Bu garip dünyaya ilk ağıtla "Merhaba" dememden 72 gün önce, 7 Kasım 1971'de, yaşasaydı yarım yüz yılı devirecekti ya, tam 50 yıl önce bugün yani; 6 çocuklu KOYUNCU ailesinin, 5. ferdi olarak Artvin'in Hopa ilçesine bağlı Yeşilköy'de; Cavit Bey'den oldu minik Kâzım, Hüsniye Hanım'dan doğdu...
Mücadelelerle dolu yokluk yıllarıydı...
Geçim kaygısı içindeki Cavit Bey, ancak 10 Mayıs 1972'de nüfusa kaydettirebildi devremi, minik Kâzım'ı...
Babaannesinden masallar, Hopa'nın ünlü Laz kemençecisi olarak bilinen ve "Kemençeci Yaşar" lâkabıyla anılan Yaşar TURNA'dan türküler dinleyerek büyüdü...
Okumayı seven yapısı; çocukluğundan itibaren, yakın çevresi tarafından fark edilmişti...
Müziğe ortaokul dönemlerinde babasının aldığı mandolinle başlayan Kâzım; futbola da ilgiliydi ve köydekilerin aksine, koyu bir Trabzonspor taraftarıydı...
1989 yılında üniversiteyi kazandı ve köyünden ayrıldı Kâzım KOYUNCU...
İstanbul Üniversitesi'nde, Kamu Yönetimi Bölümü'ne kayıt yaptırdıysa da, üniversitede pek parlak bir öğrencilik dönemi yaşayamadı...
Sanat tutkusu ağır basan ve müzik çalışmalarına o dönemlerde ağırlık veren Kâzım; 1992 yılında, Ali ENVER'le beraber "Dinmeyen" adındaki müzik gurubunu kurarak profesyonel müziğe başladı...
Öğrencilik yıllarında tiyatro oyunlarına da müzik yaptı...
1993 yılında okulla ilişiğini tamamen kesti. O yılları şöyle anlatır bir röportajında:
"Zor dönemler… Ya okulu bitirip kaymakam falan olacaksın veya kendi istediğin işi yapacaksın... Ama hep soru işaretleri olacak kafanda... Sonu nereye varacak? Bu tercihlerden, soru işaretli olanını tercih ettim..."
*****
Aykırıydı, âsiydi hep… Doğduğu coğrafyanın yaşamsal zorluğu karakterine yansımıştı, hemen hemen her Karadeniz çocuğu gibi… Kimseye eyvallah etmeden, el etek öpmeden; bu kavanoz dipli dünyada, kendi tercihini yaşıyordu...
Bu hırçın, Karadeniz çocuğu; yaşamsal uğraşısının, sonuna kadar tutkuyla bağlı olduğu müzikle olmasını istiyordu...
İçinden gelen sesi dinledi ve yalnızca müzik yapmaya karar verdi... Karadeniz müziğini; Rock müzikle birleştirip, kendi tarzını yarattı...
Aynı sene arkadaşlarıyla beraber "Zuğaşi Berepe" isminde bir grup kurdu. Bu grubuyla birlikte; "Dinmeyen" grubuyla da çalıştı... Çalıştı da, çalıştı! Çabaladı, mücadele etti hep! Tırnaklarıyla kazıdı... Hayatının özeti buydu...
Yeni kurduğu grupla ilk albümü, "Va Mişkunan"ı 1995 yılında yayınlarken; Kâzım KOYUNCU’nun bu yeni tarzı, müzikseverler tarafından çok beğenildi...
Birlikte çalıştığı "Dinmeyen" grubu, 1996 yılında, "Sisler Duvarı" albümünü çıkarmasının hemen arkasından dağıldı...
"Zuğaşi Berepe" grubu da; 1999 yılında, ikinci albümleri "İgzas"tan hemen sonra...
*****
Sanatında her zaman denemeler ve yenilikler yapan, Karadeniz müziğinin, sert ve de duygusal yapısını eserlerine yansıtan Kâzım; ilk kişisel albümü "Viya!" yı, 2001 yılında çıkardı...
Ama esas çıkış noktasını; 2002 yılında yayınlanan, "Gülbeyaz" adındaki televizyon dizisinin müziklerini yapmasıyla yakaladı...
Dizinin arkasından konser programları artmaya başladı ve 2004 yılında, ikinci solo albümü "Hayde!"yi çıkardı...
*****
Bir tesadüf sonucunda öğrendiği kanser illetinin teşhisi konulduğunda; takvimler, 2004 yılının Aralık ayını gösteriyordu...
Ve Şiir Ceketli Çocuk, Kâzım KOYUNCU; sadece, altı aylık bir ömrünün olduğunu bilmiyordu...
Doktorlar, kendini fazla yormaması gerektiğini söylese de; Kâzım KOYUNCU, içindeki bitmek tükenmek bilmeyen müzik Aşk'ıyla konserler vermeyi sürdürdü...
Anadolu'nun çeşitli yerlerinde; müzikseverlerin buluştuğu, yüzlerce konser verdi...
Son konserini; 4 Şubat 2005 tarihinde, Taksim'deki Yeni Melek Gösteri Merkezi’nde gerçekleştirirken, "Ha kanser, ha konser!" diyerek; hayatı pahasına, müziğe devam edeceğini duyurdu adeta...
Bu kısa ama etkili olabildiğince hüzünlü slogan, sevenleri tarafından hiçbir zaman unutulmadı...
*****
Hayatında hüzün vardı ya bu melankolik ADAM’ın, bunu üretimlerine ve albümlerine de yansıttı… Hüzün kokan albümlerinde, Türkçenin yanında; Lazca,
Hemşince ve Gürcüce eserlere de yer verdi Kâzım KOYUNCU...
Ve yalnızca Karadeniz bölgesinde değil; yurtiçi ve yurtdışından da, geniş bir kitle tarafından sevildi...
Bir röportajında: "Çocukken Şiir'le güzel oynuyordum… Şair'lerle çok uğraşıyordum... Bir ceket yaptırmak istedim o zamanlar; İstanbul'a gelirken, Şair ceketi!" diyen KOYUNCU;
Şair ceketiyle gelemediği İstanbul'da; tüm Türkiye'nin sevdiği bir sanatçı saygınlığıyla, tedavi gördüğü hastanede, 25 Haziran 2005'te, henüz 33 yaşındayken bizlere ‘elveda’ dedi!...........
*****
Ben her anımsadığımda, her andığımda devremi, üstündeki Şair ceketini en ince ayrıntılarına kadar; görebiliyor, duyumsayabiliyor, hissedebiliyorum...
Ya siz dostlar? Aslolan hissetmek ya! Görebiliyor musunuz üstündeki Şair ceketini Kâzım KOYUNCU’nun? Duyumsayabiliyor, hissedebiliyor musunuz?
Şair Ceketli Çocuk, 50 yaşında...
Şimdi doğduğu köy olan Yeşilköy'de, fındık ağaçlarının çevrelediği köy mezarlığında yatıyor Usta... Ebedi istirahatgâhında...
Anısına, doyamadığımız üretimlerine ve hatırasına saygıyla…