Unutulmaz çizerlerimizden Semih Balcıoğlu’nu, içinde bulunduğumuz ekim ayının 27’sinde, 27 Ekim 2006 günü İstanbul’da sonsuzluğa uğurlamıştık. Tam 17 yıl geçti. Yaşasaydı (d.1928) bugün 95 yaşında olacaktı. ‘Unutulmaz Çizer Semih Balcıoğlu’ yazı dizisini, onu özlemle anma, bugünün Türkiyesi için dün ne söylemiş görme adına kaleme aldım

Semih Balcıoğlu ile ilgili işbu yazının başında hemen birkaç sıfatını sıralamam gerekiyor: “Dünyanın en yakışıklı çizeri”, “Dünyanın en güzel kahkaha atan çizeri”, “En çalışkan ve üretken çizerlerden”, “Beyefendilikte üstüne bulunmaz çizer.”

Semih ağabey, şimdi gökyüzünde yıldız ya; her zamanki ince kişiliğiyle hemen uyarı ışığını gönderdi, “rica ederim!” diyor. Bu, “kes, uzatma” anlamında; peki.

Sevgili kedisine “Cim Bom” adını verecek denli koyu Galatasaraylı ama ne zaman Galatasaray ile ilgili bir fıkra anlatsam Fenerbahçe fıkrasıyla hemen yanıt verecek denli hazine varsıllığına sahip bir rakip.

 

'EMRİN OLUR GENEL BAŞKANIM'

Şimdilerde çoluk çocuk elimizden düşürmediğimiz cep telefonlarının olmadığı yıllar. Akşam Karşıyaka’daki ev telefonum çalıyor:

Merhaba. Nasılsın?

Sağ ol sayın Genel Başkanım, iyiyim. Sesini duydum daha iyi oldum.

Ben de öyle. Yarın akşam İzmir’den Nevşehir’e kalkan otobüse bir bilet alıyor, sabahleyin gelip beni Dedeman Otel’de buluyorsun. Fotoğraf makinanla, pijamanı al gel! Ben doğrudan İstanbul’dan geçiyorum.

'Niçin?' demek abes. O nedenle, “Emrin olur sayın genel başkanım” diyorum. Biraz daha konuşuyor, görüşmemizi sonlandırıyoruz. Gerçekten yarın Nevşehir’e niçin gideceğim, Semih ağabeyi Dedeman Otel’de niçin bulacağım konusunda en ufak bir bilgim yok. Olmasın da; sürprizlere yelken açmaya hazırım.

Semih ağabeyin genel başkanlığı konusuna gelince, kendileri bir dönem Türkiye Gazeteciler Sendikası (TGS) Genel Başkanı'yken ben İzmir Şube Başkanı'ydım. Yani bizim ast üst ilişkimiz siyasi partilerdeki ast üst yapılanmasına hiç benzemez; karşılıklı saygı  ve sevgi temel öznedir; birlikte çalışmaktan rakı kadehi tokuşturmaya uzar gider...

Bir Nevşehir sabahı damladım Dedeman Oteli’ne, odasına çıktım, kapıyı tıklattım. Belli ki deliksiz uyumuş, son derece dingin bir yüzle gülerek beni karşıladı: “Hoş geldin. Yordum seni!”

Biraz kibarlığım varsa harcında Semih ağabeyden pay bulunur: “Rica ederim!”

Enis Batur, Yapı Kredi Yayıncılık adına öneride bulunmuş, “Bize Kapadokya’yı çiz” demiş. Kapadokya’yı çizmek epeydir Semih ağabeyin de düşlerinden biriymiş, “olur” diye yanıt vermiş. Onun için buradaymışız. O, desenlerine çalışırken ben de dilediğimce fotoğraf çekecekmişim. “Hadi” dedi, “şimdi aşağıya kahvaltıya inelim, omletlerimizi yiyelim, çaylarımızı içelim.”

Otelin kahvaltı salonundaki tüm masalar Japon turistler tarafından doldurulmuştu. Onların anlaşılmaz dillerini bağırış çağırışa dönüştürmeleri sonucu oluşan aşırı gürültüleri karşısında biz ikimiz neredeyse hiç konuşmadan omletlerimizi yedik, çaylarımı içtik. Beş gün sürdü çalışma, beş keyif dolusu gün ve ne çok anı.

Semih Balcıoğlu, Teşvikiye'deki evinin çalışma odasında.

KAHKAHALARI YÜKSELDİ

Nevşehir’de olduğumuzu kimse bilmiyor sanıyoruz ama ilk günün akşamına doğru ziyaretçimiz vardı; Nevşehir’in o yıllarki valisi Şinasi Kuş. Semih ağabeyin karşısında; bir sanatçıya, hele hele bir çizere, işi muhalefet etmek, eleştirmek, muhalefet eder eleştirirken güldürmek olan bir sanatçıya tokalaşmak için elini saygıyla uzattı ve aynen şöyle dedi: “Semih Bey, şehrimizde olmanızdan büyük onur ve mutluluk duyduk. Hoş geldiniz!”

Ömrümde böyle bir valiyi gördüğüm için (diğerleri Recep Yazıcıoğlu, Kemal Nehrozoğlu, Nuri Okutan, aynı liseden mezun olduğumuz Kayhan Kavas ve Hüseyin Öğütçen), ‘vali nedir’i anlatmak adına, bunu özellikle yazmak, genç kuşaklara valinin tanıtımını böyle yapmak istedim. Evet, Kapadokya çalışmamız sırasında çok anı biriktirdik Semih ağabey ile. Dinlenmelerimizde karşılıklı fıkra anlatmalarımız birbirini kovaladı. Her defasında iri bukleli Semih Balcıoğlu kahkahaları ise şimdinin pek ünlü Kapadokya balonları gibi peribacalarının üstlerine yükseldi.

  Güle Güle İstanbul'un kapağını süsleyen unutulmaz karikatürü

YER ALTI ŞEHRİNE YOLCULUK         

Sıra yer altı şehirlerini görmemize geldi, sabah proğram yapıyoruz. Biraz muzırlık olsun diye, “En çok katlısı, en derin olanı Derinkuyu’ya gidelim” diyerek önerimi sunuyorum.

           - Nereden biliyorsun?

           - Okudum. 85 metre derinliği varmış, on sekiz katlıymış, zamanında 20  bin kişiyi barındırmış…

           - Allah Allah!

          Niğde karayoluna çıktık, 30 km uzaklıktaki Derinkuyu ilçesine ulaştık. Yeraltı şehri burada. İkimiz de daha önce yeraltı şehri görmediğimizden karşımıza tünellerin çıkacağının ayırdında değiliz. Merakla girdik. Yürümek ne sürünüyoruz. Hadi ben dikiş iğnesi gibi inceyim de Semih ağabey kilolu. Sürün babam sürün; canımız çıkmaya başladı. Bir yere geldik ki Semih ağabey tıkandı. Kafasını bir yerlere vurmasından da ayrıca korkuyorum. Oturdu, sırtını dayadı ve döktürdü: “Bu yer altı şehrini yapanın da, gelip burayı gezenin de...” Dolayısıyla Semih ağabeyin öfkesi yeraltı şehirlerini inşa eden Friglere, Perslere, Bizans dönemine değin uzanmış oldu. Oysa tüf olarak da bilinen süngertaşının insan eliyle oyulması sonucu yapılmış bu ve bölgedeki diğer yeraltı şehirleri; turistler açısından, özellikle de Kapadokya bölgesini sahiplenmiş Japonlar için son derece albenili yerlerdi. “Buraları bizim için değil hepsi de kısa boylu olan Japonlar için yapılmış Semih ağabey, hadi kendimizi dışarı atalım” dedim.

Kendi mürekkebinden portresi

O PANSİYONDA DİZİ ÇEKİLDİ  

Diğer bir gün Ürgüp’e gittik. Pek beğenmiştik.

-       Semih Ağabey!

-       Efendim?

           -     Keşke Nevşehir yerine Ürgüp’te kalsaydık. Pek şirinmiş, tam bizlik.

-       Haklısın.

Derken yolumuz Mustafapaşa (Sinasos)’ya düştü. Dingin bir yerleşim yeri. Önü sıra geçtiğimiz bir yapı, cephesinin güzelliğiyle ilgimizi çekti. Üst katta yan yana sıralı üçerden altı pencerenin vitraylı camları yapıya olağanüstü güzellik katıyordu. “Hadi gel, içeriye girip dolaşalım, bakalım burası neymiş” dedi. İki kanatlı büyük, ahşap kapıdan içeriye girdik. Bir avlu, avlunun ortasında güleryüzlü bir bey bizi karşıladı. Yaşça büyük olduğu için söz Semih ağabeyde: “Merhaba. Binayı dışarıdan gördük, çok beğendik, görmek istedik.”

Avludaki bey avluyu, üst katı gezdirdi, odalara girdik çıktık, vitray camlı pencerelerden süzülen ışık içimize yansıdı. Pansiyonmuş. Bina, 1887 yılında inşa edilmiş. Zamanında buranın yerlisi bir Rum ailenin yazlık eviymiş. Ev, 1924 mübadelesinde el değiştirerek Türklere geçmiş. “Çok güzelmiş, çok da temiz. Temizliği tuvaletlerinden hemen anlaşılıyor. Kutluyorum sizi. Bir dahaki gelişimizde eşlerimiz de yanımızda olsunlar, burada kalalım” dedik.

Aradan üç beş ay geçmişti ki bir gazete haberi okuyorum. Daha sonraları televizyonda pek ünlü olan Asmalı Konak dizisi bu mekanda çekilmeye başlamış. “Gitti” dedim, “bizim yer.” Öyle ya, filmcilerin girdikleri yer darmadağın olmaz mı? Oysa güzelim yapıyı ne de güzel keşfetmiştik, iki üç gün burada kalacaktık.

Mustafapaşa yerleşim yerinden bir iki satır daha söz edeyim: Bizi hayran bırakan yapıdan çıktık, yürüyoruz. Yol üstü küçük, şirin bir büfe ile karşılaştık. Önündeki tahta sandalyelere attık kendimizi.

            - Hoş geldiniz!

            - Hoş bulduk, dedik. Semih Ağabey sürdürdü:

            - Ne güzel yaşıyorsunuz burada sokaklarınız, evleriniz bakımlı, hep beyaza boyamışsınız; pek hoşuma gitti.

            Gazoz içelim, dedik. İçtik, az soluklandık. Kalktık.

            - Borcumuz?

            - Para alamam. Siz yabancısınız, konuklarımızsınız.

            Yaşça büyük olduğu için söz yine Semih Ağabey de:

            - Ama olur mu kardeşim, burası senin ekmek kapın.

            - İki ikram gazozun sözü mü olur beyefendi…

Israrın anlamı yoktu, teşekkür ederek ayrıldık. Önce, o güzelim binanın varlığı ardından bu temiz kalmayı başarmış yerli insanın sıcak davranışı içimizi ısıtmıştı. Daha sonra Ürgüp Belediyesi, Semih Balcıoğlu Sanat Galerisi adıyla bir galeri açtı bölgede. Parka da adını verdi. Galeri duruyor mu, bilmiyorum. Parkın yeşilliğini suluyorlar mı, onu da bilmiyorum; her şeyi talan etmeye kurgulu yönetimler var başımızda…

Semih Ağabey, Antik Efes'te çizim çalışırken.

ESKİZLERLE DOLU DEFTER

            Bir gün yine ev telefonu çalıyor:

-       Ne yapıyorsun?

-       İyiyim Semih ağabey, Karşıyaka’dayım.

-       İyi. Sana şimdi bir telefon numarası ve adres vereceğim. Gidip oradan Cemal Nadir’in desenlerinin olduğu defteri alıp bana kargoyla göndereceksin.

Semih ağabeye Karşıyaka Bostanlı’dan Demir Özbatu adlı emekli albay bir beyefendi telefon açmış, “Çocukluğumda Bursa’da oturduğumuz sıra bir doğum günü partime davetli olarak komşumuz Cemal Nadir de gelmişti, babamın ahbabıydı. O davette kim varsa, deftere eskizlerini çizmiş. Defter yıllardır bende. Benim çocuklar bu defterin değerini bilemezler, o nedenle defterin emin yeri sizin kütüphanenizdir, size vermek istiyorum” demiş. Karikatür çalışmalarının ilk yıllarında kendisini etkileyen bir ad olan Cemal Nadir’in eskizleriyle dolu defter bu yolla Semih ağabeye ulaşmış oldu.

IMG_5580

Çağdaş Türk karikatürü ve Balcıoğlu

Semih Balcıoğlu’nun, 50'inci sanat yılını kutlaması dolayısıyla Garanti Sanat Galerisi’nde açtığı sergi için Buket Öktülmüş, kendisiyle bir söyleşi yapar. Söyleşi, Hürriyet Gösteri Dergisi'nin Şubat 1993 sayısında yayımlanır. Türkiye’yi, “karikatürcüler açısından cennet ülke” olarak nitelendiren Balcıoğlu, bu tümcesinin ardından kendisiyle ilgili bilgi veriyor: “Basının inanılmaz temposu içinde 30 bin karikatürüm yayınlandı. (…) 12 kitabım var. Toplam 35 sergi açtım. Bir o kadar da ödül aldım.” (Söyleşinin yapıldığı 1993 yılı itibarıyla LD)

Balcıoğlu’nun, röporataja verdiği yanıtlarda, “Karikatürümü daima insan ve toplum sorunları üzerine eğilerek çizdim. Bundan sonra da böyle çizeceğim” tümcesini özellikle vurgulamak gerekiyor. Bir sanatçı, bir karikatürcü olarak kendisi ve çizer arkadaşları bir dönem öyle kabul görmektedirler ki; ilginçtir, dönemin İstanbul Belediye Başkanı Bedrettin Dalan, üstümüzden buldozer gibi geçen, serpintileri hâlâ tüm şiddetiyle süren 12 Eylül askeri darbesinin resmi kabulü Başbakan Turgut Özal’ın emriyle, Unkapanı Kemerleri’ne yakın Kovacılar Sokağı’nın köşesindeki Osmanlı yapısı tarihi bir mülkü karikatür müzesi olarak kullanmaları amacıyla Karikatürcüler Derneği’ne tahsis edecektir. Önce Başbakan, sonra Cumhurbaşkanı Özal, kendisini yerden yere vuran pek çok karikatürü, çizerlerinden alarak duvarlarına asacaktır. Gel de şimdiki zamanda karikatür seven bir makam arama!  

Eskilerin karikatürcülerinin elleri fırçanın yanı sıra kalem de tuttuğu için 1970’li yılların başında Semih Balcıoğlu, dostu Ferit Öngören ile önemli bir kitaba imza atar. Kitabın adı ‘50 Yılın Türk Mizah ve Karikatürü’dür. Ben, ülkemizin biricik karikatür tarihçisi olarak dostum Turgut Çeviker’i kabul etsem de, bu kitap da önem taşır.

IMG_5582                                      

Bir İstanbul çizeri

Semih Balcıoğlu için bu nitelendirmeyi yapan Turgay Gönenç, Tokat doğumlu ama İzmir’de yaşadı, dolayısıyla İzmirli. Bu sözü söylemesinin nedeni, Balcıoğlu’nun doğup büyüdüğü, yaşadığı İstanbul üstüne çizdiği karikatürler. Albüm olarak yayımlanan ‘Güle Güle İstanbul’, albümü, İtalya’nın Pescara kentinde yapılan karikatür kitapları yarışmasında birincilik ödülünü alarak taçlanmayı hak edecektir ileri zamanda.

Frankfurt Belediyesi, 1986 yılında değişik ülkelerden 68 karikatürcüyü Frankfurt’a davet ederek, kenti kendilerine çizdirir. 68 kişi arasında Semih Balcıoğlu da vardır. Buradan hareketle karikatürcülerin, öncelikle yaşadığı kentleri çizmeleri gerektiğini söylüyor Balcıoğlu ve ekliyor: “İstanbul’u sevdiğim için ayrı bir gözle baktım çizerken. Özlemini çektiğim, çocukluğumu yaşadığım İstanbul’un yavaş yavaş ayağımın altından, gözümün önünden gittiğini görüyordum. (…) Onun için keşke Ankara’yı, İzmir’i, Efes’i, Aspendos’u çizse arkadaşlarımız.”

Benim açımdan Semih Balcıoğlu’nun fırçasından çıkma ‘Güle Güle İstanbul’, karamizah dalında altından defne dalı değerindedir. Hayır, bu yapıtı sadece karamizah alanında görmek haksızlık olur. Sözünü ettiğim albüm; yerine göre roman, yerine göre öykü, yerine göre şiirdir, belki de senfoni, blues, Portekiz halk müziği şarkısı fado ya da bizdeki ağıttır.

'KEMERALTI’NI ÇİZ'

Sayın Genel Başkanıma nazım geçiyor ya; telefon görüşmelerimizde ya da karşı karşıya gelmelerimizde yineliyorum:

-       Semih ağabey!

-       Efendim?

-       Senin çizgine Karadeniz takaları pek güzel yakışır. Çizsene…

-       Hayır, çizmem.

        Bu böyle üç beş yinelendi ama Nuh diyor, peygamber demiyor. Aradan yıllar geçti. İzmir’e geldi.

-       Semih ağabey bir önerim var.

-       Takaları çizmemi isteme, çizmem.

-       Takaları değil,

-       Neyi?

-       Bizim Kemeraltı’nı çiz.

      Duraksamadı:

-       Bak bu güzel, çizerim.

      İzmir dönüşü birkaç ay sonra gözlerini yaşama yumdu.

Yarın: Unutulmaz Çizer Semih Balcıoğlu (2) - Semih Balcıoğlu ve 'Semih' markası