Otelde, uçakta, sokakta pek çok insanla birlikte oluyor, birçok farklı davranışa şahit oluyoruz. Kimi davranışlar hoşumuza gidiyor kimisini ise ciddi bir biçimde yadırgıyoruz.
Karşı karşıya gelince küçük bir baş hareketi ile selam vermeyi esirgeyenler , bir günaydını , bir merhabayı çok görenler ve en önemlisi de doğruyu söylemekten kaçınıp sürekli yalana başvuranlar. Yada tam tersi. Selamı sabahı esirgemeyenler, doğru dürüst davrananlar, doğruyu söyleyenler.
İşte bu nedenle Bugün biraz 'görgü’den ve bu konu ile ilgili gözlemlerimden bahsetmek istiyorum. Yaz dönemi, oteller iyi kötü dolu gibi, . Yabancısıyla, yerlisiyle turistler tatil beldelerindeler. Eh biz de insanız. Arada biz de tatil amacıyla otellerdeki bu kalabalığa karışıyoruz. Ama serde hocalık ve gazetecilik var ya, gözlem yapmadan da duramıyoruz. İşte, bu gözlemler sırasında batı insanı ile bizim yurdum insanı arasındaki görgü farkını da izlemek mümkün oluyor.
Fark önce uçakta başlıyor. Ağlayan, bağıran, etrafını rahatsız eden, annesini ve babasını uçağa bindiğine seyahate çıktığına pişman eden çocuklar. Bunlar bizimkiler. Terbiyeli terbiyelioturup kardeşi ile sohbet eden, kitabını okuyan, kendisini oyalayan ve gıkı çıkmadan seyahati sonlandıran çocuklar da var tabii. Bu çocuklar da onların.
Çünkü kültür farkı var, çünkü yetiştiriliş tarzı farkı var. Çünkü onlar her yaptığı hoş görülen, prensim, prensesim diye yetiştirilmiyorlar, onlar oğlum veya kızım statüsünde. Doğru yaptıkları ödüllendiriliyor, yanlışları hoş görülmeyip cezalandırılıyor. Bu nedenle aşırılık yaptıklarında ebeveynlerinin bir bakışı yetiyor.
Fark açık büfelerde devam ediyor. Açık büfeden yemek alanların ellerdeki tabaklara bakın o insanın doğulu mu, batılı mı olduğunu anlarsınız. Bizimkilerin ellerindeki tabaklar tepeleme dolu. Açık büfede ne varsa, tabaklarla masaya taşınıyor. Sonra birde kalkarken bakıyorsunuz o tabaklara, yarısı yenmemiş. Heba olup gidiyor. Ama birde Avrupalı turistin tabağına bakıyorsunuz. Yiyeceği kadarını almış, kalkarken de o tabakta tek lokmalık yiyecek kalmamış. İsraf yok, açgözlülük yok. Bu kültür farkı.
Akşam yemeğine inerken, kıyafetlerden de anlarsınız o turistin bizden mi, onlardan mı olduğunu. Akşam yemeğinin özel bir anlamı olduğunu biliyor Avrupalı. Şık şıkıdım giyinip iniyor, kibar kibar yiyor yemeğini, eğlenceye de aynı zarafet içinde katılıp dönüyor odasına. Bizimkilerin önemli bir çoğunluğu ise şortla, şıpıdık terlikle iniyor akşam yemeğine. Tepeleme tabaklarının yanında, bedava olduğu için “ küfelik oluncaya ” kadar içip sonra başlıyor göbek atmaya. Bağıra bağıra şarkı söylüyor, yanındakine el şakaları yapıyor, yüksek sesle konuşup, herkesi kendisini dinlemeye mecbur zannediyor. Bu da kültür farkı.
Diğer bir konu da şezlong savaşı. Sabahın köründe çocuklar ellerinde üç dört havlu ile aşağı gönderiliyor. Ya havuz başındaki ya da kumsaldaki denize yakın şezlongların üstü örtülüp, sahipli havası veriliyor. Sabah yedi buçukta örtülen bu şezlonglar saat ikiye kadar öyle bekliyor. Saat 14.00, 14.30 gibi aile aşağı teşrif buyuruyor. Bunu yapan ne bir, ne iki. Çoğunluk böyle. Kim mi bunu yapanlar. Yerli mi, yabancı mı?. Bir tahmin edin bakalım. Bu da kültür farkı. Kendi menfaatin için, başkaları ne olursa olsun düşünmeden hareket et. Bizden başka kim davranır böyle.
Bir de havuzbaşı ya da sahilde verilen otel havluları hikayesi var. Kim bu havlulardan üçer dörder alıyor ve sonradan gelene havlu bırakmıyor, kim bir tane alıp işini görüyor. Bizler mi? Batılılar mı? Hadi bunu da bir tahmin edin.
Son bir husus var ki hepsinden önemli. Kahvaltıda, yemekte bazı ailelerin 4-5 yaşlarındaki çocuklarının ellerinde tablet bilgisayarlar. Ne konuşmak var, ne sosyal ortama katılmak. Yemek boyunca internet üzerinden veya tablete indirdikleri bilgisayar oyunlarını oynuyorlar. Bu arada anneler de onların ağzına besliyor. Çocuklar da bilinçsiz bir biçimde ağızlarına uzatılan kaşığın içindekileri gözlerini bilgisayardan ayırmadan yutuyorlar. Anneler memnun çocuk itirazsız, verileni yiyor. Baba memnun, yaramazlık yok. Ama çocuklarına en büyük kötülüğü yaptıklarının farkında değiller. Çocuk sosyalleşmiyor, çocuk kendi işini görmekten aciz yetişiyor, çocuğun beyni sulanıyor ve çocuk yaşaması gereken çocukluğu yaşamıyor. Baba sözle yaratamadığı otoriteyi, çocuğun eline tablet vererek sağlıyor.
Bir başka grup çocuk daha gözlemliyorum. Aynı yaşlarda. Terbiyeli terbiyeli masaya oturuyorlar. Yemeklerini kendileri alıp, kendileri yiyorlar. Birbirleriyle arkadaşları ile gülüş ahenk bir yemek saati geçirip, sonra havuza veya denize koşuyorlar. Havuz veya deniz saati bitince anne veya baba bir kez söylüyor, toplanıp gidiyorlar. Ağlamak yok, isyan yok. Bu da başka bir kültür farkı. Zaten işte bu çocuklar büyüyünce aynı anneleri babaları gibi davranıyor, bizimkiler de kendi anaları babaları gibi.
Küçüklükten alınan aile terbiyesi ömür boyu devam ediyor. O çocuklar iş hayatına, siyasete, spora başlayınca aynı anlayış devam ediyor. Bizimkilerde de öyle. Sonuç ortada.