Yazar Raşel Rakella Asal yazma serüvenini anlattı
Bu hafta Kitap Dostu'nda, yazmaya sevdalı bir yazar aynı zamanda kitap tutkunu bir okur olan Raşel Rakella Asal'la söyleştik. Asal'ın Doğan Kitap'tan yayımlanan son kitabı olan "Çılgın Bir Devinimdir Yaşamak" dört yıllık bir emeğin ürünü. Yazarın 2017-2021 yılları arasında edebiyat dergilerine yazdığı edebiyat ve sanat incelemelerinden bir seçki.
Asal'ın anlatı tarzında kaleme aldığı "Volga hüznü", "Duyuyor musun kalbim?", bir biyografi kitabı olan "Her şey eski bir zaman düşünde şimdi", anlatı ve izlenimlerinden oluşan "İşte bizim Gül Sokak", edebiyat ve inceleme yazılarından oluşan "Tıpkı hayat gibi" ve oldukça duygusal bir roman olan "Cecile" adını taşıyan kitapları bulunuyor.
Bir okuru olarak her seferinde "yazarla sohbet ediyormuşum" hissiyle okuyorum Asal'ın eserlerini. Yazarın bu sıcak üslubunu, www.kentyasam.com haber-bilgi sitesinde yer alan "Yaşadıkça" köşesindeki yazılarında da, www.edebiyathaber.net sitesinde yayımlanan karşılaştırmalı edebiyat ve sanat üzerine yazılarında da görmeniz mümkün. "Yazmak bir disiplin, bir yoğunlaşmadır, yazmak, her gün içinde debelendiğim, kendimi sorguladığım sınırsız, sonsuzluğa uzanan bir dolambaçlı yol oldu" diyen Raşel Rakella Asal'la "Kitap Dostları" için okuma serüvenini, yazma üslubunu, "Çılgın Bir Devinimdir Yaşamak" kitabını konuştuk...
Yazma serüveninizden önce okuma serüveninizi sormak istiyorum. Sizde kitap ve okuma sevgisi nasıl başladı? Nasıl bir okursunuz?
Ailemde eğitim ilk önceliklerimiz arasında yer alır. Okuma alışkanlığını annem ve babamdan aldım. Evde okudukları kitapları tartışırlar, konu bizim de anlayacağımız bir konu ise bu tartışmaları yemek sofralarına taşırlardı. İlkokul yıllarımda "Doğan Kardeş Dergisi"ne abone olmuştum. Çocuklar için o dönemde çıkan çok düzeyli bir dergiydi. Orta ve lise eğitimimi Özel İzmir Amerikan Koleji'nde aldım. Okul öğrencilerine okuma zevkini şöyle aşıladı. Yaz tatilinde ödev olarak yeni kitaplar okumamız istenirdi. Tatil dönüşü bu kitaplar üzerine sunum yapmamız şarttı. Yani okumama lüksümüz yoktu. İşte bizler ruhumuza aşılanmış bu kitap sevgisiyle mezun olduktan sonra okuma kulüpleri kurduk. Şu anda mezunların üç tane kitap okuma grupları var. Amaç hep birlikte aynı kitabı okumak, onu yorumlamak ve değerlendirmek olunca bir dalganın yahut bir bulut kümesinin kendine has coşkusuna yaklaşırsınız. O muhteşem eser ellerinizde ışıldayan bir evren, bir nimet olur. Dolayısıyla ev ortamı ve aldığım eğitimin kitap okuma alışkanlığımın tetikleyicileri oldular. Bir kitap kurduysanız, kendinizi sonsuz okumalara atarsınız. Bazen bir iki kitabı birden okuduğum olur. Bir seyahata çıkacaksam, götürülecekler listesinde ilk başta yine okuyacağım kitaplar yer alır.
Yazılarınızda okurunuzla söyleşir gibi sıcak bir üslubunuz var. Bu zaman içinde gelişen bir üslup mu? Yoksa edebi bir tarz mı?
Bu üslup zaman içinde oluştu. Yazdıkça okurla daha yakın bir iletişim kurma ihtiyacı doğdu. İstedim ki, okurlarımı karşıma değil yanıbaşıma alayım, yazdığım konu üzerine hem onları düşünmeye sevk edeyim, hem de onlarla bir diyalog içinde olayım. Ayrıca böyle bir üslubu da samimi buluyorum. Samimiyet ve şeffaflık bir yazı metninde önemsediğim nitelikler.
Edebiyathaber.net sitesinde kitap karşılaştırmalarının yanı sıra yazarların eserleri ve yaşamları üzerine inceleme yazılarınız yayımlanıyor. Kaç yıllık birikimin imbiğinden süzülüyor bu yazılar, karşılaştırmalar?
Andre Malraux, "Her kitabın bir otobiyografi" olduğunu söyler. Ona göre yazar, kendi hayat deneyiminden yola çıkmadan yazamayacağına göre doğal olarak yazar yapıtına kendi kişisel izlenimlerini yansıtacak, eserini oluşturacaktır. Bir yazarı incelerken yaşadığı dönemi ele almaya çalışırım. Yazar içinde yaşadığı toplumu algılayan, özümseyen, evrensel öğelere taşıyarak yazı metnine geçiren kişidir. Bu yönüyle her yazar yaşadığı çağın tanıklığını da yapmış olur. Ben kitap inceleme yazılarımda ilk önce yazar hakkında bilgi edinmekle başlıyorum araştırmaya. Bu yöntem eser hakkında ipuçları bulmama yardımcı oluyor. Edebiyat eserlerini incelemeye 2007’de başladım. Bu çalışmalar edebiyat kuramları üzerine araştırmamı da gerektiriyor. Bir eseri ele aldığım zaman o eserin yazarını, yapıtlarını o yapıtın hangi edebi tarza ait olduğunu öğrendikten sonra elde ettiğim bu bilgiler üzerinden yazı metnini oluşturabiliyorum.
Kent-Yaşam'da 2016 yılından bu yana yazıyorsunuz. Buradaki yazılarınız, denemeleriniz daha çok yaşam üzerine gözlemler, incelemeler, felsefi düşünceler...
Kent-Yaşam'daki yazılarımı "kentin belleğinden" oluşturmaya çalışıyorum. İzmirli olarak kentimizle bir bağ oluşturmanın önemini vurgulamak gibi bir misyon yüklenmiş bir sitede yazıyor olmak, beni yaşadığım kent üzerine düşünmeye, gözlem yapmaya itti. Yaşadığımız günlerin ağırlığı var üzerimizde. İki yıldır pandemiyle mücadele içindeyiz. Çevreme, sağıma-soluma, ekranlara bakıyorum. Haberleri okuya okuya, sarsıla sarsıla bugüne bakıyorum. İşsizlik, yoksulluk, sefalet, zamlar, enflasyon, engellenemeyen döviz artışı, iflaslar, intiharlar… Her yerde asık suratlar, kaygılı bakışlar, geleceğe kuşkuyla bakan insanlar… Geleceğe olan inanç zayıflamış, herkesin içindeki müzik susmuş. "İdeal bir dünya var mı ki?" diyeceksiniz. Elbette yok. Ama işte insanoğlunun, sevgi yoluyla, her şeyin daha iyi olduğu bir dünya yaratması gerekiyor. Bunu gerçekleştirebilmek için, sürekli bir sevgi zinciri gerekiyor. Dünyayı sürekli yenilemek ve iyileştirmek zorundayız. Bu yazılarımla insanları bir nebze rahatlatabilirsem, onlara güzel bir gelecek umudu verebilirsem ne mutlu bana.
Son kitabınız "Çılgın bir devinimdir yaşamak" nasıl bir süreçte oluştu?
Son kitabım dört yıllık bir çalışmanın eseri. Okuma eyleminden yazma eylemine geçmek kuşkusuz bir esinlenmeyle başlıyor. Bu kitabım edebiyat yolculuğum sırasında beni yazmaya yönelten edebiyat eserlerinden etkilendiğim yazılarımdan oluşuyor. Yazmak zihinsel bir olaydır ama yazmadan önce etkileşim ön plana çıkıyor. Bir eseri okumak bu yazıların ilk adımı oluyor. Ve bir yazarla derin bir ruhsal ilişki kurmaya yönelmiş buluyorum kendimi. “Çılgın bir devinimdir yaşamak” diyebilirim ki, ele aldığım eserle, o yazarla bir sevgi bağının diyalektiğidir. Kitabımda edebiyatın yaşamın ayrıntılarıyla bütünleştiğini, edebiyatın yaşamın bir uzantısı olduğunu, insanın evrenselliğini, sanatın ölümsüzlüğünü vurgulamaya çalıştım. Virginia Woolf ile Nezihe Meriç’in benzeşen dünyalarını, Türk öykücülüğüne yeni bir soluk getiren Bilge Karasu’yu, metinlerini geleneksel malzemeden yararlanarak ören Emine Sevgi Özdamar’ı, insanın insanlığını yitirişini betimleyen Kafka’yı, Dostoyevski’yi, Marcel Proust’u ve Column McCann’i ve daha pek çok yazarı mercek altına aldım.
Bu kitabınızda karalama defterlerinizden söz etmişsiniz. Sizin için ne ifade ediyor bu karalama defterleri?ƒ
Yazma serüvenimin başlamasıyla karalama defterleri oluşturdum. Bu defterlerde doymak bilmez öğrenme sevgimi de görmek gerek. İlk başta notlardan ibaretti, zamanla o günkü yazı metninin müsveddesine dönüştü. Şu an onları çok değerli bir hazine olarak saklıyorum. Ara ara onlara bakmak bana yazacağım metin üzerine bir fikir edinmemde, bana esin kaynağı olmaları açısından, çok yardımcı oluyor.
Siz bir yazar olarak nelerden beslenirsiniz? Bir kitabı kaleme almadan önce konular nasıl demlenir sizin belleğinizde?
Bir yazarın yaşadığı toplumun bir coğrafyası, bir tarihi, yaşama biçimi, gelenek ve görenekleri varsa bunların tümü yazar için de geçerlidir. Yazarın kişiliğini belirleyen öğelerdir bunlar. Yazmak tek başına bir eylem görünse de, yazmanın çıkış noktası yazardan topluma giden bir yolculuktur. Dolayısıyla yaşadığım çağdan etkilenmemem olanaksız. Bu çağ, tüm karmaşası, gelişimi, devinimiyle beni etkiliyor. Etkilenme araştırmayı getiriyor. Araştırmayla uçsuz bucaksız bir okuma yolculuğum da başlamış oluyor. Ve "hazırım" dediğim anda yazıya döküyorum.
Günlük tutmak da bir yazar için egzersiz sayılır mı? Edebiyat dünyasında günlüklerin yerini nasıl değerlendiriyorsunuz? "Her şey sanki eski bir zaman düşünde şimdi" kitabınız sizin de böyle bir günlükten yararlanarak kaleme aldığınız bir kitaptı.
Edebiyat ve sanat dünyasından tanınmış kişilerin kaleminden yazılan günlükler, tüm gerçekliğiyle yaşamı yansıtan birer ayna olarak karşımıza çıkarlar. Günlükler, yazarlarının iç dünyasını sergileyerek günlüğün sahibine ilişkin ayrıntılı bilgilere birinci elden ulaşmamızı sağladıkları gibi, yazıldıkları dönemin önemli olaylarına ilişkin tarihsel belgeler olarak da önem kazanırlar. Öyle bir çağda yaşıyoruz ki, değişim ivedi. Dünü, bugünü bilmezsek yarını nasıl anlayabiliriz? Edebiyatın ana damarlarından biri olarak günlük, bir portre, bir öykü, bir anı, bir tarih yazısıdır.
“Her şey sanki eski bir zaman düşünde şimdi” adlı kitabımı tesadüfen elime geçen anneannemin günlüğünden yola çıkarak yazdım. Kaleme aldığım yaşam öyküsü 1950 - 1960’ların yoksul İzmir Yahudi cemaatinden kesitler taşıyor. Bu hüzünlü tabloyu araya bir aşk teması yerleştirerek hafifletmeye çalıştım. Bir düşsel sevgili yarattım. Bu düşsel sevgiliyle hiçbir ilişki gerçekleşmez. Yaşanmayan, yalnızca düşlenen bir aşktır bu. Yaşanmamışlığı ile aşk da kutsallaşmış olur. Geleneksel ve alışılagelmiş her şeyi bir yana bırakıp değişik bir kurguya yöneldim. Yazı kimi zaman bir sessizlik, kimi zaman bir yalnızlık, kimi zaman bir çığlık olur. Ama yazı her zaman bir gizemdir.
Yazılarınızda tarih ve kollektif bellek üzerine odaklanıyorsunuz. Bu konunun özel bir nedeni var mı?
Toplum ve bellek üzerine araştırmalarım Cecile romanını yazarken oluştu. Cecile, Holokost’a bir ağıt. Bir insanlık dramının hüzün veren romanı. Konusunu Holokost’tan ve Varşova gettosu yaşamından alan romanı hümanist bir yaklaşımla dile getirmeye çalıştım. Bir yapıtın oluşmasını sağlayan en önemli öğelerden biri de etkileşim. Cecile’i kurgularken Polonya’daki Nazi kamplarını, gettoları gezdim ve gettolarda yaşamış insanlardan yola çıktım. Görmek yeterli olmadı, konu üzerinde çok araştırdım. Dolayısıyla toplum ve bellek üzerine yoğunlaşmış oldum. "Geçmişe yolculuk bir tür hesaplaşmadır" derler. Geçenleri unutmamak adına yapılan bu yolculuk sadece geriye değil ileriye de bakmanın yoludur. Tarihi, arka odalarından, bodrum katlarından gün yüzüne çıkarmaya çalışmak… Günümüz sosyologları bizi "unutma ve hatırlama" kavramlarına odaklanmaya çağırıyorlar. Toplumsal bellek oluşturmanın öneminden söz eden sosyal bilimciler, "tarihi unutanlar tarihi tekrar hatırlamakla sorumludur" diyerek bu konuya dikkat çekiyorlar. Örneğin son dönemlerde revaçta olan tarihi romanlar, işte bu açığı kapatmaya odaklanıyor.
Siz bir yazar olmanın yanı sıra kokartlı, üç dile hakim bir rehbersiniz. Kitaplardan bir kenti, bir kültürü doğru olarak tanımak mümkün mü sizce? Son kitabınızda İzmir sevdalısı yazar Tarık Dursun K.'ya da değinmişsiniz...
Edebiyat, okuyucu için kendini, yakın çevresini, dünyayı ve yaşamı tanıması açısından bir ayna işlevi görür. Dünyayı gezi yazıları olmasa tanıyabilir miyiz? Tarık Dursun K. gibi yazarlar, içinde yaşadıkları kentten ve ortamdan her kesimden insanla ilişki kurup bunlara duygu ve düşüncelerini de katarak yazıya aktarmışlardır. Tarık Dursun K.’nın eserlerini okumak bir bakıma İzmir’in semtlerinde dolaşmak gibidir. Onun hikâyelerinde İzmir’i sokak sokak yaşarız. Tarık Dursun K.’nın işlek dili, onu kuşağının diğer yazarlarından hemen ayırır. Kahramanları sıradan dediğimiz insanlardır. Bu insanların diyalogları o kadar tanıdık gelir ki bize, sanki yanı başımızdadırlar.
Çok satanlar
Sen Yola Çık Yol Sana Görünür - Hakan Mengüç - Destek Yayınları
Balıkçı ve Oğlu - Zülfü Livaneli - İnkılap Kitabevi
Sahte Sultan - Mahfi Eğilmez - Remzi Kitabevi
Kalpsiz Bir Dünyaya İnat Hepberaber - Ece Temelkuran - Everest Yayınları
Deli İbram Divanı - Ahmet Büke - Can Yayınları
Hayat Hanım - Ahmet Altan - Everest Yayınları
Zamanı Durdurmanın Yolları - Matt Haig - Domingo Yayınevi
Ortadoğu'nun Şahları Vezirleri Piyonları - Nur Batur - Kırmızı Kedi Yayınevi
Mutluluğu Kaybettiğin Yerde Arama - Beyhan Budak - Sahi Kitap
Ezbere Yaşayanlar - Emrah Safa Gürkan - Kronik Kitap
Bu liste Kırmızı Kedi, Remzi ve Yakın kitabevlerinin katkısıyla oluşturuldu.