“Kendi saflarında dövüşmeyen, dövüşmüş olur karşı saflarda!”
Bunun seçimcesi:
“Seçime gitmeyen veya istediği şıkkı seçmeyen, İstemediği şıkka oy vermiş sayılır.” (Ş. G.)
Şimdi siz, yarınki seçimle ilgili ahlam keseceğimi veya manüplasyon yapacağımı sanıyor olabilirsiniz! Yağma yok! On yılların iletişimcisi olarak, seçim yasaklarını göz ardı eder miyim hiç?
“Seçim” veya “seçme” sözünün anıştırdığı bazı kıssalardan hisseler çıkarmak niyetindeyim:
Önünüze iki kablo uzatılıyor. Birinde elektrik akımı var, diğeri boş. Birinden birini seçmeniz istenirse, sağ kalma olasılığınız yarı yarıya. Aman dikkat!...
Soğuk bir akşamüzeri. Tek köprü ve onun başından üşümüz ürpermiş bir yaşlı adam. Sırayla atlılar geçiyor önünden ve köprüden. 1, 2, 3, 4, 5, 6...
Adamda kıpırdanma yok. Nihayet, yedinci atlıya sesleniyor:
-
Bu yaşlı adamı atınızın terkisine alıp, öbür yakasına geçirir misiniz bayım?
Atlı, zavallının dileğini yerine getirir ama, adama sorar:
-
Merak ettim; benden önce altı avcı geçti, hiçbirinden yardım istemediniz. Neden böyle yaptınız?
İhtiyar:
-
Onların hiçbirinin yüzünde, bir yoksula iyilik edecek sevginin ışığını göremedim de ondan...
(Sevgi ışığı saçanları görmek gerek!)
**
Hierapolisli (Pamukkale) Stoacı Filozof Epiktetos'a, densizin biri, sataşır:
-Köle oğlu köle!
Bizimki, sükunetle cevap verir:
-
İyi ama, ben doğmadan önce, “şu adamla şu kadın evlensin de onlardan ben doğayım” deme şansına sahip değilim ki! Ancak, şimdi dostlarımı seçme hak ve şansım var, ancak seni seçmiyorum!
(Seçmek ve seçilmek: İşte bütün problem bu!)
Dünyanın en varsıl kişilerden Henry Ford öldüğünde üç çocuğu, kalan mirası şöyle bölüştüler:
Kızı kalan bütün parayı, bir oğul bütün fabrikaları, bir oğul ise sadece “FORD” ismini aldı. Anımsayalım: Hangisi ayakta kaldı?
(Parayla marka kolay yaratılmaz ama, marka para kazandırabilir.)
Türk edebiyatının anıt yapıtı Dede Korkut'ta, eli tırpanlı Azrail, kendisi yerine canını bağışlamak isteyen birisini bulmasını önerir. Anası, “can tatlı veremem”, babası “can aziz bağışlayamam,” karısı ise “Can ne ki feda etmeyeyim?” der.
Allah'ın buyruğuyla Azrail, Deli Dumrul'un da,
Canım isterse canan, minnet canıma,
Bir can nedir ki feda etmeyeyim cananıma?”
(FUZULİ)
Adam hem yoksul, hem kör, hem de çocuksuz.
Birden Hızır Aleyhisselam görünüyor ona ve diyor ki:
-
Dile benden ne dilersen!
Adam da -sizin gibi- cin fikirliymiş ki:
-Oğlumun altın topla oynadışını göreyim!..
(Adam, tek şey istiyor işte!)
-Padişah, yeni göreve atandığı zenci Lala'ya, sefertası vararak, medresedeki (okul) oğluna götürmesini buyurmuş:
-Bakarsın, çocukların içinde en güzel hangisiyse ona verirsin!
Lala da öyle yapmış: Onca çocuk arasında, en güzel gördüğü kendi oğluna vermiş beslenme çantasını...
(Herkese kendisininki güzel: Akıl bile.)
İlçağda, Aydın'ın Söke ilçesi Güllübahçe köyünde Priene kenti vardı. İdeal bir uygarlık merkeziydi bu küçük şehir. Halkı, mutlu olmanın sırrını “kentlerini güzel kurdurmuş olmak ve yöneticilerini iyi seçmek!”
Bu konuda ünleri öylesine yaygınlaşmıştı ki; başka kentlerin yöneticilerini seçme konusunda yardım istendiği oluyordu. Bizimkilerden birkaç kişi; gezgin, dilenci, ziyaretçi vb kılık ve gerekçelerle, yönetici seçilmesini isteyen şehre giderdi. Bu kimin olduğunu; o yerden kimlerin namuslu, sözünün eri vb gibi erdem sahibi olduğunu öğrenir; görüşlerini birleştirerek;
-Falanca adamı veya kadını kendinize baş yönetici seçim derlerdi. Tarih bize; böyle dürüst yönetime kavuşmuş polis (şehir) örnekleri bildiriyor.
Demek ki neymiş: Mutlu yaşamanın yolu, iyi yönetici seçmekten geçiyormuş.
Karpuzu iki elinin arasında çıtırdatarak, kavunu koklayarak seçeriz; yöneticilerimizi ise aklımız ve vicdanımızla...