Siyaset kavramı Arapça seyislikten gelir. Seyis, dizginleme veya mahmuzlama ile atı yöneten kişidir. Bir bakıma tek adam yönetiminin kültürünü yansıtır. Arap dünyasında demokrasinin gelişmeyişini de kısmen açıklar. Oysa “politika”, “kent yönetimi” anlamındaki “polis” kavramından türetildi. Sanayileşme ile bütünleşen kentlerle birlikte “ulus devletin yönetimi” anlamında kullanıldı. Ulus devlet, birçok kent ve halkı barındırırken, tek merkez ve tek kişi yerine, daha ilk çağlardan beri demokrasi ve katılım arayışında oldu. Bu yüzden dilimizde “siyaset” kavramının yaygınlığına rağmen, ben “politika“ kavramını daha doğru buluyorum.

Eski Orta Asya’da Türk kültüründe Bey, kendine yetki verilen yetenekli tek adam olmasına rağmen, bilgeler (yaşlılar) kurulunun katılımına izin verir. Ayrıca soy ve boy dış tehditlere karşı tüm halkıyla, bir bütün olarak katılır. Devlet İmparatorluk olunca, bu katılım beyler kurulu ile sağlanır. Ne var ki, bu süreç Osmanlıda Fatih Kararnameleri ile sonlandırıldı. Türkmen Beyleri yerine, sarayın mutlak kulları olan devşirme paşalar ağırlık kazanınca, tabandaki Türk halkının katılımı da kısıtlandı. Osmanlıda asırlar boyu devlet, üç bileşenden oluştu: Sultan, merkezi ordu ve merkezi bürokrasi.

Bu devlet yapısında tabandaki toplum büyük ölçüde kendi haline bırakıldı ve ihmal edildi. Tabandaki halk, başının çaresine kendi baktı. Eğitim, bilim, imar, altyapı, üretim, ekonomik verimlilik ve teknoloji devletin sorunu değildi. Halkın kendi sorunuydu. Halk kendi başına ve kendi halinde yaşıyordu. Sonuçta devlet ile halkın arasında büyük bir uçurum oluştu. Tepedeki üçlü yapıyı güçlü tutmak, ganimetler kesilince, Anadolu halkının ödediği vergi ve asker desteğine kaldı. Devlet, ancak dış koruma sağlardı. Üstelik son Hanedan işgalci ve sömürgecilere yardımcı oldu.

Mustafa Kemal’in Vatanı kurtarma Stratejisi tam bu yaklaşımın tersi oldu. O, halka inanıyordu. Halkı, kurtuluşa inandırdı. Müdafaa-i Hukuk Dernekleri ile halkı örgütledi. Halkın katılımı ile Sivas Kongresini ve TBMM kurup, hakimiyetin kayıtsız, şartsız Milletin ve onun temsilcisi TBMM’de olduğunu gösterdi. Halkçılık deklerasyonu “9 Umde“ ile açıklandı. Kurtuluşu ve kuruluşu halk katılımı ile yaptı. Cumhuriyeti; halka, gençliğe ve Partiye emanet etti. CHF, bunun için kuruldu. Halkı eğitmek ve çağdaşlaştırmak için köklü devrimler yaptı. Anadolu hareketi halkın, kendi kaderine sahip çıkma hareketi oldu. Kurumsal sistemler oluşturuldu. Halkın refahı için kalkınma ve Sanayileşme başladı. Ne var ki, yeni sistemi yerleştirme ve çıkarları bağdaşmayan geleneksel kesimleri kontrol mücadelesi ile İkinci Dünya Harbi koşulları, Hem CHP’yi hem devleti bürokratik yapılanmaya itti. Çok partili Sistemde muhalefet, daha çok tabanın sesine kulak verdi. Bu gelenek içindeki partiler bu algıyı başarı ile kullandılar. Oysa CHP, devleti yeniden kurarken “tepedeki baskıcı bürokrat” devlet kültürü algısı yarattı. Bu algı bu güne kadar CHP’nin günahı olarak kaldı. Halk hep tabandan gelen, kendini yansıtan liderlere eğilim gösterdi. Bayar ve Menderes, asker kökenli liderlere göre tabandan geliyordu. Demirel, çoban Sülü ve Isparta şivesi ile tabandan, halkın içinden gelme birisi idi. Gerek Demirel gerekse Özal bürokratik geçmişi olan generaller karsısında öne çıktılar.

1990lı yıllara doğru gelirken ülke sanayide önemli bir yol kat etmiş, ülkenin kırsal nüfusu iş, aş ve eğitim nedeniyle büyük kentlere akmıştı. Kırsal kökenli yığınlar kentlerin, varoşlarını oluşturan gece- kondu bölgelerine yerleştiler: Kent kültürüne uyumda sıkıntı çeken bu kitleler, çoğu kez muhafazakar tepki kültürü oluşturdular. AKP, bu kültürün temsilcisi olarak siyasete katıldı. 1990’lı yılların yönetim zaafı ve arka arkaya gelen ekonomik krizlerle, emperyal güçlerin Orta Doğudaki yeni arayışları AKP’nin iktidar olmasını kolaylaştırdı. Ancak AKP ikinci döneminden sonra, Atatürk’le gelen kurumlaşmış sistemleri devre dışı bırakıp, tek adam yönetimine geçiş ile ekonomi politikalarında başarısız oldu. AKP; tek adam yönetimi ile Meclisi, Bakanlıkları ve önemli kurumları işlevsizleştirdi. Ayrıca yürütme karşısında medya ve yargıyı kontrol altına alındı ve partinin baskıcı devlet kadroları oluştu.

İşte tam da bu yönelimler karşısında, uyuyan dev uyandı. Halk, yeniden Atatürk’e ve ülkeye kazandırdığı değerlere yöneldi. Kurtuluş, kuruluş ve onurlu toplum değerleri arayışına girdi. Bu gelişmeler CHP’yi de harekete geçirdi. CHP, devletle bütünleme kültürü ve rolünü, AKP’ye bıraktı. Atatürkçülükle çizgisinde halk ile bütünleşme gayretini, yeni bir strateji ile ortaya koyma uğraşında. Ülkedeki Büyük kent belediyelerini kazanması ve tabanda millet ittifakı arayışları bu yündeki gayretler…. Üstelik AKP baskısı ile ataleti yenerek hareketlendi. CHP’nin yeniden “Halkın Partisi” olma ve “Yeni Halkçılık” yönündeki stratejisi, sadece CHP’yi değil, ülkemizin politik yapılanma ve gelecek arayışlarını da yapılandırma potansiyeli taşıyor.