Din bile, ahlak kadar beklenti ve vaad içermiyor aslında. Sorulsa pek tarif edemeyeceğimiz ahlakın geçmişi, hiçbir dinin erişemeyeceği kadar eskilerde. Hanno Sauer'in Ahlak - İyinin ve Kötünün İcadı adlı kitabı, "geçmişin kuyusu derin olsa da" onun insanlık tarihinin başlangıcında nasıl oluştuğunu, sonrasında geçirdiği evrimleri oldukça sade bir dille anlatan -ilgilendiği ve bağ kurduğu alanları göze alırsak- önemli bir kaynak yapıt.
Yanınızda yörenizde iyi bildiğiniz kişi, dün dediğini bugün tersini söylemeyi alışkanlık haline getirse, en iyi ihtimalle selamı sabahı kesersiniz. Onunla yüzgöz olmaz, mümkün mertebe uzak durursunuz. Oysa ve özellikle son yirmi beş yılın siyasetini domine eden figürleri bunu sayısız kez yaptılar, daha da yapacaklar. Gerekçeleri basit, "dün öyle bugün böyle" ya konjonktürün gereği oluyor ya da ilm-i siyasetin. İşin tuhaf ve hazin tarafı ödediği vergiler, faturalar kat kat artmış, geliri aynı oranda düşmüş ciddi halk kesimleri de 'kesintisiz bir aidiyet' hissiyle bunu normal ve yerinde, çok çok zaruri bir durum olarak karşılıyor. Daha da önemlisi elbette hurafelerle örülmüş cehaletin, bağnazlığın, ucuz ve her daim çirkin bir yaşama felsefesinin ürünü olan "kazanan daima haklıdır" deyişinin zihinlere yerleşmiş olmasıdır.
Yaşadığımız kitlesel yozlaşmanın kaynağı tam burada işte:
Sınırsız bir aidiyet duygusuyla sorgusuz sualsiz biat.
Israrla görmezden gelinse ve biraz sinir bozucu bir suskunlukla savuşturulmaya çalışılsa da, "Olur mu canım, sorun onda değil insanlarda" diye aklanan dinler bile öğretilerinden uzaklaşıp benzer yozlaştırıcı süreçlerle değişip dönüşüyorlar. Yozlaşma hani neyse ama "kurumsal öteleyiciliği ve affediciliğiyle" ahlaksızlığa kapı da açıyorlar.
AHLAK NE İŞE YARAR?
Toplumsal hayatın en büyük aidiyet odağı olan din 'ahlakın sebebi kaynağı, üreticisi ve sürdürücüsü olma' misyonunu çoktan yitirdi. Sadece bazılarımız bunu kabul etmek istemiyor.
Peki, kaynağı, kabulu ve toplum içindeki etkisi itibariyle ele alırsak ahlak nedir?.. Ne işe yarar ahlak?.. Dönemlere, toplumlara göre ahlak normları değişir mi?..
Bu soruları cevaplayabilirsek, onun hangi koşullarda nasıl ortaya çıktığını anlayabilirsek, neden giderek görece dindar ama bir o kadar da ahlaksız bir toplum haline geldiğimizi de anlarız diye düşünüyorum.
İnsan türünde ahlakın nasıl doğduğuna ve değişip geliştiğine dair sayısız kaynak var.
Bunlardan biri de Alman düşünür ve yazar Hanno Sauer'in Ahlak - İyinin ve Kötünün İcadı adlı eseri.
Sauer, kitabının iskeletini yedi kronolojik dilimde kurmuş. Bölümlerin başlıkları bile ahlakın milyonlarca yıllık geçmişindeki nirengi değişim noktalarını saptamak adına son derece açıklayıcı olmuş:
5 MİLYON YIL: Soykütüğü
500 BİN YIL: Suç ve Ceza
50 BİN YIL: Muhtaç Canlılar
5 BİN YIL: Eşitsizliğin İcadı
500 YIL: Acayipliğin Keşfi
50 YIL: Kıssadan Hisse
5 YIL: Siyasi Olmayan Hususlar
Hanno Sauer, çok uzun bir insanlık geçmişimizi ele aldığı kitabının girişinde bu tarihi nasıl anlattığını şöyle açıklıyor:
"... ahlakın tarihi, cezalandırma eğilimimizle işbirliği yapma yeteneğimizin, başkalarına güven ve bağımlılığımızın, eşitlik ve hiyerarşinin, bireysellik ve özerkliğin, savunmasızlığın, aidiyet ve kimliğin bir araya gelerek insana özgü yaşama biçimimizi oluşturduğu ahlaki altyapımızın temel unsurlarının bir tarihi olarak da anlatılabilir..."
Öte yandan Sauer'in çok beğendiğim bir ifadesini de bağlam filan gözetmeden buraya almak isterim. Çünkü bu tam da şu sıralar apaçık bir biçimde yaşadığımız ve bize yaşatılan şey:
"... bir topluluk içinde yaşayanlar diğerini dışlar, kuralları anlayanlar onları gözetmek ister, birilerine güvenenler kendilerini başkalarına bağımlı kılar, zenginlik üretenler eşitsizlik ve sömürü yaratır, barış isteyenler bazen savaşmak zorunda kalır..."
AHLAKİ OLANIN ZORUNLU ŞARTI
Hanno Sauer'in kitabının yanı sıra benzer konuları işleyen iki kitaptan daha söz edilmeli.
Birbirlerinin devamı niteliğinde olan ABD'li akademisyen yazar Michael Tomaello'nun İnsan Düşünüşünün Doğal Tarihi (Yapı Kredi Yayınları - 2024) ve İnsan Ahlakının Doğal Tarihi (Koç Üniversitesi Yayınları - 2018) ahlakın tarihi, değişimi ve gelişimine diğer önemli kaynaklar. Hatta yazıma noktayı -benim için çok önemli olan ahlakın nasıl doğduğu meselesine dair- Tomasello'nun birkaç cümlesini özetleyerek koyayım:
"Başkalarının iyiliğini düşünmek, ahlaki olan her şeyin zorunlu şartıdır... İnsan ahlakı, insanların yeni ve türe özgü sosyal etkileşim ve etkilenme biçimlerini benimsemesiyle ortaya çıkan bir işbirliği tarzıdır... İnsana özgü bu işbirliği sonunda insan ahlakını doğurmuştur..."
Hasılı ahlak, hayatın, insan işbirliği ve dayanışmasının, hayatta kalmanın gereği olarak doğmuştur; Ahlakın sahibi olduğunu iddia eden dinler ise yüzbinlerce yıl sonra!
Ahlak - Hanno Sauer / Metis Kitap
Fadiş suskunluğunu nihayet bozdu
Gülten Dayıoğlu, yıllar boyunca küçük okurlarının isteğini en sonunda yerine getirdi. 95 yaşındaki yazar, üç kuşağın belleğinde derin izler bırakmış romanı Fadik'e son noktayı Bende Kalmasın ile koydu.
Özellikle benim kuşağımın üzerinde hakkı ve emeği vardır Gülten Dayıoğlu'nun. Onun, kendi hayatından yansımalar barındıran Fadiş romanı, emek verdiği üç kuşağın ahlak ve vicdanında derin izler bırakmıştır.
Peki bir hatırlayalım...
Fadiş'in belleğimize işlediği değerler neydi?
Bugün toplumca yokluğunu ve yoksunluğunu hissettiğimiz erdemli, merhametli ve vicdan sahibi bir insan olmak.
Romanı okuyanların hatırlayacaktır, Fadiş'in finali umutla ve temennilerle ama bir o kadar da uçu açık bitmiş ve sonrası hep bir merak unsuru olmuştur.
Gülten Dayıoğlu'nun böyle bir final tercih etmesinin sebebi çok açıktır:
Her bir çocuk romanın finalini kendi hayat mücadelesiyle yazmalıdır.
Zira kendisi de öyle yapmıştır. Yazar, Fadiş'in serüvenini kendi hayatında verdiği mücadeleler ve başarılarıyla sürdürmüştür.
Dayıoğlu'nun 95 yaşında kaleme aldığı (bu bile başlı başına takdire şayan bir uğraştır) Bende Kalmasın, büyük bir yazarın kült mertebesine erişmiş klasiğine, bizzat kendi hayatıyla yazdığı bir devam romanıdır.
BİR TÜRKİYE PANORAMASI
"Fadiş siz misiniz?.. Fadiş sonra ne yaptı?... Sonra başına neler geldi?"
Yıllar boyunca Gülten Dayıoğlu'na imza günlerinde, söyleşilerde ve okullardaki öğrenci buluşmalarında en çok sorulan sorulardı bunlar.
Fadiş'in eski ve yeni okurları, Bende Kalmasın ile sadece sevdikleri kahramanlarının ileride neler yaşadıklarını öğrenmekle kalmayacak, sosyal, siyasal ve ekonomik sorunların değişmez bir yazgı haline geldiği bir coğrafyada yıllar boyunca yaşanmış sosyal problemlerin tanıklıklarını okuyacak, yaşanan büyük değişimleri yazarın gözünden ve gönlünden okuyup değerlendirme imkanına da kavuşacak.
Bende Kalmasın'ı Fadiş romanının devamı olarak da okumak mümkün, 95 yaşına erişmiş büyük bir yazarın hayat hikayesi olarak da. Sonuçta yazarlar; eserlerini, eserler de yaratıcılarını tamamlayan, bütünleyen ve açıklayan varlıklar değil midir?..
Bende Kalmasın / Gülten Dayıoğlu / Yapı Kredi Yayınları
Diktatörler aynı soydandır!
Elbette diktatörler aynı 'şey'in ocağındandır. Birinin hayatını şöyle bir incelediğinizde, diğerlerine dair sayısız benzerlik bulursunuz.
Ekmeğinizin özgürlüğünüzün, gelecek umutlarınızın üzerine çullanır, korkutur, sindirir ve sustururlar.
Modern İtalyan edebiyatının güçlü yazarlarından Tabucchi, Pereira İddia Ediyor adlı çok okunmuş, çok sevilmiş bu romanında okurlarını geçen yüzyılın 30'larının Portekiz'ine ve Salazar faşizmi günlerine götürüyor.
Romanın konusu şöyle...
Otoriter rejimin baskı altında tuttuğu basın sansür günlerinde hayatta kalmak için uğraş verdiği günlerde, Lisboa adlı akşam gazetesinin kültür sanat sayfasını hazırlayan Dr. Pereira, 19. yüzyıl Fransız edebiyatından öyküler çevirmekte, müptelası olduğu şekerli limonatalarla avunmakta ve rahmetli karısının portresiyle dertleşmektedir. Yaşanan siyasi çalkantılara kulak tıkayıp kendini geçmişe gömmüş olan bu yaşlı aydının rutini, ateşli bir idealist olan Monteiro Rossi ve sevgilisi Marta ile tanışınca alt üst olacaktır. Perreria, başlangıçta pek gönülsüz olsa da zamanla vicdanının sesine kayıtsız kalamayacak ve sistemin zorbalığına karşı büyüyen direnişin kahramanına dönüşecektir.
Pereira İddia Ediyor / Antonio Tabucchi / Everest Yayınları
"Gel ey özgürlük! Yeni bir düzen doğur bana"
32 yıllık kısacık hayatı boyunca dünyanın ağırlığı yüklenmiş bir bahtsızdı Attila József. Henüz 3 yaşındayken babasını yitiren, türlü acılarına tanık olduğu ve çocuk yaşta ayrı düştüğü annesini 14 yaşında kaybeden Macar şair, yoksulluğun yanı sıra giderek etkisini artıran ruhsal rahatsızlıklar yaşıyordu.
İlki 9 yaşında olmak üzere defalarca intihara teşebbüs etti, 32 yaşında, bir trenin çarpması sonucu hayata veda etti. Acıları bu dramatik kazayla son bulsa da güçlü dizeleriyla hâlâ bizim hayatımızı güzelleştirmekte.
Cem Yavuz'un Türkçesiyle yayımlanan Güzellik Dilencisi adlı kitabında da bulunan “Biraz Nefes” adlı şiiri, onun melalini en iyi anlatan şiirlerindendir:
Hükümdarım içimden hükmeder bana!
Hayvan değil insanız –
düşünen canız biz! Bir kayıt verisi olamaz
arzuyu beslerken yüreklerimiz.
Gel ey özgürlük! Yeni bir düzen doğur bana,
doğru sözle eğit ve bırak oynasın
senin bu güzel, ağırbaşlı evladın!
Güzellik Dilencisi / Attila József / Everest Yayınları
Hayat nehriyle akan düşünceler
Dünyanın en sevilen ve en çok okunan yazarlarından Paulo Coelho. On milyonlarca satmış başarılı bir yazar olduğu kadar ünlü bir gezgindir de kendisi. Kitaplarında sizi saran ruh, varlığını biraz da onun gezginliğine borçludur. Akan Nehir Gibi adlı kitabında bir araya getirilmiş gazete ve dergi yazıları da öyle...
Gezgin Coelho'nun dünyanın dört bir yanında yayımlanmış medya yazılarından oluşuyor Akan Nehir Gibi...
Bu koleksiyon, hem kendisinin akışına hem hayatın hem de bin bir çeşidiyle farklı iklimlerin ve hayat tarzlarının akışına bir gönderme içerir.
Kitap, yazarın bilindik felsefi bakışına, hayatı yorumlamasına denk düşen 100 adet yazıdan oluşuyor.
Paolo Coelho'yu sevenlerin asla göz ardı etmemesi gereken, yazarın ruhunu yansıtan kolay okunan ama bir yanıyla da düşündüren yazıların toplamı Akan Nehir Gibi.
İsmi gibi... Tıpkı akan bir nehir gibi!..
Akan Nehir Gibi / Paolo Coelho / Can Yayınları
Tedavi edici bir uğraş olarak sanat
Sanırım şu günlerde elemizde sakinleştiren, tedavi ve teselli eden bir tek sanat kaldı.
Üstelik bize dünyayı farklı görmemizi sağlayan insaniyetimizin sınırlarını çizen, güzele anlamlıya ve derinliklere işaret eden güçtür sanat. Duygularımızı üreten, onları biçimlendiren ve gönülden gönüle taşıyan araçtır.
Bu yüzden de sanatsal olanın yanı sıra sanatın nasıl doğup büyüdüğü, nasıl temel bir insan ihtiyacı mertebesine ulaştığı, gözümüzü okşayan sayısız sanat eserinin nasıl üretildiğini öğrenmek gerek.
Sanatın Kısa Tarihi, sanatın öyküsünü merak edenler için kısa ve pratik bir çözüm sunuyor.
Sanatın Kısa Tarihi / Charlotte Mullins / Alfa Yayıncılık
Geçmişin kalıntılarından yepyeni bir öykü yazmak
Belleğin Anısına bir ara ürün.
Anlatıdan romana, kurgudan belgesele gezinen türler arası bir kitap. Yazarı Maria Stepanova’nın halasının ölümü üzerine aile arşivinden yola çıkarak gerçekleştirdiği Yahudi-Rus aile kökeni araştırmasına dair belgesel niteliğinde felsefi bir anlatı.
Yazarın yaptığı ise tam olarak şu:
Halasının ölümüyle solmuş fotoğraflar, eski kartpostallar, mektuplar, günlükler ve yığınla hatıra eşyasıyla dolu bir daireye adım atan Stepanova, sakin ve kararlı ellerle bu parçaları yeniden bir araya getiriyor ve ortaya sıradan bir ailenin zulüm ve baskısıdan nasıl kurtulduğunun öyküsünü yazıyor.
Belleğin Anısına / Maria Stepanova /Can Yayınları