Adana’dan 29. Uluslararası Adana Altın Koza Film Festivali’nden yazıyorum bu satırları. Geçen yıllara oranla artıları ve eksileri var bu yılki festivalin. Artılarla başlayalım... Büyükşehir Belediyesi’nin organizasyonu başarılıydı. Konaklama (beş yıldızlı otellerde ağırlanan yüzlerce konuk), ulaşım gibi bir festivalin işleyişi açısından temel unsurlar sorunsuzdu. 18 milyonluk bir bütçesi olduğu söyleniyor festivalin. Bir kentin tanıtımında festivalin ne denli önemli bir rol üstlendiğini kavramış Adanalılar. Büyükşehir Belediye Başkanı Zeydan Karalar’ın ödül töreninde sanatın ve sanatçının özerkliğine yaptığı vurgu önemliydi. Bir de ödüller gecikmeden ödenirse, sinemacıların şikayet edebilecekleri bir konu kalmayacak; tabii gösterim koşulları dışında…

Festival mekanlarının %90’ı tek bir alanda, ‘Esas 01 Adana Burda AVM’de toplanmıştı. Gerçek bir konfora sahip beş salonda film gösterimleri, büyük salonda Ulusal Yarışma filmlerinin galaları yapıldı. Sergi, söyleşi ve panellerin çoğunluğu da gene aynı AVM içindeki mekanlarda yer alıyordu. Bütün bunlar güzel de, bir festivalin en önemli unsuru gösterimlerin kalitesidir. Haydi Cinema Pink yöneticilerini uyarmadı makinistler, eski lambalarla idare ettiler diyelim, festival yönetiminin salonlardaki DCP projeksiyon aygıtlarını teknik denetimden geçirmemiş olması büyük eksiklik. Onca emekle ortaya konmuş filmler, gri bir perdenin ardından izleniyordu sanki… T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı festivalin ana sponsorluğunu üstlenmiş, diğer yıllarda olduğu gibi. Ama, Bakan'ın ve Sinema Genel Müdürü'nün açılış ve kapanış törenlerine katılmaması üzücüydü. Bu tercihleri siyasi nedenlerle açıklanabilir ancak, ki o da daha üzücü.

Festival kapsamında, ‘Sinemada Şiir’, ‘Sinemada Star Olmak, Film Gibi Yaşamak’ başlıklı paneller,“Koudelka: Bir Düş Gezgininin Dünya Güncesi” filminin yönetmeni Coşkun Aşar’ın bu yıl –İzmir dahil üç festivalden En İyi Yönetmen ödülüyle dönen Tayfun Pirselimoğlu’nun, Reis Çelik’in, Abdurrahman Keskiner’in söyleşileri, Çukurova Altın Koza Film Akademisi’nin çocuklara ve profesyonellere yönelik etkinlikleri, ilçelerde (150 mekanda) yazlık sinema film gösterimlerinin yanı sıra dört dalda yarışmalar (Uzun Metraj, Belgesel, Kısa metraj, Ulusal Öğrenci Filmleri) düzenlendi. Dünya sinemasından nitelikli bir seçki sunuldu.

Ulusal Yarışma, her zaman izleyicinin en fazla ilgi gösterdiği bölümdür. Bu yıl sekiz film seçilmişti yarışmaya. Ama bu filmlerden çok azının Adana izleyicisini ve eleştirmenleri mutlu ettiğini söyleyebilirim. Bunun bir nedeni bu yılın ‘hasat’ının nitelik açısından çok parlak olmaması ise, diğer nedeni Ön Jüri’nin ‘pozitif ayrımcılık’ yaparak kadın yönetmenlerin sayısını erkeklerle bir tutma gereğini hissetmesiydi. Çiğdem Sezgin’in -İzleyici ödülünü kazanan-“Suna” adlı ikinci filmini izleyemedim ama Serpil Altın’ın “Bir Zamanlar Gelecek: 2121” adlı bilim-kurgu denemesinin bu seçkide yer alması bu tercihin bir sonucu olmalı. Ümran Safter’in kadınlar arası dayanışma temasını işleyen ilk kurmaca yapıtı “Kabahat” ve Gizem Kızıl’ın “Bana Karanlığını Anlat” adlı ilk filmi erkek egemen toplumun değerlerine başkaldıran kadın karakterleri ile öne çıkıyordu. Nitekim iki filmin de kadın oyuncuları ödülsüz dönmedi festivalden: Festivalde En İyi Müzik ödülünü alan “Bana Karanlığını Anlat” ile Aslıhan Gürbüz (En İyi Kadın Oyuncu ödülünü “Ela ile Hilmi ve Ali” filminin oyuncusu Ece Yüksel ile paylaştı), yitirdiğimiz eski Festival direktörü Kadir Beycioğlu adına verilen Jüri Özel Ödülü’nü kazanan “Kabahat” ile Mina Demirtaş (Umut Veren Kadın Oyuncu) ve Ece Demirtürk (Yardımcı Rolde En İyi Kadın Oyuncu)… Kadının ezilmesi, kimliksizleştirilmesi ve özgürlük arayışı kadın yönetmenlerin gündeminin ilk sırasında. Buna itirazımız olamaz elbette, ama salt kadın filmi olduğu için bazı filmlerin yarışmaya seçilmesi doğru gelmiyor bana. Sanatta kota olmaz. Peki, kadın yönetmenler olağanüstü bir başarı sağladıklarında ne yapacağız? Erkek yönetmen kotası mı isteyeceğiz?

Ziya Demirel’in “Ela ile Hilmi ve Ali” filmi bana göre festivalin en iyisiydi. Özcan Alper’in başkanlığındaki Jüri de bu görüşü paylaşmış olmalı ki, film festivalden 7 ödülle ayrıldı: En İyi Film (Altın Koza), En İyi Yönetmen, En İyi Senaryo, En İyi Kurgu, En İyi Sanat Yönetimi, En İyi Kadın Oyuncu ve Umut Veren Erkek Oyuncu. Diğer bir kazanan ise, muhafazakâr -daha doğrusu iki yüzlü-toplumlarda ötekileştirilen LBGTI bireylerin dünyasına eğilen Ali Kemal Güven’in “Çilingir Sofrası” oldu. Film, Jüriden aldığı En İyi Erkek Oyuncu (filmin iki oyuncusu Barış Gönenen ile Ahmet Rıfat Şungar arasında paylaştırıldı), En İyi Görüntü Yönetmeni ödüllerinin yanı sıra SİYAD ödülü ile ayrıldı Adana’dan… Festivalin en büyük falsosu Ön Jüri’nin Kürt yönetmen Kazım Öz’ün filmini elemiş olmasıydı. Diyeceksiniz ki, belki film iyi değildi. Hayır, burada izlediğimiz bazı filmlerden daha kötü olması mümkün değil... Üstelik, 8 film bir yarışma seçkisi için çok az. O zaman burnumuza bir ayrımcılık kokusu geliyor. Günahı Ön Jüri’nin boynuna… Bir merakım da şu, sinemacılarımız neden bu kadar ilgisiz toplumumuzun sorunlarına? Hiç mi akıllarına gelmez politik temalara eğilmek? Korkuyorlar mı, yoksa ‘cinsel politika’ dışındaki konular ilgi alanlarının dışında mı? Bir erkek toplumunda kadının konumunu tartışmak elbette önemli, ama başka yaşamsal sorunlar da var. Jüri’nin Yılmaz Güney Özel Ödülü’nü vermemesini anlamlı bir tepki olarak görüyor, alkışlıyorum.