Bir dönem İzmir’de kıymetlimiz, dostumuz Mansur Balcı yaşıyordu. Öğretmen bir şair. İki şiir kitabıyla kendisine edebiyat dünyasında kalıcı bir yer açtı. Sıkı, sağlam, sahici, dokunaklı şiirler yazdı. Günümüzde yerli yersiz aktivist sözcüğü çok sık kullanılıyor. Mansur Balcı ise hem dayanışmacı ruhuyla gerçek bir yürektivist hem de yersiz kullanılan bu sözcüğü tam olarak hak eden hakiki bir aktivistti. Mazlumlar neredeyse Mansur oradaydı. Şair Can Yücel’in hastalığı sırasında hep yanı başındaydı. Can Baba’yı yitirdiğimizde, Mansur başta olmak üzere bir grup dost cenazenin İzmir’den Datça’ya götürülmesini organize etmiştik.

Yine bir gün Mansur aradı, Şair Ece Ayhan ağır hastaydı. Durumunu aktardı. O gece İzmir Büyükşehir Belediye Başkanımız Ahmet Piriştina’nın ilgisi ve izniyle Şair Ece Ayhan’ı Eşrefpaşa Hastanesi’nin ambulansıyla Çanakkale’den İzmir’e getirtmiştik. Uzun süre Ece Ayhan ile yakından ilgilendik. İzmir’de vefat edince Ece Ayhan’ın Çanakkale’ye götürülmesini organize etmek, yine Mansur ile bize omuz veren bir grup dosta kalmıştı. İzmir Sanat’ın önünde yapılan bir tören sonrası Ece Ayhan’ı Çanakkale’ye birlikte götürmüştük. Mansur az ama sağlam şiirler yazdı. Mansur yaşamında tam bir ŞiirAdamdı….

ŞİİRİNDEN MÜCADELEYE

AKAN BİR HAYAT

Kıymetli Mansur Balcı, 5 Nisan 1957’de Kahramanmaraş’ın Göksun ilçesinde doğdu. İlk ve ortaöğrenimini burada tamamladıktan sonra, Gazi Üniversitesi Eğitim Enstitüsü’nden 1979’da mezun oldu. İzmir’de ve Bergama’da öğretmenlik yaptı. Uzun yıllarını İzmir’de geçirdi. Kendisini iki kavrama ait hissetti: Birincisi İzmir, ikincisi Çerkezlik…

Edebiyata olan ilgisi onu yalnızca yazmaya değil, aynı zamanda sosyal sorumluluk projeleriyle halkın içinde yaşamaya da yöneltti.

İlk şiirleri 1987 yılından itibaren Ayrım, Berfin Bahar ve Edebiyat ve Eleştiri gibi dergilerde yayımlandı. Sadece öğretmenlik değil, örgütçülük de yaptı. Sol siyasetin farklı kulvarlarında hiçbir zaman slogancı bir tutum geliştirmeden, dayanışmacı, sahici bir yerden bulundu. Her zaman ortak aklın gücünü inandı. Umut üreten bir adamdı Sevgili Mansur. Yakın dostu Zafer Yörük’ün anlatımıyla, O’nu tanıyanlar “onun girdiği her evden şiir, oturduğu her masadan kahve, gittiği her yurttan sosyalizm geçerdi” derlerdi. Mansur Hoca, dayanışmanın, direnişin ve umudun şiirini yazmakla kalmadı; aynı zamanda bu şiirin bizzat içinde yaşadı. Grevlerde, protestolarda, yürüyüşlerde hep ön saflardaydı.

Halkın içinde, hep halkla birlikteydi…

B E R G A M A

BERGAMA DİRENİŞİ

VE 17 KÖY KİTABESİ

Gençlik yıllarımızda aynı siyasi çizgide onur duyarak yürüdüğümüz Sevgili Mansur Balcı'nın, o yıllardan sonra toplumsal alanda en önemli katkılarından biri Bergama Ovacık altın madenine karşı verilen mücadelede yer almasıydı. Bu mücadelenin kalıcı simgesi haline gelen "17 Köy Kitabesi" O’nun kaleminden çıktı. Kitabede yer alan bazı satırlar, hem halkın doğaya olan sevgisini hem de Mansur’un sözle kurduğu direnişi yansıtır:

"Bu topraklar yediverendir. Ovasında kar gibi pamuk, altın gibi buğday, kehribar gibi tütün… Eteklerindeki zeytin ağaçları tarihle yaşıttır… Topuğunu yere vursan gürül gürül su çıkar. Şifalıdır, aklı düzeltir, bedene sağlık verir… Onlar, buralardan gidip kaybolmak ya da burada kalıp ölmek istemiyorlar… Onlar bilirler ki; ölüler altın takmaz."

Mansur Balcı’nın bu mücadele yıllarında kaleme aldığı “Ölüler Altın Takar mı?” şiiri, Taner Öngür tarafından bestelenerek Moğollar tarafından seslendirildi ve Türkiye çevre hareketinin sembollerinden biri haline geldi:

ÖLÜLER ALTIN TAKAR MI?

Yamaçlarda zeytin büyür
Dallarında siyah altın
Ovasında tütün uyur
Uyanınca sarı altın

Buğday eken altın biçer
Pamuk desen beyaz altın
Çamurunda güzellik var
Kleopatra’nın pudrası

Bakırçay bu yediveren
Almasını bilenlere
Ağaç kesip dağ delersen
Uyanır uyuyan tanrılar

Referandum ettik gari
Madenciye güle güle
Siyanürü duyduk hele
Ölüler altın takar mı?

Bergama’ya yolun düşsün
Siyanürcü şirket duysun
Gördüğün dünya cenneti
Sahipsiz toprak sanmasın

Gittim gördüm bergama’yı
Sordum duyduğum belayı
Yüzler yere düştü ama
Umuduyla birlikteydi

Siyanürcü güle güle
Ölüler altın takar mı?

Soldan Sağa Mansur Balcı, Can Yücel, Haluk Tekeli, Fakir Bayburt, Nurettin Akbaş

ŞİİRİNDE ANAVATAN VE SÜRGÜN

Mansur Balcı, halk anlatılarından, büyük şairlerin dizelerinden ve kişisel gözlemlerinden harmanladığı hikâyeleriyle de tanınırdı. Mizahı, trajediyi, aşkı ve mücadeleyi bir arada anlatan özgün bir anlatıcıydı. Dost meclislerinde anlattığı anekdotlar, insanı hem güldürür hem düşündürürdü. Onun hikâyeleri, yaşam kadar zengin, zaman kadar derindi.

Çerkes kökenli olan Balcı, halkının tarihini ve sürgün acılarını da şiirlerine taşıdı.

Derin Narkoz” şiiri, bu tarihsel yükü, bireysel acıyla harmanlayarak bugüne taşıdı:

Büyükannemin içinden akan ağıt

Baksen'e gidin derken

Parmağı Terek vadisine doğruydu

Orada derin vadiler var, gözyaşımdan oluşan

Yurt olsun size. biz derin narkozdayız

Yaramız kabuk bağlamış, acılar taşıyoruz

Tüm rüyaları gördük, emzirdik kaderimizi

Bu topraklar acıya doymayacak, gidenlerden olun siz.

Kuban'a gidenlere. Maykop'u imar edin

Nalçik'de başkent kurun, tuzla ekmek dağıtın

Atlara iyi bakın, ağaçlar kutsalımızdır

Kartallar kardeşinizdir, kutsanmıştır suyunuz

Bir ubıh evi kurun, dönen olursa diye...

Ne zaman bir rum görsem, bir muhacir, bir mağdur

Yaram kanıyor. koyu bir narkoz altındayım

(Derin Narkoz, 2017)

ŞİİR ADAMININ VEDASI

Mansur Balcı, 17 Mart 2017'de hayata veda etti. Ama bıraktığı izler silinmedi.

Ne şiirleri ne de mücadeleleri unutuldu. O, sadece edebiyatın değil, aynı zamanda toplumsal dayanışmanın da sessiz ama kararlı kahramanlarındandı.

Şiir gibi yaşadı. Direndi. Anlattı. Öğretti.

Ve ardında hem yüreklerde hem sokaklarda iz bıraktı. Ama hayatı hep renkli ve ironisinin gölgesinde yaşadı. Örneğin İzmirli kadınları yazmayı unutmadı:

“”yeni yıkanmış balkonlarda yaşar izmirli kadınlar

saçlarında tutam tutam fesleğen kokusu

ve çok hafif fondöten

incecik ten renginde çoraplarıyla

takılı kalıp gün görmüş adamların akşamlarında

çatlata çatlata oynarlarken bir bakışlarıyla

küçük dağları yaratmaları ise

rakıyla erken tanışmaları değilse

güneşi göğüslerinde söndürmelerinden olabilir mi...”

Bir yandan şiir yazıp, bir yandan da aslında donunaklı ve mücadeleci hayatının şiirini örgütlerken, kendini geleceğin hüznüne emanet etti sanki.

İksir adlı şiiri bunun bir ifadesiydi:

ben nerede ölürsem bir damla iksir

iki damla göz yaşıyla yıkayın ellerinizi

cebinize fotoğrafımı ters takıp

mum eritin yaralı bileklerime, cam silin

şişe kırın, su eritin, ip düğümleyin

bekleyin.

güneş ayı ıskaladığında

zamanı parçalayan kürdili makamında ağıt

mahşerinizin karnavalını keman sesiyle bölecek

derin acıyı bekleyin.

alnınıza sürün gecikmiş gülümsememi

kehribar yalnızlığımı düşürdüğüm her yerin

neresinde ölürsem. bedeli olarak, iki damla göz yaşı...

Vatanının özlemini ve yorgun tarihsel üzüntüsünü şiirlerinde hep yansıttı. Çerkes sürgününün 149. yılında, 2013’de Radikal gazetesinde ‘Çerkeslerin Bitmeyen Yası’ başlıklı bir yazısı yayımlanmıştı. Haykıran hüzünlü sesi, sanki ‘bekleyin’ adlı şiirinden çoğalarak yansımıştı:

Bekleyin

gözlerimi yıkadım bu şiire başlamadan
ellerimi yıktım. sardım sarmaladım bedenimi
buhurdanlık olarak aklımda
demlemeye bıraktım ruhumu
bekliyorum
gecenin dervişi geçer mi buradan

hangi sızıntıma iyi gelir hangi ot
hangi yaram hangi otu çürütür
bekliyorum
düşlerimin başlayan kamaşmasını
dem tutmaya yakın aklımın deliren yanını
şapkama kenar süsleri olsun diye
bekliyorum

şiirin burasına akikten bir taş,
incecik bir çöple işaret bırakıyorum, çünkü
çünkü dünyada tutuklu kaldım
bekliyorum
depreşen şeylerin büyüsüyle damarlarımda
kim kimi yenerse yensin
kazanan deliliğim olacak
çoğalansa cinnetim
tek ayağımı süpürge yaptım
dünyayı süpürüyorum
bekleyin
günün dervişi geçebilir buradan…

Mansur Balcı’yı birçok dostu gibi ben de çok çok sevmiştim.

Şiirini de çok sevdim Mansur’un… Sahici, lirik, derinlikli bir şiirdi Mansur’un şiiri.

Çok sık görüşürdük. Moralsizsem, eğer enerjim düşükse mutlaka Mansur’u arardım, sevimli sesiyle yaptığı iki espriye karşılıklı gülerdik, buluşmalarımız şenlikli olurdu.

Ortak dostumuz Sevgili Ali Sabuktay’ın ölümü sonrasında kaleme aldığı yazısının son satırlarını çok sevmiştim. Mansur Hoca’nın yalın karakteri sözcüklerden taşıyordu:

O’nu, 1968’de başladığı koşusunu aralıksız sürdüren bir ‘uzun mesafeciye’ benzetmiştim. Türkiye devrimci hareketi, ‘en güzel yüz metreyi koşan’ kısa mesafeciler kadar, sol geleneği ve kültürü yarına aktaran Mansur Hoca gibi ‘mukavemetçilerin’ direnci sayesinde de ayakta kalabildi. Zaman zaman yorulup tökezlese de yoluna hep devam etti Hoca. Sayısız başarılarla dolu koşusunu şeref turu atarak tamamladı…”

Mansur Hocamız gerçek bir mukavetçiydi, hep dirençliydi, hep çoşkuluydu, hep hayatı şevkle kucakladı, hep yaşadıklarının ve şiirinin hakkını verdi.

İkimizin de kitapları ortak yayın serüvenimiz olan “PİYA”dan çıkmıştı. Piya bizleri birleştiren ayrı bir zemin, özel bir dostluk ve yoldaşlık platformu gibiydi…

Bugün PİYA’nın hatırası, yitirdiğimiz Şair Mehmet Çetin, Şair Emir Ali Yağan, Şair Mansur Balcı gibi çok değerli dostlarımızın şiirlerinde yaşıyor. Hepsini sevgi ve saygıyla anıyorum.

Bu arada Mansur Balcı’nın yayımlanmayan şiirleri olduğunu biliyorum. Kim bilir hangi dosta emanet edilmişti, bilgim yok. Uygun bir zamanda bu şiirlerin toplanıp bir kitap olmasını umarım Mansur’un tüm dostları bir görev olarak görürler. Elbette biz de üstümüze düşeni yaparız. Ah Canım Kardeşim Mansur ruhun şad olsun… Hatıranı sevgiyle selamlıyorum…

ESERLERİ (Şiir):

Kumdan Kule (1992), Zar Zaman ve Tiner (1998) PİYA Kitaplığı