylarında, yerleşim bölgelerinin uzağındaki ovalarda birbirlerini boğazlardı. İşin surları aşıp, kentleri, devletleri ele geçirme aşamasına daha sonra gelmişlerdir. “Neo Ortaçağ”da ise bu iş değişmiş, “Saldıracağım, kentleri boşaltın!” deme aşamasına gelmiştir. Herhalde “modern zamanlarda” Hiroşima ve Nagazaki örneği kıyımların utancından olsa gerek. “Utanmak” tümce gereği kullanılmıştır. “Öz” açısından, ister geçmişin ister bugünün ortaçağında benzeri kepazelikler işlenirken, unutulan-unutturulan pek çok insani kavramın başında “utanmak” gelir çünkü! Benzerlikler yalnızca hamaset ve her harfinden kan damlayan efsanelerden ibaret değildir.

İster o günlerde ister bugünlerde, bu insanlık suçlarının gerçek nedeni, din, ırk, milliyet falan değildir. Onlar her zaman cinayetlerin ambalajı olarak kullanılmış ve insanlığı mahveden alçaklar, insanlık bahçesinin çeşitliliğini anlatan bu değerlerin arkasına gizlenip, yığınları koşullamak-güdülemek için ellerinden geleni yapmıştır. Gerçek neden nedir? Bu sorunun yanıtı, geçmişin fetih seferleri ile günümüzün savaş tröstlerinin ortak noktasıdır: berbat düzenlerinin yığınları doyuramaması, har vurup harman savrulan kaynakların yetmemesi ve zavallı iktidarlarını koruma açgözlülüğü. Bu perişanlık için, dünya ekmeğini insanca, saygıyla, onurla bölüşmek söz konusu değildir. Gerçek sorunları dillendiren bilime, sanata, akla, demokratik ve laik öngörülere düşmanlıkları bundandır. O nedenle savaş denen belayı daima kısık ateşte tutup, yalan makinalarından düşmanlık menkıbeleri sızdırmaktan ve çapsızlıklarını savaş naralarıyla örtmekten başka çareleri yoktur. Herkes Gazi Mustafa Kemal Atatürk olamaz.

Bütün bunları görmek, anlamak ve algılamak ve itiraz oluşturmak için, fazla zekâya ihtiyaç yok. Ama hala “Neo Ortaçağ diye tutturdun gidiyorsun, ne demek istiyorsun?” diye soranlar için toparlamaya çalışayım. O soruyu bana sorman fazla işe yaramaz.

Kadim insanlık kültürünün ortak paydasını oluşturan sanatı, emekçilerini ve ürünlerini, beyni çürümüş biçimde reddeden, yok sayan, yasaklayan, imha etmeye çalışan, düşman gören "tek dişi kalmış" yobazlara, gericilere, faşistlere sor. Vatan-millet-özgürleştirme diye diye, bilimin, çağdaşlığın, barışın, yurtseverliğin üstünde tepinip ikbal devşirenlere, ağaca, kuşa, denize, aşa, ekmeğe, doğaya, düne-bugüne-yarına saldıran, sömüren, talan eden ilkelliklerine, cahilliklerine, çapsızlıklarına sor. İnsanlığın dişinden tırnağından biriktire biriktire geldiği 2022'de, sorunların çözümü için çareyi hala savaşta, silahlanmada, halkları bir birine düşman etmekte, üstünde yaşanacak tek gezegeni harap ve bitap düşürmekte bulduğunu sanan katillere ve alkışçılarına sor. Yarın 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü. Cafcaflı nutuklar atacak olanlara, “Yol açtığınız belalarda mahvolan kadınların çığlıklarını duymazdan gelip, bunca yalanı nasıl söyleyebiliyorsunuz?” diye sor.

Hala ne demek istediğimi görmüyor ve anlamıyorsan, kendine bak ve kendine sor. Çünkü "Neo Ortaçağ" derken, ben tam da bunları ve seni anlatmaya çalışıyorum.