Yeni Dalga farklı bir akımdı. Godart “biz sinemayı Sinematek sayesinde keşfettik. Burada bizlere hiçbir eğitimin söylemediği şeyleri keşfettik. Hiçbir öğretmen, hiçbir büyüğümüz bizlere Renoir, Eisenstein, Griffith, Hitchcock hakkında bir şeyler söylememişti. Neden bunlardan bahsedilmemişti? Bizler harekete geçiren bu hayranlık dalgası oldu.”
“Yeni bir dünya keşfediyorduk. Orada gördüğümüz her şeyi beğeniyorduk, bir filmde sadece 3 iyi sahne olsa bile beğeniyorduk. Tamamen Raymond Chandler’in söylediği gibiydi: “bir roman yazıyorsan bütün gün yazarsın, sadece kağıdın önünde değil, sigara içerken, yemek yerken telefonla konuşurken” Bizler için de durum buydu. Şüphesiz film seyrederek, film yaparak öğrendiğimden daha çok şey öğrendim. Delacroix bir çiçek resmi yapmak için yola çıktığını sonra bir anda nasıl olduğunu anlamadan atlılar, aslanlar, tecavüze uğramış kadınlar çizdiğini sonra tekrar çiçek fikrine geri döndüğü olurmuş. Bence insan da böyle öğreniyor, sonuna geldiğinde başlangıç noktasıyla hiç ilgisi olmayan birçok film görüyorsun.”
Sinema yapacak insan önce bir kamera alacak. 60’lı yıllarda süper 8 kamera bile olmadığı için kolay değildi. 16 mm bir kamera kiralayıp sessiz film çekerdiniz. Artık öyle değil… Çektiklerini arkadaşlarına veya herhangi birilerine evinin karşısındaki bakkala göster. Tepkilerini gözlemle. Eğer yaptığın ilgilerini çekerse devam et. Eğer çektiklerin sabah kalktım, kahvemi içtim, kız arkadaşımı aradım şeklindeyse ilgi çekmeyebilir, O zaman başka bir şey dene. Neyi anlatmak istediğini sapta, eğer kız arkadaşından bahsedeceksen araştır, büyük ressamların sevdikleri kadınları nasıl resmettiklerini araştır veya büyük yazarların onları nasıl anlattıklarını oku.
FİLM ÇEKMEK ÖZENMEK MİDİR, YOKSA BİR İHTİYAÇ MIDIR?
Her şey bir istek ile başlar ve yolun sonunda ancak bir fikrin olur. Önce notlar alınır, kafalarda dekorlar canlanır, sonra görüntüler ve mizansenler göz önünde canlanırlar. Bir mimarın evin planını yapmasına benzer. Sonra çekimler başlar ve planlardaki çizimler gerçekleşir. Son olarak montaj gelir. Bu insana yarı özgürlük verir, yeni bir keşif sürecidir. Asıl fikirden uzaklaşma pahasına birçok şeyi değiştirme pahasına sapılan bir yoldur.
YÖNETMENİN GÖREVLERİ
“Denemeli ve devamlı araştırma içinde olmalısın. Hep beni kıskandıracak, alt üst edecek bir film izlemek isterim. Bu film yaptığımdan daha iyi, o zaman gelecek sefer daha iyisini yapmalıyım demeliyim. Yeni Dalga döneminde vaktimizin çoğunu başkalarının filmlerini tartışarak geçiriyorduk. “Hiroşima Mon Amour”’u izlediğimizde şaşkına dönmüştük, her şeyi bildiğimizi sandığımız bir dönemde karşımıza geldi ve bu ne ? dedik …
Bugün birçok yönetmenin hala neden yönetmenlik yaptığını anlamıyorum…Bir şeyin filmini yaptıklarını sanıyorlar, ama yapamamıyorlar…
Bir film iki şekilde okunur: görünen ve görünmeyen olarak. Kamera önüne koyduğunuz görülebilendir. Eğer bir filmde sadece bu varsa bir televizyon çekimi yapmışsınızdır. Gerçek filmler görünen arasından ulaşılabilinen görünmeyendir. Bugün birçok yönetmen görünebilenle yetinebiliyor. Halbuki kendilerine daha çok soru sormalıdırlar…
FİKİR ALIŞVERİŞİ ŞARTTIR
Bir sinemacının başarılı olması için fİkir alışverişinde bulunabileceği insanları çevresinde toplaması gereklidir. Tek başına film çekmek tek başına tenis oynamakla eş değerdir. Sartre’ın yazdıkları 40-50 kişi ile yaptığı tartışmaların sonucuydu. Bu kişiler aktör olabilir, teknisyen olabilir, senarist olabilir.
AKTÖR ÇALIŞTIRMAYI ASLA SEVEMEDİM
Bir aktörü çalıştırmak sporcuyu çalıştırır gibi olmalıdır. Bir antrenör olarak oyuncu çalıştırmayı çok sevemedim ve yapamadım.
Oynadıkları karaktere dönüştüklerine inanan aktör kavramına inanmadım. Benim için oyuncu rol yapandır. Rolün kendisi olmaz. Ben çoğunlukla aktörleri kendi uygulamaları içinde bıraktım. Bu güzergahta tek başlarına kalırlar ve yola devam ederler.
KAMERADA HAREKET İÇİN HAREKET YANLIŞTIR
Belirli bir sahnede kamerayı yerleştirmek temeldir. Kural yoktur bunun için… Kamerayı nereye yerleştireceğini bilmiyorsam sahne kötü hazırlanmış demektir. Ya aktörlerin yerleşiminde sorun vardır veya diyalog işlemiyordur. Kamerayı ne zaman hareket ettireceğinize dair sabit bir kural yoktur. Kendiliğinden çıkar ortaya. Ressamın mavi yerine neden kırmızı kullandığı sorulabilir mi?.
Eğer anlatmak istediğin konu zayıfsa, etkiyi arttırmak için, kadrajı süslemek amacıyla kamerayı hareket ettiriyorlar. Örneğin Max Ophuls en güzel kamera hareketlerini gerçekleştirdi. Kesintisiz, kendiliğinden, iç güdüsel ve iyi düşünülmüş. Onun kamera kullanımı eşsizdir.
AUTEUR OLMAK YANLIŞLIĞI
Yeni Dalga’nın en büyük hatası “auteur” kavramını ortaya atması oldu. Her yönetmen hem çekip hem de yazamayabilir. Bu kuramın amacı mizanseni kimin yaptığından çok, mizanseni neyin oluşturduğunu açıklamaktı. Görünen ve görünmeyen arasındaki ilişkiyi ortaya koyabilmekti. Ne yazık ki herkes bu konuda başarılı olamadı.
Narsist ve yetenekli…
Tár-2022-Netflix
Yönetmen: Todd Field.
Oyuncular: Cate Blanchett, Nina Hoss, Noémie Marlant, Sophie Kauer, Mark Strong.
“Tár” yönetmen Todd Field ve Cate Blanchett’in yaklaşık 12 yıl önce planlamaya başladıkları bir proje olmuş. Field bir kadın orkestra şefinin yaşamını kurgusal olarak düşünmeye ve kağıt üzerinde şekillendirmeye başlamış. Bu karakter için Blanchett’en başkasını düşünmemiş.
Lydia Tár’ın yaşamını, Berlin Filarmoni Orkestrasının ilk kadın şefi olarak iş başına gelmesiyle izlemeye başlıyoruz. Tarihte kısaca EGOT olarak tanımlanan yani Emmy, Grammy, Oscar ve Tony ödüllerini kazanmış yedinci kişi kendisi. Gustav Mahler senfonilerine tutkulu, hissederek, duyarak yönetiyor. Farklı zamanlarda Boston, Chicago, New York orkestralarıyla eserlerini kaydetmiş. Aynı zamanda bir piyanist. New York’ta kurulmasına ön ayak olduğu Akordeon Akademisi çatısı altında gelecek kadın şeflere ve müzisyenlere de destek veren bir isim.
Film müzik dehası tartışılmaz bir kadının dengeleyemediği psikolojik boşlukları, asla frenleyemediği narsistik davranışlarıyla birleşince otokontrolü yavaş yavaş kaybetmesinin hikayesi. Yükseliş sonrası dağılma diyebileceğimiz bir düşüş geliyor.
Senaryonun müzik tekniği ve tarihi üzerine kapsamlı bir araştırma sonrası kaleme alındığı belli. İlk bölümde Tár ile seyirci önünde yapılan söyleşide, klasik müzik ve şeflik konusunda kişisel yaklaşımını oldukça teknik anlatıyor.
Müzik üzerine diyaloglar seyirciyi zorlamıyor değil... Araştırılmış, detaylı müzik görüşleri ve hikayeleri var Field’in yazdığı diyaloglarda.
Müzik tarihinin ilk kadın şefleri ve bestecileri olan Nadia Boulanger, Antonio Brico adları anılıyor. Mahler’in eserlerine özel bir ilgisi olan Tár, bestecinin eserinin sahnede nasıl yorumlanması gerektiğini anlatıyor. Şefliğin, sadece bedensel bir metronom görevi olmadığın…
Gençliğin vaz geçilmez çekiciliği
Cevher-The Substance-2024-MUBİ
Yönetmen ve senaryo: Coralie Fargeat.
Oyuncular: Demi Moore, Margaret Qually, Dennis Quaid.
Toronto 2024’de yazar – yönetmeni Coralie Fargeat’ya En İyi Senaryo ödülü getiren, Cannes 2024’de “Geceyarısı Çılgınlığı” Ödülü alan festivalin skandal filmi, “The Substance-Cevher” MUBİ’de ve aynı zamanda sinema salonlarında vizyona girdi. Kadınların genç ve güzel kalma arzularına fantastik bir bilimkurgu havasında ele alan hikaye orta bölümden itibaren bedenin dehşet verici değişimlerine giriyor ve finali kanın etrafa sıçradığı, tahammül sınırlarını zorlayan bir “gore” olarak yapıyor.
Coralie Fargeat kadınların genç ve güzel kalma arzularını güdüleyen onca ürünün yaşamlarını varoluş savaşına dönüştür…
Aile içinden iletişim sorunları
Boş Ver-Slapp Taget-2024/İsveç-Netflix
”Boş Ver” Netflix’de gösterimde. Orjinal adı Slapp Taget olan ve yönetmeliğini Josephine Bornebusch’un üstlendiği İsveç yapımı filmin başrollerinde Josephine Bornebusch (Stella) ve Pal Sverre Hagen (Gustav) Sigrid Johnson (Anna) Oile Tikkakoski oynuyor.
“İletişim her şeydir” diyerekten söze giriyor anlatıcı ses. Arkasından ailenin babası olduğunu öğreneceğimiz Gustav geliyor ekrana ve muhtemelen bir aile terapisti olarak karşısındaki uyumsuz çifte birbirlerini anlamayı ve iletişim kurmayı öğütlüyor. Fakat onun izinden gidip ailesi içindeki durumunu izlediğimizde, söylediğinin tam tersi bir karakter olduğunu görüyoruz. Aileyi umursamayan, kendi kafasına göre takılan sorumsuz, iletişimsiz bir adam. Bu arada bir esmer güzeliyle de hafiften flörtöz bakışları yakalıyoruz.
Aileyi tanıdıkça ortada saçını süpürge yapan Stella adında bir anne olduğunu görüyoruz. Okuldan çocuklarını almaya giderken direksiyon başında son derece düşüncelidir. Çantasından çıkarıp incelediği evraklarda sevimsiz bir şeylerin olduğu yüz ifadesinden anlaşılır. Sürekli maske takan 8 yaşlarında, yaramaz bir erkek çocuk, ergenlik sıkıntılarını direk dansıyla aşmaya çalışan rengarenk saçlı ve kıyafetli bir genç kız adayı. Her birisinin problemleriyle sonuna kadar ilgilenmeyi görev edinmiş bir abartılı anne profili. Baba çocukların ortalığı karıştırdığı bir yemek masasının finalinde tipik İsveç soğukluğu içinde anneye boşanmak istediğini söyler. Anne bunun için doğru bir zaman olmadığını söyler. Kızlarının direk dansı yarışması için çıkılacak seyahat ailenin iletişimini geliştirebilecek midir? Seyahatin başı hiç de umut verici başlamaz. Kafası başka yerlerde baba, sürekli haşarılık peşinde bir oğlan çocuğu, anneye adeta isyanla görevlendirilmiş bir genç kız ve ortada her şeye yetişmeye çalışan bir Stella. Seyahat büyülü bir sonuç verebilecek midir? Gerisini artık izleyince anlayacaksınız.
Stella’ya hayat veren Josephine Bornebush’un yönetmenliğini üstlendiği film romantik komedi dozunu ayarlarken bolca klişelere sığınıyor. Bildiğim kadarıyla İsveç tarzı bir aile yapısı içinde gerçekçilik üst sıralarda yer alır. Bu sefer duygusallık çok önde planda. Akdeniz kanı taşıyan bir aile yapısı içinde benzer fedakar anne tiplemelerine alışkınız da kuzeyli kanında çok karşımıza çıkmaz.
Anahtar kelime iletişim olunca öykü bunun üzerinden ilerliyor. İletişim olmadan duygu da yok sevgi de filmin özü. Oyuncuların hepsi iyi de ergen kızı canlandıran Sigrid Johnson tam bir cadı. Rolünün fazlasıyla hakkını vermiş. İzleyin, size hiç yabancı gelmeyecek…
Modern bir kül kedisi hikayesi
Anora-2024
Yönetmen: Sean Baker.
Oyuncular: Mikey Madison, Yuriy Barisov, Mark Eidelstein, Daria Ekamosova, Karren Karagulian.
Cannes’da Altın Palmiye ödülü kazanmış “Anora” merakla beklediğim filmlerden birisiydi. Kariyerinin tüm filmlerini izlediğim Sean Baker’ın Cannes gibi ağırbaşlı bir festivalde en büyük ödülü kazanması bence sürprizdi. Toplumun ötekileştirdiği seks işçileri, trans bireyler, kaybedenler üzerine sansürsüz, oldukça edepsiz hikayeler anlatmayı seven Baker bu kez ne yapmıştı ki? Yok şöyle ağırbaşlı bir şeyler yapayım da Cannes’da ödül kazansın denemesi mi yapmıştı, acaba? İzledikten sonra rahatladım. Çok şükür ki yapmamış… Bravo! Bildiğinden yine şaşmayan bir öykü anlatıyor. Seks, komedi, dram hepsi elele… En trajik anda bile ajitasyon yok, her şey gerçekci.
Film kendisini Ani olarak tanıtan Anora adlı, Brooklyn çevresindeki kulüplerde strep-tease, kucak dansı başta olmak üzere, sonuçta bedeniyle hayatını kazanan genç bir kadınla tanıştırıyor bizleri. Girişken, ekmeğini taştan çıkaracak cinsten bir hatun. Özbek asıllı olması nedeniyle idare edecek kadar da Rusça konuşur. Rusça konuşan bir kucak dansçısından hizmet isteyen İvan’la tanışması olaylar silsilesini başlatır. 22 yaşındaki deli, dolu Ivan daha ilk gecede Ani’den hoşlanır. Oligark Zaharov’un oğludur, New York’ta yaşadığı süper lüks villada Ani’yle sık sık buluşmaya başlar. Kafalar hep yüksektir. Bol seks, su gibi içilen alkol ve tabi ki uyuşturucu… Çıktıkları Vegas seyahatinde gecenin bir saatinde bir Chapel’de evleniverirler.
Hikaye sonrasında çılgınca yaşanan bir gençlik aşkından farklı bir yöne evrilir. Evliliğin duyulmasıyla baba Zacharov ve anne Galina küplere biner. İvan’ın Amerika’daki korumaları telefonda yedikleri fırçalarla acil duruma geçer. Koca oligarkın oğlu nasıl olur da bir “fahişeyle” evlenmiştir? Korumaların başındaki Ermeni Toros (Karren Karagulian) ve iki adamı Garnick ile Igor’un alele acele eve baskın yaparcasına gelmesi, anne Galina’nın Amerika’ya geleceğini telefonda bağıra çağıra ilan etmesi, Ivan’ın arkasına bakmadan evden kaçmasına neden olur. Evde tek başına kalan Ani ve korumalar arasında Tarantino filmlerinde görebileceğimiz şiddette ve komiklikte bir mücadele yaşanır. Nasıl olur demeyin, izleyin anlayacaksınız… Cannes’da ilk gösterimde bu sahneler kahkaha ve alkışlarla izlenmiş.
Anne ve babanın Amerika’ya geleceği saate kadar İvan’ın bulunması şarttır. Esas problem geçerli bu evlilik hukuken iptal edilmelidir. Ani ve Ermeni korumalar şehirde İvan’ın izini sürmeye başlar. Gidebileceği her kulübe, her batakhaneye bakılır. Sonunda zil zurna sarhoş bir haldeki İvan, Ani’nin çalıştığı kulüpte bulunur. Ani tabi ki evliliğinden vazgeçmek niyetinde değildir. Zengin hayat hoşuna gitmiştir, hafiften İvan’dan da hoşlanıyor gibidir. Ne var ki, İvan bu konuda umutsuz bir vakadır. 22 yaşında kafası sürekli dumanlı bir zengin çocuğundan koca olmayacağını anlaması uzun sürmez. Hikaye adım adım dramatik finale doğru yol alır.
Görüntü yönetmeni Drew Daniels’ın elindeki kamera yerinde durmuyor, çok dinamik. Dur durak bilmeden yönetmen Baker’ın sevdiği dinamik anlatımı yakalamaya çalışıyor. Açılışta bizleri kesintisiz çekimiyle Ani’nin çalıştığı gece kulübünün içinde uzun süre dolaştırıyor, tempoya alıştırıyor, doğal atmosferi yakalamamıza yardımcı oluyor.
Baker önceki filmleri “Tangerine”, “Florida Project”, “Red Rocket”’da dinamik sinema dili ve sansürsüz anlatımıyla bizleri şaşırtmıştı. Hepsinde seks işçileri veya erkek porno yıldızı gibi ana karakterler vardı. Oyuncu seçimlerini isabetli yapan ve onlardan maksimum performansı almasını bilen bir yönetmen. Örneğin Mikey Madison, Anora karakterinin adeta içine girmiş. Olağanüstü bir performans sunuyor. Rolü için Rusça dersleri alıp direk dansı öğrenmiş. Yerine göre enerjik, duygusal inişleri çıkışları kusursuz. Bu yılın direk Oscar adaylarından… Zengin çocuğu İvan’da yine Rus asıllı Mark Eidelstein da şımarıklığı, çocuksuluğu gayet güzel veriyor.
Karakterlerin inandırıcılığı filmin en büyük artısı. Ermeni asıllı oyuncular filmin otantik yapısını öylesine güçlendirmişler ki övgüye değer. Öykü ilerledikçe öne çıkan Igor karakterinde Yuriy Barisov, çok beğendiğim “6 nolu Kompartman” filmindeki karakterine yakın bir tiplemede son derece başarılı. Keza Karren Karagulian koruma şefi Toros’ta parlıyor, filmin Rus/Ortodoks havasına yaptığı katkı mükemmel.
Çılgınlık, komedi, dram hepsi birbirine bağlı tren vagonları gibi yol alıyor. Tersine yaşanan bir “Pretty Woman” öyküsü diyebilirim. O ne kadar masalsa bu da o kadar gerçek.
Can alıcı soru “bu film Cannes’da Altın Palmiye alacak kadar iyi mi?” olabilir. Cannes’da artık kabuk değiştiriyor, konuşan kafaların uzun planlarla hayatı yorumladığı filmlerden çok, farklı temalardaki bağımsız ruh taşıyan filmler gündemde. 2021’de “Titane”’ın kazandığı Altın Palmiye’den bu yana genç bir hava esmeye başladı. Hele bu yıl Cannes’da 3 ödül kazanarak tarih yazan “Emilia Perez”’i izledikten sonra festivalin artık çok özel işlere imza atmadıkça belli yönetmenlerin tekelinde olmayacağını söyleyebilirim.
Son söz “Anora” için, mutlaka izleyin. Bu yılın en güzel filmlerinden.