Bazı insanlar gibi semtler de geçmişte yaşadıklarını yanlarında hep taşır. Gültepe, denince elbette 'TARİŞ Direnişi'ni anımsanmadan olmaz

TARİŞ Direnişi, 22 Ocak 1980 günü TARİŞ’in üzüm, incir ve zeytin işletmelerinde çalışan işçilerin başlattığı ve kente yayılan bir toplumsal olaylar zinciridir. 1979 ara seçimlerinde CHP, hükümetten düşmüş; içinde MHP’nin de olduğu, Demirel’in başbakanlığında Milliyetçi Cephe (MC) hükümeti kurulmuştur. Bu hükümet her noktaya kendi taraftarlarını yerleştirmeyi birinci görev bildiğinden, TARİŞ gibi önemli bir kurumu da ajandasına almış, atanan yeni genel müdür, işe buradan başlamıştır. TARİŞ’in üzüm, incir ve zeytin işletmelerine kendi taraftarlarını doldurmak, eski işçileri de çıkartmak plânı devreye sokulmuştur. Ülkemizdeki politik gelenek iktidar olana her türlü olanağı sağlıyor ya! Böyle olunca mevcut işçiler buna direnir, çıkartılmak istenen arkadaşlarına sahip çıkar, iş büyür; üniversite öğrencileri ve şehrin farklı yerlerindeki sendikalar, örgütlenmeler de işin içine girer. Olaylar, Gültepe ve Çimentepe gibi yerler başta olmak üzere, kentin farklı noktalarına yayılır. Hükümet aklına koymuştur; bu işletmelerde kendi taraftarları (militanları) olacaktır. İşçilerin çalıştığı TARİŞ fabrikaları, polis ve askerlerce defalarca basılır. Büyük olaylar çıkar, 4 polis, 2 işçi hayatını kaybeder. En sonunda İzmir’de sıkıyönetim ilan edilerek bu olay bastırılır, yüzlerce insan tutuklanır, işten atılır.

Sevgi Yolu

ONURLU BİR DURUŞ

TARİŞ olayları kısaca böylesine bir toplumsal olaydır. Tabii, Gültepe semtinin işçilere destek olması, oradaki hak, hukuk mücadelesine sahip çıkması, ister istemez bir bölüm olayın bu semtte de yaşanmasına neden olmuştur. Üstelik o tarihlerde Aydın Erten gibi duyarlı belediye başkanları da vardır. Direnen işçilere Çiğli semtinde olmalarına karşın, destek sağlanır. Dolayısıyla Gültepe’nin bu direnişte taraf olması buradan gelmektedir. Aslında haklının yanında olmak her zaman övünülecek bir şeydir. Biz nasıl ki, 1936’da faşist Franko yönetimine karşı Cumhuriyetçilerin yanında savaşa katılanları bu gün sevgiyle anıyorsak, bana göre Gültepe de böyledir. Onurlu bir duruş sergilemiş, 1980 Türkiye’sinde haksızlık edenlere karşı çıkmıştır. Bu onur bu semtin gururudur! Bugün de hepimiz için geçerli değil midir, haklının yanında olmak ve hukuk kuralları içinde mücadele etmek?

Img 0889 X

KORKULACAK BİR SEMT Mİ?

Geçenlerde internette gördüm: Biri, Gültepe’ye belgesel çekmek için gidiyor ama giderken, “Şimdi İzmir’in en korkulan semtine gidiyoruz!” cümlesini kullanıyordu. Oysa Gültepe, Konak ilçesine bağlı; bir yanı Tepecik, öbür yanıyla Şirinyer ve Altındağ semtlerine kadar giden, on üç muhtarlığa sahip, Körfez’e manzaralı bir semttir. Bu semti, 1950’lili yıllarda Balkanlardan gelenlerle, 10 yıl sonra ülkemizin değişik kentleri; Konya’dan, Erzurum’dan, Manisa’dan, Kars ve daha onlarca yerden gelenler oluşturmuştur. Belediye başkalığı döneminde Ahmet Sarışın bu semti tarif ederken; 'Yukarısında Erzurum ve Karslılar, orta kısmında Konyalılar, alt tarafında ise Göçmenler var' der, konuşmasını ona göre yapardı.

Dar Merdivenler

KENTSEL DÖNÜŞÜM DENEMELERİ

Dedik ya; esas olarak bu semt, 1960’ların kırdan şehirlere göç dalgası içinde kurulmuştur. Kurulduğu günden bu yana da en az değişen yerlerden biri olmuştur. 1960’lı ve sonraki yılların plânsız imarı bugünleri de içine alacak biçimde sürmüş gelmiş. Bir değişiklikler sonucu; o günlerde bir ya da iki kat olan semtteki yapılar şimdi dört, beş kata çıkmış durumda. Dolayısıyla dar sokaklar, yetersiz yeşil alan ve parklar sanki bu semtin kaderi olmuş. Aslında Konak Belediye Başkanı Abdül Batur, kentsel dönüşüme el atarak bu kaderi tersine çevirme denemelerini yapmaktan geri durmadı. 300 hektarlık ve 24 mahalleyi kapsayan 1/1000 ölçekli plân yapılarak kentsel dönüşümde adımlar atılmadı değil. Benim de bir bölümüne tanık olduğum çalışmalar, Toros Pazaryeri Sosyal Tesisleri'nde vatandaşa görücüye çıkarılmıştı, 2022’de. Kabaca şöyleydi; 9-10 parsel birleştirilerek yedi katlı binaların olacağı bir mimari çalışmaydı. Dağınık, dar sokak aralarına sıkışmış evler, yedişer katlı yüksek binalara dönüştürülecek; böylece, yeşili ve diğer sosyal donatıları bol modern bir Gültepe yaratılacaktı. Plânlar askıya çıktı. Plânda tabiri caizse bir harman yapılmış; diyelim benim evimin olduğu parsel üç yüz metre ötedeki parselin içine düşmüş olabiliyordu. Çünkü plân tekniği bunu gerektirdiği için. Ancak, vatandaş benim gibi tekniği bilmediği için kendi parselinin neden başka bir yere taşındığından kuşkuya kapılıyordu. Günlerce bu askı işi sürdü. Araya mahkemeler, odalar, itirazlar girdi ve sonucu ne oldu, doğrusu bilmiyorum. Aslında plân üzerinde modern bir Gültepe ortaya çıkmıştı. Dolayısıyla bu çalışmanın devam etmesi gerekiyor. Yeni başkan ve tabii ki Büyükşehir başkanı bundan kaçmamalı. Başka türlü Gültepe’nin modern bir kent kimliğine kavuşamayacağını hepimiz biliyoruz.

Aydın Erten-1

DEVRİMCİ BELEDİYE BAŞKANI

Gültepe denilince; 1980’li yılların belediye başkanı Aydın Erten’den de söz etmeden olmaz. Bugün Gültepe’de çoğu kişi Aydın Erten’i bilir. TARİŞ’teki işçi eylemlerine destek vermesini anımsar. Toros Mahallesi'nde, sosyal konut için halka arsa dağıtıldığı, gene bu gün halk ekmek benzeri belediyenin kurduğu ekmek fırını ile ucuz ekmek üretildiği akıllardadır. 12 Eylül gerici faşizminin yenemediği bu yiğit devrimciyi ne yazı ki kanser hastalığı 12 Ağustos 2000’de yener ve o gün sonsuzluğa uğurlanır. Bu gün o çok sevdiği Gültepe’nin sırtlarında, Toros mezarlığında… Bildiğim, her yıl dostları ona gider, mezarı karanfillerle dolar... Çünkü O hâlâ Gültepe’nin yiğit devrimcisi ve belediye başkanıdır. Bir kez gönüle girilince çıkarmak kolay olmuyor ne de olsa!

Gültepe'de

Semtlerin kuruluş öyküleri

Keşke biri bize bu semtin kuruluş öyküsünü anlatmış olsa. Murat Şahin, ‘Direnişin Adı: Gültepe’ kitabını yazdı ama ne yazık ki bu kuruluş öyküsü onda da yok. Ama ben ülkemizde, 1960’larda başlayan ve 1990’lara kadar hızla süren kırdan kente göçün pek çok şehrin ve semtin kurulmasında baş rolü oynadığını söyleyebilirim. Gültepe, bu oluşumun dışında mıdır? Hiç değildir. İstanbul’da, Sultanbeyli ilçesinin oluşumunu yazan araştırmacı Oğuz Işık, ülkemizdeki bu göç sürecini geçen gün bir makalesinde (Toplum ve Bilim: 165) irdeleyerek aklımızdaki sorulara cevaplar arıyordu. Işık, göçle başlayan sürecin ilk kısmı için başarı ikinci dilimi içinse başarısızlık deyimini kullanıyor. İlk dilim? 1970’lerin Türkiye’si, ithâl ikâmesi ekonomik modelini benimsemiş, sanayi ve ticareti daha çok iç pazara göre biçimlenmiştir.

Bu da göreli bir istikrar anlamıma geliyor o günler için. Çünkü kentlerde fabrikalar çalışıyor, üretilen mal iç pazarda tüketiliyor. Bu da daha çok işçinin şehirde olması anlamına geliyor.

Nitekim öyle de oluyor; politik akıl bu göçü teşvik ederek sanayiye gereken işçi sorununu çözüyor.

Img 0884 X

Devlet ve yerel yönetimler, kente gelenlerin hazine arazilerine gecekondu yapmalarına göz yumuyor. Böylece devletin çözmesi gereken konut sorununu vatandaş ucuz yollu kendi çözüyor. Bir bölümü de yap-sat yöntemi ile kotarılıyor. Bu arada imar ve plânlama hak getire… Peki, bunca vatandaşın şehirdeki ulaşımı? O da dolmuş hatları konularak çözülüyor. Ya iş bulamayanlar? Onlar için de kısmen işporta ve kayıt dışı sektörler devreye sokuluyor.

O yıllar için bu durum başarı sayılıyor. Hatta bu durum Hindistan ve Latin Amerika ülkelerinde yaşanan yoksulluğun bizde yaşanmamasının temeli olarak gösteriliyor. Fakat zaman geçiyor, kentler modernleşiyor. Büyük sermaye kentlerdeki arsaların getireceği rantların farkına varıyor. Büyük konut siteleri yaparak trilyonlar kazanıyor. Bu kez gecekondu dediğimiz bölgelerde yaşayanlar da dahil olmak üzere başka türlü bir ‘kazanma ahlâkı’ ortaya çıkıyor.

KOLAY RANT İLİŞKİLERİ

Alınteri ile kazanma yerine, kısa yoldan emlâk piyasasındaki aşırı değer artışının geçerli olduğu bir anlayış. Bu artık kolay para kazanmanın yoludur. Bu aynı zamanda Oğuz Işık’ın deyimiyle, örgütlenerek hak mücadelesi etme geleneğini de ortadan kaldıran etmendir.

Düşünebiliyor musunuz, bu günkü ortamda bir Aydın Erten çıkabilir miydi? Çok zor!

Üstelik Işık’ın savı emlâk üzerinden kolay kazancın yaşamın her alanına olduğu kadar, kentin daha iyi olması yönündeki çabalara da engel olduğu yönündedir. Bakın, artık kimse kaçak kat çıkmaya karşı çıkmıyor, kentin ortak yararına olabilecek girişimleri samimiyetle savunmuyor.

Bana yararı avantajı olursa sorun yok, deme noktasına kolay geliyor, işe ahlâki ve yasal yoldan bakmıyor. Çünkü kolay rant ilişkileri var. Bu aynı zamanda politik yapıyı da etkiyen bir unsur; var olan bu çarpık ilişkilerin devamını da savunan bir anlayış. Dolayısıyla değişim ve yeniliğe karşı çıkan, bu alanlarda olanları sadece yüksek katlı binalar ve inşaat üzerinden açıklayan bir tavır. Dolayısıyla muhafazakarlığı besleyen bir unsur. Kısacası, 1970’lerin Türkiye’ sinde çıkış yolu olan kentleşme maceramız şimdi gericileşen yönetim yapısının payandası, üstelik kendi çıkarını her şeyin önüne koyan bir vatandaş tipinin de oluşmasında pay sahibi. İşte şimdilik durum bu. Bunun içinde Gültepe de var, ülkemizin diğer güzel kentleri de.

TADIMLIK

Mutsuzluk, Kendinden ve Şehirden Nefret Etmektir

Bazen şehir bambaşka bir yere dönüşür. Sokakların insana kendini evinde hissettiren renkleri birden çekiliverir, her görüşümde bana esrarlı gözüken kalabalıkların aslında kaldırımlarda yüzyıllardır amaçsızca yürüdüklerini anlayıveririm. Bütün parklar çamurlu ve tatsız arazilere, elektrik direkleri ve reklam panolarıyla kaplı meydanlar betondan yavanlıklara, şehir de ruhum gibi boş, bomboş bir yere dönüşüvermiştir. Ara sokakların kiri, pisliği, açık çöp tenekelerinden şehre yayılan kötü koku, sokaklardaki, kaldırımlardaki bitmez tükenmez çukurlar, inişler, çıkışlar, İstanbul’u İstanbul yapan bütün o düzensizlik, kargaşa ve itiş kakış bana şehirden çok kendi ruhum ve hayatımın yetersiz, kötü ve eksik olduğu duygusunu verir. Sanki bu şehir bana, benim hak ettiğim bir ceza olduğu gibi, ben de onu kirleten bir şeyimdir. Şehirden bana, benden şehre yoğun bir keder ve hüzün sızarken şehirde de, bende de iş kalmadığını hissederim: Ben de şehir gibi yaşayan bir ölü, soluk alıp veren bir ceset, sokakların ve kaldırımların bana hissettirdiği gibi yenilgiye ve pisliğe mahkûm bir sefilimdir.”