Kitabın ortasından bir tümceyle konuyu sürdürelim: “yerel yönetim” kavramına dair radikal ve geri çevrilemez dönüşümü, genelde sol düşüncenin öngörülerine, pratikte sosyal demokrat yerel yönetim anlayışına borçluyuz. Bugün kanıksanmış “belediye” adlandırması yerine “yerel yönetim” kullanılması bile bunun sonuçlarından biridir. Yalnızca bir yönetim tanımlamasından ve çalışma biçiminden değil, oluşumundaki dinamiklere saygınlık-işlerlik kazandıran ya da bekleyen bir demokrasi algısı ve anlayışından söz ediyoruz.
Türkiye Cumhuriyeti, bir yandan çürümüş bir düzenin ve yol açtığı felaketlerin dertleriyle uğraşırken, bir yandan da yeni bir devlet-toplum örgütlenmesinin üstesinden gelmeye çalıştı. Bunun toplumsal, ekonomik, kültürel açıdan yaşattığı sorunları anlamazlıktan gelmek ve hakkını vermemek için, ya küf tutmuş cehalete, ya süzme vicdansızlığa ya da tepeden tırnağa gerici zihniyete sahip olmak gerekir. Bugün üç cenahlada yeterince muhatabız. Asıl üzücü olan, hamasetle eklenmeye çalıştığı Cumhuriyet ideal ve öngörülerinden bihaberler ile dönemin koşullarına dair zerre kadar fikri olmayanların, elbirliğiyle kopardıkları teneke gürültüsü içinde, gerçeklerin işitilmemesidir. Gerici zihniyeti onaylamasam da anlarım, geri kalanını tanımlamaya gelince, asıl yürek paralayıcı işte budur.
Cumhuriyetin devrimsel niteliğini, kesin ve net rotasını, 700 küsur yıl “kul-ümmet” olarak yaşamanın genetik mirasına rağmen, kongrelerden başlayıp TBMM’ye kadar her alanda ortaya konan demokratik çabayı bir tarafa bırakalım. Geçen haftaki yazımızda, devralınan belediyelerin ve vahim durumlarının kısa bir dökümünü yapmıştık. Geliniz, Gazi’nin İnönü’ye Başbakanlık teklifi yaptığı mektuptan yola çıkarak, memleketin 1923 özetine bakalım.
Bakalım ki, iki gün sonra bir halkın kalbindeki sonsuzluğa uğurlanışının 83. yılında Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü neden ve nasıl anmak gerektiğini, dahası bugün bizim neler yaptığımızı ve nelerle uğraştığımızı düşünelim.
“Bizi yine büyük bir savaş bekliyor. Bize geri, borçlu, hastalıklı bir vatan miras kaldı. Ülkenin kuzeyini güneyine, batısını doğusuna bağlamamız, vatanın bütünlüğünü sağlamamız şart. Denizciliğimiz acınacak durumda. Köylümüzü topraklandırmalı. Doğudaki aşiret, bey, ağa, şeyh düzeni Cumhuriyet’le de insanlıkla da bağdaşmaz. Bu durumu düzeltmeli, halkı kurtarmalıyız. Her yerde tefeciler halkı eziyor. Salgın hastalıklar insanlarımızı kırıyor. Telefon, motor, makine yok. Kiremiti bile ithal ediyoruz. Halkın eğitimi hiç çözülmemiş. Kültür eserleri kaçırılmış, kaçırılmaya devam ediliyor. Bütçemiz, gelirimiz yetersiz. Cumhuriyet’e uygun bir Anayasa’ya gerek var. Ama yılmamak, ucuz, geçici çarelerle yetinmemek, halkı kurtarmak için sorunları çözmek, kalkınmak, ilerlemek, milli egemenliğe dayalı, uygar ve özgür bir toplum oluşturmak, yüzyılımızın düzeyine yetişmek, kısacası çağdaşlaşmak, bu büyük ideali tam olarak başarmak zorundayız. Bu ana kadar bu ideali koruyarak geldik. Bundan sonra daha hızlı yürümek zorundayız. Bunun için gerekli yöntemi, yolu birlikte arayıp bulacağız. Yoksul ve esir ülkelere örnek olacağız. Kaderin bizim kuşağımıza yüklediği kutsal bir görev bu. Bu büyük görevin ağırlığını ve onurunu seninle paylaşmak istedim. Allah yardımcımız olsun!” (30 Ekim 1923)
Bu ahval ve şerait içinde, Cumhuriyetin ilk yıllarında “belediye” anlayışı, geçmişteki gibi merkezi otoritenin yönlendirmesi ve tayinleriyle donatıldı. Çok adaylı seçimler için 1930 yılı beklenecekti. “Az zamanda çok iş yapanlar kuşağı” bu sorunların çözümü ve bir daha yaşanmaması adına dev adımlar atarken, nelerle uğraştı derseniz, size başta “Söylev” olmak üzere, kütüphaneler dolusu yapıt arasında dolaşmanızı öneririm. Onlar resmi ağızdan konuşuyor diyorsanız -ki demenize bile gerek yok- karşıt düşünceleri dillendirenleri de okumalısınız. Sağlıklı sonuca nasıl ulaşacağız diyenlere de, beyinlerinden ve yüreklerinden başka gösterecek adresimiz olamaz. Devlet/belediye/yerel yönetim ve demokrasi diyalektiğini anlamak, çağdaş yerel yönetim modelleri ile günümüz Türkiye’sindeki uygulamalarını oranlamak ve en önemlisi merkez-yerel ilişkisinin hal-i pür mealini görmek zorundayız. Önümüzdeki yazı bunlara dair olacak.
Başöğretmenimizin büyük hatır ve hatırası önünde, saygıyla, minnetle eğiliyorum.