Her alanda hayli mesafe alıp kazanımlar elde etmiş ve 20 yıldan beri iktidar koltuğunda oturan siyasinin, kültür ve sanat alanında başarısızlık itirafı gülüp geçilmeyecek, yürek soğutma aparatına çevrilmeyecek, tam tersi çok ciddiye alınacak bir beyandır.
Çünkü bu beyan, kültürün ve sanatın bireysel ve toplumsal yapının çimentosu, dayanağı, umudu olduğunu kanıtlamaktadır. Ekonomi başta olmak üzere, bugün yaşadığımız pek çok korkunç sorun aşılabilir. Her alana çöreklenmiş kadrolaşma anında çözülüp yerine bilim, akıl ve liyakat konulabilir. Ama sanatın desteğiyle de kendini var eden kültürel yapı çökerse, işte onun geri dönüşü olmaz.
***
Emperyalizm ve işbirlikçileri, tebelleş oldukları coğrafyaların yer altı ve üstü kaynaklarını ele geçirmenin yetmeyeceğini bilir. Bu nedenle emperyalizmin en kıyıcı hali, “kültür ve sanat emperyalizmi”dir. Türkiye Cumhuriyeti’ni yaratan kurucu iradenin, kurtuluştan hemen sonra işe eğitimle, tarihle, dille, sanatla başlaması, peş peşe kurumsallaşmalar ortaya koyması, işte bundandır. Bu yüksek bir toplum algısının, memlekete dair gelişmiş bir aidiyetin, ulusal-evrensel diyalektiğine dair tertemiz bir duruş sahibi olmanın sonucudur. Bugün inanç, kan, köken, ırk, cinsiyet ayrımcılığından beslenen yoz ve yobaz ideolojilerin, neden önce bilime, sanata, düşünceye, özgür ve özerk yaratıcılığa diş bilediğini görmek ve anlamak için önce bu gerçekleri bilmek gerekir.
Bugün bu ülkede kendini sanatla tarif edenlerden, dünya görüşlerinde kurucu iradenin ve devrimlerinin olduğunu savunanlara, herkesin aklını başına alması zorunludur. Her şeyden önce kültürü ve sanatı vitrin süsüne dönüştürmemesi, terennüm-tezyinat-temaşa üçgenine sıkıştırmaması, kurumlarını ve işlerini uzayda eşi bulunmayan bir gezegene dönüştürmemesi, şımarmaması, ne oldum budalasına dönüşmemesi, bu coğrafyanın birikimlerinden, gerçeklerinden ve sorunlarından, kısaca hayattan kopmaması gerekmektedir.
Son dönemde şu ya da bu gerekçeyle, sanatı, kurumları, sanat emekçilerini tartışılır hale dönüştürmekten, vahim bir aymazlıkla estetik-düşünsel ve çözüm odaklı tartışmayla kayıkçı kavgasını karıştırmaktan çekinmeyenler, esasında nerelere su taşıyıp hizmet ettiğini görmekle, kendilerine çeki düzen vermekle, liyakate ve insan onuruna saygı göstermeyi anımsamakla mükelleftir.
***
Perdeler açılırken, o sahnelerin bu gerçeklere uygun ürünlerle, sanatın çağına ve toplumuna tanıklığıyla, yapılan işin hayata estetik ve düşünsel açıdan müdahale olduğunu unutmayan ürünlerle donatılması gerekir. “Sanatın demokratikleşmesi” hayatın ve ülkenin demokratikleşmesi için verilecek bir çabadır, yürek ve eylem yoldaşlığıdır. Kafadaki özgürlük ve özerklik sorunu çözülmeden, ben yaptım oldu, ben öyle istiyorum olacak gibi yaklaşımların, faşist ve yoz tavırlardan zerre kadar farkı yoktur. Ambalajların renginin, biçiminin, söyleminin farklı olması, sanatı hayattan kovmayı kafaya koymuş bir zihniyetin suç ortaklığı, payandalığını kabul etme ve bugünün ve yarının kuşaklarını estetik ve düşünsel bir soykırıma uğratma gerçeğini yok edemez.
Bunun yolları, yöntemleri nelerdir? Düşüncelerimizi, somut öneriler halinde sunmaya çalışacağız. Her şeye ve herkese rağmen, duruşunu, titizliğini, görgüsünü, bilgisini, yeteneğini sunanlara ve onları vaz geçilemez bir ihtiyaç olarak paylaşanlar kolay gelsin, selam olsun.