Sondan Sonra-The End We start From-2024-MUBİ Yönetmen : Mahalio Maho. Oyuncular: Jodie Comer, Katherine Waterson, Benedict Cumberbatch, Joel Fry.
Ekofeminist sinema olarak tanımlanan filmlerin ayakları yere basan sağlam bir türe dönüşmese bile son yıllardaki örnekleri gittikçe arttı. Ekolojik kaygıları feminist yaklaşımla harmanlayan bu filmlere örnek olarak ilk aklımıza gelecek Oscar ödüllü Erin Brockovich (2000)’ten fantastik bir Disney filmi olan Malefiz (2014)’e dek pek çok yapımı dahil edebilirsiniz. 2019 yılında seyrettiğimiz ve Kuzey Makedonya’da geçen Bal Ülkesi (yön. Tamara Kotevska ve Ljubomir Stefanov) ülkemizden Eylem Kaftan imzalı ve yine arı kovanları ile mücadeleci bir kadının çevresel şartlarda varoluş öyküsünü çizen Kovan (2019) filmi de bu çerçevede değerlendirilebilir. Belgesellerin bu konudaki yoğunluğu başka bir yazının konusu olabilir.
MUBİ’de gösterimde olan “Sondan Sonra The End We Start From” bu konuda yapılmış başarılı bir film. Lady Macbeth (2016), Succession (2018) ve Normal People (2020) gibi pek çok kalifiye işin senaryosuna imza atmış ya da senaryo ekibinde yer almış olan Alice Birch’ün aynı adlı Megan Hunter’ın romanından uyarladığı senaryoda sular altında kalan bir Londra karşılıyor seyirciyi. Son yılların çıkıştaki kadın oyuncusu İngiliz kökenli Jody Comer’in üstlendiği Anne, yeni doğmuş çocuğuyla bu felaketin içinde kalan ve kurtulmak için doğaya karşı mücadele veren bir karakter. Ataerkil gücün taşıdığı sistemin iflas etmesi felaketin ve yaşananların boyutunu arttıran önemli bir faktör oluyor. Kocasının ortadan kaybolması sonrası mücadeleyi tek başına vermek zorunda kalan anneye yine kundakta çocuklu Katherine Waterson’un canlandırdığı O eşlik ediyor. Uzun ve hangi durakta sonlanacağı belli olmayan bir yolculuktur. Evinden ve Londra’dan kırsala kaçmak zorunda kalan anneler, vahşi doğanın ortasında yiyecekten, barınmaya kadar temel yaşam sorunlarının hepsiyle mücadele etmek zorundadır.
Eril kalelerin tek tek çöktüğü felaket karşısında kadınların yapıcı ve eksilmeyen gücü her türlü zorluğa karşı geliyor. Avcı erkek pasif ve kaybeden konuma indirgenmiştir. Filmin tek mantıksız yönü de bence burada ortaya çıkıyor. Hepsi mi bu kadar iktidarsız ve güçsüzdür?
Filmin sinematografisi doğanın kudretini hatırlatıcı bir unsur olarak suyun sürekli ve baskın varlığını görsel öğe olarak ortaya çıkarıyor. Gri-yeşil arasında gidip gelen renk paleti, doğanın kucaklaması ve sel felaketinin yıkıcılığı arasında bir denge tutturuyor. Filmin ses tasarımının da böylesi bir anlatı için dengeli biçimde kurgulandığını ekleyelim.
Bir felaket filmine kadın psikolojisi ve göz boyayan görsellik yerine inandırıcı bir bakış açısıyla yaklaşıyor filmin kadın yönetmeni Mahalio Maho. İlk uzun metrajında yetkin bir anlatım sunuyor.
“Killing Eve” dizisiyle tanıştığımız daha sonra “The Last Duel”, “The Bikeriders” ile tekrar karşılaştığımız Jodie Comer son yılların en iyi kadın oyuncularından olduğunu bir kez daha abartısız ve dengeli performansıyla kanıtlıyor. Keza yol arkadaşında Katherine Waterson mükemmel bir tamamlayıcı karaktere hayat veriyor.
Bedensel değişimin feminist mesajı
Saplantı-Swallow- MUBİ-2021
“Swallow/Saplantı” MUBİ platformuna “The Substance-Cevher” ile aynı hafta geldi. Tesadüf değil tabi ki, bu da bedensel deformasyonla ortaya çıkan feminist bir film. Tek farkla buradaki deformasyon şekli güzelleşme uğruna verilen bir mücadele için değil. Bir farkındalığı yaşamak ve buna bağlı bir isyanın, içsel tepkisinin ortaya çıkması.
Genç evli, çiftin muhteşem bir orman manzarasına sahip ultra modern evinde sarışın, kırmız yanaklı kısık sesli Hunter (Halley Bennet) ile tanışıyoruz. Bu arada Bennett'in muhteşem bir karakter yarattığını belirteyim. Şirketler sahibi zengin bir ailenin CEO’luğa yeni terfi eden oğlu ile evlidir. Şık, züppe, bakımlı ve zengin… Öğreniyoruz ki tezgahtarlıktan gelme bir kızdır Hunter. Tabi ki yapabileceği en mutlu evlilik şekli olarak gözükür. Oğlan taraf ve bilhassa hükümran kayınvalide böyle düşünür ve ifade eder.
Dıştan pembe gözüken hikayenin içi asla aydınlık değildir. Hunter, küçük görülen, anlattıkları sonuna kadar bile dinlemeyen bir aile ortamı içinde mutluyu oynamak görevi içinde bunalmaktadır. Yalnızlığı, ev kadını rolü, özenle süslediği yemek tabakları, akşam yemeğine süslenmeleri içine düştüğü bunalıma daha da derinleştirir. Hamile kalmasıyla oyunun kuralları katlanılmaz hale dönüşür. Ta ki Hunter’ın günün birinde keşfettiği bir yutma eylemiyle.
Feminist korkunun büyük şemasında, "Swallow" kolay analizleri ve beklentileri altüst ediyor. Kanlı intikamla sonlanan feminist güçlendirme hikayelerinden çok uzak, bir kadın olmanın daha samimi dehşetini ve kendinizi cehennemden çıkarmak için gereken hassas mücadeleyi araştırıyor.
İlk uzun metrajlı kurgusunda, yazar/yönetmen Mirabella-Davis, rahatsız edici korku görüntülerini ilgi çekici, düşünceli bir politik mesajla birleştirerek potansiyelini sergiliyor. "Swallow", ayrıntılarına girmeden veya son darbesini yumuşatmadan.
Aile içinden iletişim sorunları
Boş Ver-Slapp Taget-2024/İsveç-Netflix
”Boş Ver” Netflix’de gösterimde. Orjinal adı Slapp Taget olan ve yönetmeliğini Josephine Bornebusch’un üstlendiği İsveç yapımı filmin başrollerinde Josephine Bornebusch (Stella) ve Pal Sverre Hagen (Gustav) Sigrid Johnson (Anna) Oile Tikkakoski oynuyor.
“İletişim her şeydir” diyerekten söze giriyor anlatıcı ses. Arkasından ailenin babası olduğunu öğreneceğimiz Gustav geliyor ekrana ve muhtemelen bir aile terapisti olarak karşısındaki uyumsuz çifte birbirlerini anlamayı ve iletişim kurmayı öğütlüyor. Fakat onun izinden gidip ailesi içindeki durumunu izlediğimizde, söylediğinin tam tersi bir karakter olduğunu görüyoruz. Aileyi umursamayan, kendi kafasına göre takılan sorumsuz, iletişimsiz bir adam. Bu arada bir esmer güzeliyle de hafiften flörtöz bakışları yakalıyoruz.
Aileyi tanıdıkça ortada saçını süpürge yapan Stella adında bir anne olduğunu görüyoruz. Okuldan çocuklarını almaya giderken direksiyon başında son derece düşüncelidir. Çantasından çıkarıp incelediği evraklarda sevimsiz bir şeylerin olduğu yüz ifadesinden anlaşılır. Sürekli maske takan 8 yaşlarında, yaramaz bir erkek çocuk, ergenlik sıkıntılarını direk dansıyla aşmaya çalışan rengarenk saçlı ve kıyafetli bir genç kız adayı. Her birisinin problemleriyle sonuna kadar ilgilenmeyi görev edinmiş bir abartılı anne profili. Baba çocukların ortalığı karıştırdığı bir yemek masasının finalinde tipik İsveç soğukluğu içinde anneye boşanmak istediğini söyler. Anne bunun için doğru bir zaman olmadığını söyler. Kızlarının direk dansı yarışması için çıkılacak seyahat ailenin iletişimini geliştirebilecek midir? Seyahatin başı hiç de umut verici başlamaz. Kafası başka yerlerde baba, sürekli haşarılık peşinde bir oğlan çocuğu, anneye adeta isyanla görevlendirilmiş bir genç kız ve ortada her şeye yetişmeye çalışan bir Stella. Seyahat büyülü bir sonuç verebilecek midir? Gerisini artık izleyince anlayacaksınız.
Stella’ya hayat veren Josephine Bornebush’un yönetmenliğini üstlendiği film romantik komedi dozunu ayarlarken bolca klişelere sığınıyor. Bildiğim kadarıyla İsveç tarzı bir aile yapısı içinde gerçekçilik üst sıralarda yer alır. Bu sefer duygusallık çok önde planda. Akdeniz kanı taşıyan bir aile yapısı içinde benzer fedakar anne tiplemelerine alışkınız da kuzeyli kanında çok karşımıza çıkmaz.
Anahtar kelime iletişim olunca öykü bunun üzerinden ilerliyor. İletişim olmadan duygu da yok sevgi de filmin özü. Oyuncuların hepsi iyi de ergen kızı canlandıran Sigrid Johnson tam bir cadı. Rolünün fazlasıyla hakkını vermiş. İzleyin, size hiç yabancı gelmeyecek…
Pes etmeden yaşamak, mutluluğu aramak üzerine mükemmel bir film.
Maudie-2017-Netflix
Netflix’in ödüllü filmler seçkileri içinde yer alan “Maudie” 20.yüzyıl Kanada’sının en sevilen sanatçılarından Maudie Lewis’in biyografisi. Ustaca yapılmış bir film. Hikaye üzücü bir yaşamdan parçalar anlatsa da, asla bunaltmıyor, olağanüstü oyunculuklar alıp götürüyor. İngiliz oyuncu Sally Hawkins’in Maud karakterinde sundukları büyüleyici. Karşısında kocası Everett’i canlandıran Ethan Hawke çok farklı bir dünyayı temsil eden farklı bir karakter. Zalim olabilen, duyguları gösteremeyen kaba saba bir balıkçıyı oynuyor. Her şeyden önce çıplak bir doğanın ortasında, kulübeden bozma bir evde yaşayan çiftin dayanışma hikayesi. Bölge Nova Scotia'dır ve aslında kısmen İrlanda'da ve Kanada'nın diğer bölgelerinde çekilen filmin doğası nefes kesici. Her mevsimi tüm güzelliğiyle yaşatır. Film 1930'larsonlarında başlar.
Maud çocukken geçirdiği romatizmal ateş sonrası ağrılı bir artrit hastasıdır. Yürümesi özürlü, vücudunun sağ tarafı kısıtlıdır. Teyzesi Ida’nın bakımı altında yaşarken kısıtlamalardan bıkmıştır. Bir gün, kasabanın kuru gıda mağazasında, sert, homurdanan, tıknaz bir adam içeri girer ve dükkan sahibinden bir hizmetçi ilanı yazmasını ister. İma ettiği şey adamın kendisinin yazamayacağıdır. Maud ilanı duvardan koparır ve adamı evine kadar takip eder -
Adam, Everett Lewis adında bir balıkçıdır , odun keser ne iş bulursa da yapar. Maudie ne kadar açıksa adam o kadar kapalıdır. Film belirli bir alt türe uyuyor: birbirleriyle teselli ve huzur bulan iki yalnız insanın, toplumdan dışlanmışların hikayesidir. Ama yine de bu temayı geleneksel bir şekilde ele almıyor. Birincisi, Everentt başlangıçta Maudie'ye karşı küçümseyici ve düpedüz zalim; sık sık vicdansızca davranıyor. Maudie tüm küçültücü davranışlara, psikolojik ezilmeye dayanır ve adama kendisini kabul ettirir. Ve böylece Maudie en sevdiği şeyi yapma iznini alır. Yani resim yapmanın iznini. Kulübenin içini boyar, küçük kartpostallar yapar, atılmış tahta parçalarına resim yapmaya başlar. Sonunda yakınlarda yazlarını geçiren sofistike bir şehirli olan Sherry bu çalışmayı fark eder. Ve Maudie’nin elinden tutar.
Ancak bu şöhrete ulaşmakla ilgili bir hikaye değil. Karakterlerden hiçbirinin normalde aşıkların söylediği üç kelimeyi söylemediği bir aşk hikayesi anlatıyor. Acı, zorluk, soğuk ve aynı zamanda mutluluk hikayesi.
"Ailemizde mutlu olan tek kişi sensin," diyor Teyze Ida filmin sonlarında Maudie'ye. Maudie'nin mutluluğu, yarı patronu Sherry'ye anlattığı gibi hem dünyayı görme biçiminden hem de onu gözlerinden ve sanat malzemelerinden tasvir etmesinden kaynaklanıyor. "Önümde bir fırça olduğunda olduğumdan daha mutlu olduğum hiçbir şey yok." Önünde bir fırça olmadığında, hem iyi kalpli hem de açık sözlü ruhu ortaya çıkar. Filmin en komik anlarından biri, güveç yapmak için öldürmek üzere olduğu bir tavuktan bol bol özür dilemesi.
Hawkins'in performansı muhteşem ve baştan sona dokunaklı. Everett rolündeki Ethan Hawke'a alışmak biraz daha zaman alıyor. Fiziksel oyunculuğu her zaman yerinde, özellikle de normalde oynadığından çok daha kalın kafalı bir tipi (kelimenin her anlamıyla) oynadığını düşünürsek. Ancak Hawke asla yaranmaya çalışmıyor, karakterin çekici olmayan yönlerini asla görmezden gelmeye çalışmıyor ve sonunda Ethan Hawke'ı izlediğinizi unutuyorsunuz.
Bu, baştan sona etkileyici bir film. Walsh ve görüntü yönetmeni Guy Godfree, her bir kareyi güzel bir şeye dönüştürmek için özen göstermişler. Ancak sanatsallık her zaman duyguların hizmetinde hareket ediyor ve bu da sonunda hem ilham verici hem de yürek parçalayıcı oluyor.