-Şirince'nin hayırlı evladı
Doç. Dr. Akın ERSOY'a
“Köyümüz şeref saçar
Yaylaların üstüne
Küme küme kuşlar uçar
Tarlaların üstüne.
Kimdir diyen acaba
Bu yerlere Çirkince?
Biz diyelim daima
Köyümüz Şirince.”
(Şirince Marşı, Sözler: Öğretmen Suat Bey)
Kim bilir kaçıncı kez, 42 Anadolu sevdalısını (çünkü otobüs o kadar kişilik), Efes'te yorduktan sonra, dinlenmek için Şirince'ye götürmüştüm. Gruba, Vaftizci İoannes (John) Kilisesini anlatırken, bir ses Şirince göğünü yırttı.
-Şirinceliler!... Şadan Gökovalı köyümüzdeymiş, nerde olduğunu bilen var mı?
Onlarca ses ve parmak, bizim bulunduğumuz yeri işaret etti. Gelen, Şirince Muhtarı, Uzun Yol Kaptanı Necat Altan'dı. Soluk soluğa yetişti, iki eliyle koluma sarılıp:
-Hocam, dedi, “Biz köyümüzün değerini bilmezken siz bilip bildirmişsiniz” Köyümüzü en iyi bilen Halil Bayrak bile, “Şirince'yi bir de Gökovalı'dan dinleyeceksiniz” diyor. Sizi tanımaktan geciktiysem, uzak diyarlarda oluşumdan...”
Bu anektod, 1980'li yıllara ait. Bir anektod da, geçtiğimiz 2018 yılına ait. Bu kez, Eğitimci Yazar Firdevs Tuncay, “Kalbim Rumeli'de Kaldı” kitabı için soruşturma yapmaya geliyor bu “Dağdaki Efes”e O da, köyün yaşlılarıyla konuşuyor. Hemen hepsi, sözleşmiş gibi:
-Köyümüzü Şadan Gökovalı tanıttı, demiş. Bu anıdan sonra Firdevs Tuncay ile arkadaştan öte, koldaş olduk; kolkola girdik yani. Bu övgüye layık mıyım? Daha doğrusu, şan şöhret için mi ilgilendim Şirince ile?
1968 yılında “Efes'i En İyi Anlatan Yazar” seçilmiş biri olarak, Efes'te yaşamın sonunu merak eder dururdum. Denizin çekilmesi, göçler, sıtma vb, ilkçağın bu “kutsal” şehrini cılız, göklerini körez (az ışıklı) bırakmıştı. Bir grup Efesli'nin, şehirlerinden yeterince uzak ama ulaşmak için yeterince yakın bir yere yerleştiklerine değin bilgi kırıntıları geliyordu. Genç yaşta katlettiğimiz, Türk edebiyatının her dalda başarılı kalemi Sabahattin Ali'nin, buraya ilişkin yazısını okumuştum. O ara, Aydın doğumlu, Atinalı kadın gazeteci Dido Sotiriyu'nun “Yunan Savaş ve Barışı” sayılan kitabı “Benden Selam Söyle Anadolu'ya” kitabı gündeme oturdu. Dünyayı izleyen aydınlarımızdan Azra Erhat, bu konuda kulağıma kar suyu kaçırdı.
Tarihsel bir rastlantı – ya da iyi şans- Selçuk Noteri Mehmet Işıksoy'dan muştu gibi çağrı aldım. Hemen bir fırsat yaratıp, Selçuk'ta Işıksoy'u buldum. Birlikte Şirince'ye gittik ve her köşesi tarih kokan bu şirin beldeyi karış karış gezdik. Gördüğüm güzellikten duyduğum heyecanı dinleyenlerle, okuyucularla, kısacası insanlarla paylaşmalıydım. Bundan sonra Rehberlik, İletişim ve Güzel Sanatlar kursu ve okullarındaki öğrencilerimi tanıştırdım ve bu tarih ve doğa cennetiyle. Hızımı alamadım; “Burası için neler yapabilir?” diye İzmirli mimarları, çimento fabrikası yetkililerini, çeştili STK mensuplarını götürdüm. Ben hiçbir karşılık beklemezken, Köy Muhtarlık ve İhtiyar Hayati beni “Fahri hemşehri” seçti.
Bu “Dağdaki Efes” ile ilgili olarak yazdığım gazete, dergi yazılarını, TV belgesellerini saptamak bile kolay olmasa gerek. Quatman Vakfı -Selçuk'taki Sen Jan Bazilikası gibi- Şirince'deki Vaftizci Yahya (İoanna) Kilisesini restore etti. Şirince ziyaretçi çekmeye başladıktan sonra başlayan “el emeği- göz nuru” ürün satışları rağbet görür oldu. Yazık ki bu ilgi, yerli ve yabancı gezginleri rahatsız edici boyuta ulaştı. Günümüzün Şirince halkı ve burayı mesken tutanlar, köyün doğal ve tarihsel yapısını korumanın yararının bilincine varmış durumda. Dağlarca'nın dillere pelesenk olmuş dizesini Şirince için anımsayalım: “Geçmiş günler geleceklerden parlak değil!”
Ve yazıyı, İzmir'in imarcı valisi Kazım Dirik'in önerisiyle adı “Çirkince” den “Şirince”ye dönen köyün marşının son iki kuplesiyle bitireyim:
“Kaval ile çobanlar
Dağdan dağa seslenir,
Sürü sürü koyunlar
Yamaçlarda beslenir.
Kimdir diyen acaba
Bu yerlere Çirkince?
Biz diyelim daima
Köyümüze Şirince.”
(Şirince öğretmeni Suat Bey)