Şebnem Soral Tamer, Cumhuriyet Kitap Eki’nde (27 Mart 2014 s. 18) , “Şehir denen şey bir illüzyondur aslında… Ona bakan gözlere, aradıkları neyse onu gösterir. Fazlasını istiyorsan, fazlasını aramalı ve görmelisin” diyor

Konstantinos Kavafis’in, Cevat Çapan’ın güzelim çevirisiyle bizlerle buluşan ‘ŞEHİR’ adlı şiirinden bir bölüm şöyledir:

…Yeni bir ülke bulamazsın, başka bir deniz bulamazsın.

Bu şehir arkandan gelecektir. Sen gene aynı sokaklarda

dolaşacaksın. Aynı mahallede kocayacaksın;

aynı evlerde kır düşecek saçlarına.

Dönüp dolaşıp bu şehre geleceksin sonunda. Başka bir şey

umma-

Ömrünü nasıl tükettiysen burada, bu köşecikte,

Öyle tükettin demektir bütün yeryüzünde de.

Dostum Salim Çetin ile içselleştirdiğimiz, Helen, Roma, Bizans, beylikler ve Osmanlı dönemlerini yaşamış İzmir üstüne bugüne değin pek çok kez gazete ve dergilerde yazılar yazdık. Yazdıklarımızla yetinmedik, 2024 yılının Ocak ayından itibaren meydanlarından bulvarlarına, ara sokaklarından yollarına düştük. Kavafis’in dediği gibi, “yeni bir ülke, yeni bir deniz bulamayacağımızı” biliyorduk. Üstüne üstlük sonsuz yolculuğuna çıkmadan önce dostluk ettiğimiz ağabeyimiz, İzmir’i yüreğine nakışlamışlardan İzmirli Tarık Dursun K.’nın üstümüzde hiç mi etkisi yoktu? Olmaz olur mu! Biz, Tarık ağabeyin anlattığı İzmir’i bir başka sevmiştik. İşte yollara  düşmemizde en büyük etken de bu sevgiydi. Dolayısıyla düşmemizde onun kılavuzluğu söz konusu oldu.

“Böyle Bir İzmir de Var İzmir’de” başlıklı yazı dizisi böyle ortaya çıktı. Salim Çetin yazdı, ben fotoğraflar çektim. İzmir’i sevenlerin çoğalması dileğiyle.

Lütfü DAĞTAŞ

       İkiçeşmelik'in Ara Sokaklarında Karşımıza Çıkıveren Sakız Evlerden Böyle Bakımlı Olanlar Içimizi Isıtıyor.  

Kim demişti, şimdi hatırlamıyorum, yolculuk aynı zamanda insanın iç dünyasına yapılan bir eylemdir. Orada peşine düştüğümüz şey neyse onu bulmaya çalışırız. Gazeteci, yazar ve fotoğraf ustası Lütfü Dağtaş’la Helen, Roma, Bizans, beylikler ve Osmanlı dönemlerini yaşamış İzmir semtleri ile ilgili bir sohbet, bu yolculuk ateşini içimize düşürdü. Hedefimiz İkiçeşmelik, Basmane ve arkasından diğer semtleri gezmek ve ne durumda olduklarını kuş bakışı dile getirmekti. Bu kuş bakışının bir bölümü metin, bir bölümü de fotoğraf olacaktı. İşte böyle bir merakla semtlerin yollarına düştük. Önceliği iki semte verdik; İkiçeşmelik ve Basmane’ye. Tabii, ikisi de bu şehrin en eski semtleri... Bir başka nokta ise; bu semtlerde, İzmir’in usta yazarlarından biri olan Tarık Dursun K.’nın yaşamış ve pek çok yapıtında buraları anlatmış olmasıydı. Biraz da o anlatılanlardan yola çıkarak iz sürmek, bir yazarın anlattıkları ile şimdi gelinen noktadaki çakışanları bulabilmekti bizimkisi.

Bu semtler yorgun ve ilgiden yoksun... İkiçeşmelik Caddesi’nden işe koyulduk. Solumuzda Damlacık, onun bitişiğinde Eşrefpaşa pazaryeri içinden geçen Roma dönemine ait tarihi yolun kalıntıları. Başladık İkiçeşmelik’ten Çankaya’ya doğru yürümeye.

Kültür Bakanlığı'nın Cephe Iyileştirmesi Yaptığı İkiçeşmelik'teki Merdivenli Yol (2)

GÖLGELİ, YORGUN SOKAKLAR

Caddenin iki yanında yeni onarımdan çıkmış Kılcı Mescidi, karşısında caddeye adını verdiği söylenen, onarımı Sema Pektaş’ın Konak Belediye Başkanlığı döneminde yapılmış iki adet çeşme. Büyük bir trafik yükü bu caddeden geçiyor, günün her saati şehrin merkezine akan arabalar burayı kullanmak zorunda. Caddenin yola yakın yerleri spotçu adı verilen beyaz eşya ve mobilya dükkanları ile dolu. Hemen arka sokaklar ise eski tarihi dokunun izlerini taşıyor. Yolunuzu bu arka sokaklara düşürdüğünüzde sizi eski İzmir evleri, daracık, gölgeli yorgun sokaklar karşılıyor. Bütün bunları geçip İkiçeşmelik Merkez Camisi’nin olduğu kısma kadar yürüdük. Caminin, 1743 tarihinde yapıldığı yazılı. Küçük bir semt camisi burası, giriş kısmında dükkânlar yer alıyor. Dağtaş’la bu camiye varışımız öğleden sonraydı, dolayısıyla namaz vakti olmadığı için cemaat de yoktu. Sokağın içinde, caminin hemen 30 metre ilerisinde Ressam Dilşad Atasoy’un resim atölyesine uğradık.

Ressam Dilşad Atasoy, atölye olarak kullandığı bu yapıyı İstanbul’dan gelerek iki yıl önce satın almış. İki sokak ötede satın aldığı diğer restore edilmiş yapıyı da ev olarak kullanıyor.

Ressam Dilşad Atasoy, İkiçeşmelik 770. Sokaktaki Atölyesinde Çok Mutlu Olduğunu Söylüyor.

Bu evler Sakız ev mimarisine sahip; iki katlı, üst katta küçük bir balkon ya da cumba var. Çoğu avlulu üstelik. İzmir’in yiten çiçeği ‘selluka’, bu avluların duvarlarına tırmanmış, çiçeklerinin kokusu yine bu avluları doldurmuş.

İstanbul’dan gelen birisi olarak Dilşad Hanım, İzmirlilerin bu sokaklara ilgisizliğini anlayamadığını belirtiyor. Aynı sokağın ilerisinde bu evlerden alıp tadilat yapanların sayısında çoğalmanın olduğunu da belirtiyor Dilşad Hanım. Yakında buralar dolarsa şaşmayalım!

“Evimin sağındaki ve solundaki komşularım Amerikalı” diye ekliyor ayrıca. Birkaç sokak ötede Kültür Bakanlığı, merdivenli uzun bir sokağı boydan boya ‘iyileştirme projesi’ne tabi tutmuş. Evler yenilenmiş, cumbalar yeniden eski hallerine getirilmiş, aydınlatma amacıyla lambalar eklenmiş sokağa. Sevimli, eski dokuya yakın bir sokak çıkmış ortaya. Ancak sözünü ettiğimiz sadece bir sokak, daha onlarca sokağın bu ilgiyi beklediği düşünülürse yapılacak işin zorluğunu hesap edin. Ama bu iyileştirme kesinlikle yapılmalı.

İkiçeşmelik'in Ara Sokaklarında Karşımıza Çıkıveren Sakız Evlerden Böyle Bakımlı Olanlar Içimizi Isıtıyor.

SAKIZ'IN CUMBALI EVLERİ

İkiçeşmelik Caddesi’nden Kadifekale yönündeki sokaklara girdiğinizde Eşrafpaşa’nın alt tarafları, Alireis Mahallesi’nin yokuşları karşılıyor sizi. Eski ve dar sokaklar, yer yer Sakız'ın cumbalı evleri. Sonra aralara sıkıştırılmış derme çatma betonarme iki katlı, üç katlı yapılar.

Fakat bütün bunlara karşın eski dokunun kokusunu burada hissedebiliyorsunuz. Tarihin ruhu semtin her yerine adeta sinmiş gibi. Bir köşede Roma döneminden kalmış bir sütun başı, bir başka yerde bir türbe, sokağın ucunda Osmanlıdan kalma bir cami... Bunlar direnmeye devam ediyor ama sözünü ettiğim iki semtin nüfus yapısı bu direnmeyi çoktan kaybetmiş gibi. Semtin eski sahiplerinden şimdi burada oturan var mıdır? Sanmıyorum. Onlar gidince yerlerini göçlerle gelenler; Urfalılar, Mardinliler... Suriye’den, hatta Afrika’nın değişik ülkelerinden gelenler doldurmuş. Burada farklı bir mozaik çıkmış ortaya. Bütün bu olanlara karşın hepimizin çoktan unuttuğu mahalle sıcaklığı buralarda var gibi. Galiba sokağa gelenlerin dayanışması bunu sağlayan. Şehre tutunmaya çalışanların psikolojisi denebilir mi, buna? Muhtemelen, denebilir. Bunu ben, İzmir’in diğer göç alan yerleşimi, 1970’lerin Yeşilyurt semtinde görmüştüm. Köyden gelenlerin buna benzer dayanışması vardı. Hatta evlerini yaparken muhteşem bir imece ortaya konuyor, herkes bir birine yardım etmekte yarışıyordu. Ne zaman şehre gelenlerin korkuları ortadan kalktı, bu dayanışma duygusu da aldı başını gitti. Peki, o sözünü ettiğim dayanışma, yardımlaşma, komşuluk şimdi bu içinde olduğumuz mahallelerde yaşanıyor mu? Neden olmasın! Çünkü sokak hâlâ eski mahalle görüntülerine sahip; birbirini tanıyan insanlar, sokak aralarında oynayan çocuklar, her köşe başında eski usul bakkallar... Tarık Dursun K.’nın yaşadığı semtti buralar.

Kültür Bakanlığı'nın Cephe Iyileştirmesi Yaptığı İkiçeşmelik'teki Merdivenli Yol (1)

ÇOCUKLUĞU BURADA GEÇMİŞ

Başta da demiştik ya; bizi buralara sürükleyen, içimizdeki yolculuk korunu ateşleyen bir neden de Tarık Dursun K. gibi büyük bir yazarın bu sokaklarda yaşamış olmasıydı. O yerleri görme heyecanı bizim için önemliydi. Daha dün bir kez daha okuduğum ‘Gavur İzmir, Güzel İzmir’ kitabında Tarık Dursun, bu semtteki anılarından söz ediyordu. Peki, buralar dediğimiz yer neresiydi? Dilşad Hanım’ın resim atölyesinin yer aldığı 770 Sokak'ta Kadifekale istikâmetinde yürüyün, karşınıza Alireis Mahallesi çıkıyor. Başka bir deyimle Kadifekale ile Basmane arasında kalan bölge. Tarık Dursun, bu mahallede çocukluğunun büyük bölümünü geçirmiş.

Kitapta; (Güzel İzmir Gavur İzmir, s.39)  “… Tekkeyi geçtin mi sağdaki ilk çıkmaz sokakta yan yana dört ev vardır. Biri bizimdi o evlerin” diye yazıyor. Tekke, denilen yer Alireis’te. Bu evde mutlu bir çocukluk dönemi yaşadığını da ekliyor yazar. Baba maliyede memur, anne ev kadınıdır o yıllarda. Her akşam taraçada şarkılar eşliğinde rakılar içilir, karşıda Körfez’in manzarası vardır. Nine, evin baş köşesindedir. Mutlu, mesut bir ev fotoğrafı vardır. Bu mutlulukta komşuların payını da unutmaz Tarık Dursun: Fenerci Mehmet Ağa, onun oğlu Şuayip, kızı Kifayet. Mesaat Abla, Boşnak Paşo, Gülsefa Hanım… Liste böyle uzayıp gidiyor. Alireis Mahallesi böyledir… Komşusuz olmaz... Ancak...

Zaman geçer, bu mutlu yuva mutsuzluk sarmalına bırakır yerini; ne olursa olur, baba aileyi terk eder, İstanbul’a gider. Aile de bu şoktan sonra Ankara’ya taşınır. Sonrası uzun bir hikâye ama sonuçta zaman geçer, yaralar sarılır. Tarık Dursun, evlenir. Bir yandan da öyküler, romanlar yazmaktadır. Bu nedenle İstanbul, uzun bir süre yazarın yaşadığı yer olur. Bu arada o, İzmir sevdalısıdır, her fırsatta yolunu İzmir’e düşürür, burayı unutmaz. Zaten son yıllarını burada, İzmir’de geçirdiğini biliyoruz.

Mumcunun Kahvesi

KIRAATHANE HİÇ DEĞİŞMEMİŞ

Yukarıda mahalleyi anlatırken Mumcu Kıraathanesi’ni unuttuk. Tarık Dursun’nun çocukluğunun bir de Mumcu Kahvesi vardır. O da bu semtin insanları için önemlidir. Orada bir araya gelir, birbirlerini daha çok orada görürler. Mumcu Kıraathanesi, Yangın Yokuşu’nun bittiği noktadadır. Alireis Mahallesi’ne vardığınızda herkes size kahvenin yerini söyler. Bahçesinde, “… fıskiyeli havuzu, gölgelik veren asma çardağı” ile Tarık Dursun’un anılarında geçen bu kahveye uğradığımızda hiç değişmemiş olarak bulduk. Herşeyin hızla değiştiği bir dönemde, bu ilginç! Bahçesindeki küçük havuzunda fıskiyelerin fışkırttığı su yine dönüyordu. Gerçi kış ayı olduğu için bahçede kimse oturmuyordu. Biz, Dağtaş’la, buradan Körfez’i seyrettik, içeride ise taş oynayan insanlar vardı. Acaba kaçı Tarık Dursun’u tanıdı? Bilemiyoruz. Gene kitaba dönüp, yazarın anlattıklarına bakalım. Hepimizi doğduğumuz yere çeken bir şey var ya, işte o neyse Tarık Dursun’u da buraya çekmiş olmalı ki, sık sık Alirreis Mahallesi’ne, evinin olduğu sokağa geldiğini belirtiyor.

Sokağın başında: “… Bir süre dururum o çıkmaz sokakta. Bir şeyleri aranırım (…) kavuşamayacağımı bile bile üstelik. Bu, acı verir yüreğime. Burnumu çekerim. Ellerimi uzatıp, o çok geçmişten kalmış neyi bulabilirsem tutup sevmek, bağrıma basmak isterim” diye yazıyor. (Age. s.40)

2015’in Ağustos ayında sonsuzluğa uğurladığımız yazar böyle yazmıştı kitabında... Kim doğduğu yeri unutur ki! Film yönetmeni Eli Kazan da doğduğu yer Kayseri’ye geldiğinde aynı hüzünlü havayı yaşamış. Zülfü Livaneli, yazarı Kayseri’de doğduğu köye götürmüş, orada eski komşularıyla görüşmesini sağlamış. Sonra da İstanbul Kapalıçarşı’da esnaflık yaptığı dükkâna götürmüş. Kazan, şimdi başkalarının çalıştığı bu dükkanda dört saat hiç konuşmadan oturur, dalar gider. Yerinden kalktığında gözlerinde yaşlar birikmiştir. O da Tarık Dursun gibi, geçmişinden artık ne kalmışsa onu bulmanın peşindedir. Hangimiz geçmişimizden kopabiliyor ki!

Yazar Tarık Dursun K. Tilkilik'teki Tarihi Dönertaş'ın Önünde (1)

Peki, Lütfü Hoca ile birlikte o çıkmaz sokaktaki evi bulabildik mi? Ne gezer, şehir o kadar değişmiş ki… Değişimle birlikte hafıza da silinip yok olmuş adeta. Anlatılan o ev yok, kimse bilmiyor, o sokakta olanlar Güneydoğu kökenli. Hiç birinin geçmişi son birkaç 10 yılı geçmiyor. Mumcu Kahvesi ise kısmen kendin korumuş, bir bölümü düğün salonuna dönüşmüş olsa da kimliği silinmemiş en azından.

İZMİR'E İLK ADIM ATTIĞIM YER

Lütfü Dağtaş, gittiğimiz bu mekânların fotoğraflarını çekmeye çalıştı. Fakat her şey o kadar flu ki... Ben de merak ediyorum nasıl bir sonuç çıkacak diye. Ocak ayının poyrazı ile birlikte sokaklara dalıp Kadifekale’nin eteklerinde kazısı yapılan antik tiyatronun olduğu yere vardık. Büyük bir alan ve de daha yapılacak epey işi var gibi görünüyor. Gezimizi sonlandırıp Basmane’ye doğru sevimli dar sokaklardan inerken önümüze bir türbe çıkıverdi. 1033 sokağın içinde, levhasında 'İmam Cafer Sadık Tayyar- Urfu Naci Hazretleri- On iki imam başı-' diye yazıyor. Kapıları kapatılmış, pejmürde durumda. Acilen bakım istiyor. Sonra Emir Sultan Türbesi ve Haziresine yolumuzu düşürdük. Orası, geçtiğimiz yıllarda restore edildiğinden daha düzenliydi. Orayı da bitirip Anafartalar Çarşısı’na geldiğimizde gün bitmek üzeriydi. Daha anlatmadığımız Basmane Garı var. Hangimizin trenle anısı yoktur ki! 1969’da, 33 liraya aldığım ortası delik karton biletle üç günde Erzurum’a gittiğimi anımsıyorum.

Erzurum’dan ilk İzmir’e gelişimi, Basmane’de, Gar’da inip ürkek gözlerle çevreme bakışımı benim ‘Büyülü Semtim Hatay’ kitabımda uzun uzun anlatmıştım. Tabii, Basmane denilince Yıldız Sineması da var... Görüldüğü gibi bir semte girdiğinizde içinden çıkamıyorsunuz. Boşuna demiyorum, ‘bu semtte ne kadar saklı hikâye var’ diye. Bunların her birini ayrıntıları ile anlatmaya kalksak kitaplar yetmez! Başta dedik ya; her yolculuk aynı zamanda bir arayış. Biz de Dağtaş ile arıyoruz.

Levhasında, “İmam Cafer Sadık Tayyar Urfu Naci Hazretleri On Iki Imam Başı “Yazan Türbe.

TADIMLIK

“Başımdan bütün bu tuhaf olayların geçtiği gençlik yıllarından bu yana, denizleri çeşitli yönlere açılan, yumuşak tepeleriyle bütün o Boğaz’la Haliç çevresine uzanan, gizemli İstanbul kentinde, hiçbir yer beni Tünel Alanı kadar ilgilendirmemiştir. Yaşamımın değişik dönemlerinde, bu alanın benim için taşıdığı anlamı kavrayabilmek için hep oraya gittim, o alana baktım, oradan uzakta olduğum zamanlarda da yaşattım onu imgelemimde; yağmur altındaki alanı düşledim. Karaköy’den tünele binip Metro Han’ın yukarısındaki kapısından çıktığımda önümdeki küçük alana, her defasında, şaşırarak baktım. İstanbul’dan uzaklarda, yıllar sonra, Kuzey Avrupa’nın dümdüz toprağı üzerinde, büyük ağaçlar altında bir kuzey evinde otururken de bırakmadı o alan ardımı benim. İmgesini sık sık zihnimin içinde buldum, üçüncü kattaki odada gezinirken de, yarı uykulu yatağın üzerine uzanmışken de, bahçedeki ağaçlara bakan pencerenin önünde düş görürken de yalnız bırakmadı bu alan beni.”

                                                                                               Demir Özlü - Bir Beyoğlu Düşü

Eyüp Sultan Türbe Ve Haziresi