Daha önce demiştik; İkiçeşmelik, Agora, Alireis gibi mahalleleri yokuşları ile ünlüdür. Deveçıkmazı yokuşu, Patlıcan yokuşu, Piçhane yokuşu, Yapıcıoğlu gibi daha onlarca yokuş sayılabilir İzmir’de

Deveçıkmazı, Patlıcan, Piçhane, Yapıcıoğlu gibi yokuşlarda oturanlar bir koşu Basmane’ye, Kemeraltı ve Konak’a inerler ama ya çıkmak? İkiçeşmelik ise biraz daha merhametlidir, eğimi onlara göre daha azdır, üstelik kıvrımı tatlıdır. Ancak ona çıkan bütün yollar yokuştur ne yazık ki. Kemeraltı’dan çıkan Kestelli Yokuşu, İnönü Evi’nin olduğu yerdeki Mekke Yokuşu... Gelir hepsi İkiçeşmelik yolunda birleşir. İkiçeşmelik yolu kentin en merkezindeki yollardan biridir aynı zamanda. Hatta şehri ikiye böldüğü bile söylenebilir. Eskiden bu yolun sağında ve sol kısımlarında müslüman halk otururdu. Frenkler daha denize yakın Alsancak ya da Güzelyalı’da idiler.

Müslüman halktan biri de şimdi Eczacıbaşı Ailesinin dedeleri olan Süleyman Ferit Eczacıbaşı’dır. 1885’de doğduğu semt İkiçeşmelik’tir. Sonra İstanbul’da tıp okur, gelir Mekke Yokuşu’na yakın Kemeraltı’da Şifa Eczanesi’ni açar. İlk defa bir Türk, sağlık sektörüne el atmıştır. Bir ara kolonya üretimi de yapar Süleyman Ferit. Ve bu maceranın devamı ne güzel ki Eczacıbaşı Holding’tir. Yaşar Aksoy, ‘Bir Kent Bir İnsan’ kitabında bütün bu uzun yolu anlatır.

Tekrar İkiçeşmelik yoluna gelecek olursak; bu yolun çıkış noktası Çankaya’dadır. Çankaya’dan yokuşa vurduğunuzda, solunuzda Agora Ören Yeri, sonra Eşrefpaşa semtine kadar İzmir’in en eski semtleri yolu adeta takip eder. Bu yolun Bayramyeri’nde İnönü Caddesi ile birleşip ta Narlıdere’ye kadar gittiğini her halde her İzmirli bilir. Fakat yeni semtler içinde hikâye barındırmıyor. Buralara giden yolu ancak mimari yönü ile anlatmak mümkün. Oysa İkiçeşmelik’i kesen Anafartalar Caddesi, Basmane Çorakkapı Camisi’ne kadar uzanan kısım dendiğinde öyküler kendiliğinden başlıyor.

GÖNLÜ İZMİR'DE KALMIŞTI

Eh, buraya gelmişken Halid Ziya Uşaklıgil’den söz etmeden olur mu? Halid Ziya, Basmane’de, 12 yaşından 24'üne değin oturmuş. 1884’de, Tevfik Nevzat’la Nevruz Dergisi’ni, 1886’da da Hizmet Gazetesi’ni çıkarmış. Demek ki o tarihlerde, bundan birkaç yıl önce TV dizisine dönüşen ‘Aşk-ı Memnu’ romanı henüz yazılmamış. Nitekim romanın yazılış tarihi 1899. Sonra Halid Ziya, İstanbul’u mesken tutuyor ölümüne değin.

Ancak gönlü İzmir’dedir. İzmir’e her gelişinde eski mahallesini dolaşır. Meraklısı bu hikâyeleri, yazarın, ‘İzmir Hikâyeleri’ kitabında okuyabilir. Oradan bir paragraf: “Tilkilik’e, Yokuşbaşı’na, Çakmakfırını’na uğrayarak benliğimin çocukluk ve ilk gençlik dönemlerini burada yeniden yaşadım. Hatuniye’den başlayarak Tilkilik’e kadar büyük bir değişiklik vardı. Burada kendimi biraz yabancı buldum. Başka bir kentin bilinmeyen bir köşesine atılmış olmak ürpertisiyle, yeni bir kahvehanede biraz dinlendim. Sonra, aradığını bulamamış bir adamın hüznüyle yeniden bindim ve Çorakkapı’ya, eski aile konağının önüne çektirdim. Burada duyduğum ayrılık ve özlem sızısı çok acı oldu.”

Ah bu yazarlar... Daha önce, hatırlayanlar olacaktır; Tarık Dursun’un, Elia Kazan’ın doğduğu topraklara olan özleminden söz etmiştik. Demek ki hepimizi doğduğumuz topraklar çekiyor!

DEFALARCA CADDEDE DOLAŞTIK

Bu diziyi yazmak için semtleri birlikte gezmeye çıktığımız Lütfü Dağtaş’la onlarca kez İkiçeşmelik Caddesi’ni dolaştık. Oradaki Eşrefpaşa pazaryeri’ne yakın Kıllı Mescidi gezdik.

Yeni restore edilmişti burası. Gittiğimizde ikindi üzeriydi ve derin bir sessizlik vardı ortalıkta.

Oturduk dışarıdaki banklarda, sessiz sakin havayı kokladık, cemaat olmayınca demek ki camiler de, mescitler de sessizliğe bürünüyordu. Mescidin hemen Kale’ye olan karşı tarafında İkiçeşmelik Yolu’na adını veren iki çeşmenin onarılmış hali görünüyordu. Bir de bu iki çeşmenin öyküsünü içeren bir levha asmıştı Konak Belediyesi. Ben, bu çeşmelerin Konak Belediye Başkanı Sema Pektaş zamanında yapıldığını biliyorum. Belediye bunu yapmakla iyi bir iş yapmış. Bu mescitten aşağı doğru, Mezarlıkbaşı’na indiğinizde yolun iki yanındaki sıra sıra spotçuları görebiliyorsunuz. Yüzlerce işyeri... Bu işyerleri Kemeraltı’nın başlangıcı Havra’ya kadar sürüyor. Çözüm bulmak herhalde zor... Bu yüzden yıllardır bu işyerleri ticari yaşamlarına devam ediyorlar.

ZAMAN DEĞİŞTİ, O DEĞİŞMEDİ

İkiçeşmelik yolu benim İzmir’e geldiğim yıllarda da böyle yoğundu. Akşam trafiğinde ana baba gününe dönerdi. 1969’da, Havra’nın çaprazındaki bir çıkmaz sokakta, Kutucu Ergun’un ayakkabı kutusu imalathanesinde çalıştığım yıllardı. Nasıl da severdim sabahları durakta otobüs beklemeyi, sıkışık otobüslerde işe gitmeyi. O yıllar mukavvadan ayakkabı için kutu yapılırdı. Beş işçinin çalıştığı bir atölye idi burası. İşçilerin yapmış olduğu bu kutuları ben ellişer diziler halinde Havra’yı geçip ayakkabı firmalarına götürürdüm. Volaka’ya 200, Zaptçıoğlu’na 150...

O yıllarda Havra’da Yasef’in Meyhanesi’nin olduğunu da bilmiyordum. Nerden bilecektim ki! Yine İkiçeşmelik üstündeki şimdi olmayan Yalova Meyhanesi’ni de. Şimdi o ayakkabı firmaları sitelerine taşındı. Kutu yapma işi herhalde başka biçimde çözülüyordur. Zaman değişti. Fakat değişmeyen bir şey var ki o da İkiçeşmelik Caddesi. Hâlâ kalabalık, bu kentin yükünü çekmekten yorulmuş bir hali var. 1969’da da böyleydi, şimdi de böyle... Akşamın ilerlemiş saatinde İkiçeşmelik’i adımlayacak olursanız yılların yorgunluğuyla soluyan bir yokuş çıkacaktır karşınıza.

TADIMLIK

“(…) İzmir deyince de Kemeraltı çıkar gelir binbir sesin, binbir rengin içinden, kentin doğal ‘temsilcisi’ gibi. Nedir Kemeraltı? Neden çıkar, gelir o övüngen ve nazlı haliyle yanıbaşınıza? Söyleyeyim: Kemeraltı, İzmir kentinin bir bileşkesi gibidir. En büyük ortak bölenidir. Kentin değil, bölgenin açı ortağıdır. Dik üçgenin hipotenüsüdür. İzmir’e gelince, nereden bakarsanız bakın  gökyüzü hep aynı gibi görünür. Ama Kemeraltı’ndan bakın bir de gökyüzüne ve farklılığını görün. Öylesine kalabalık bir maviyi, öylesine çok sese dönüşmüş bir insanlık halini, gökyüzünün hiçbir resminde, hiçbir fotoğrafında göremezsiniz.”

Dinçer Sezgin, Kemanıma Güvercin Konsa