Bu yılki yıllık iznimi, baba ocağı olan Konya Hüyük Çavuş Mahallesi’nde geçirdim. Ağustos ayı bu bölgede köylülerin (köylü kavramı hukuken kalmadı ama ben tarihsel anlamıyla kullanıyorum) tarımsal ürünlerini pazara çıkardıkları bir döneme rastlar. Pazarda karşılaştığım insanlar çektikleri sıkıntılarını ifade etti. Bir durum tespiti yapmak istedim. İlk sıradaki şikâyet, 15 Temmuz’dan sonra ortaya çıkan korku ortamının köylüler arasında hala devam etmesi sebebiyle ifade özgürlüğünün olmadığıdır. Köylüler gerçek düşüncelerini korkudan dolayı serbestçe ifade edemiyorlar. Bu durum hem özel yaşamda hem de devletle olan ilişkilerde ikiyüzlülüğü körüklüyor.
İkincisi, köylerde görevli bazı Müslüman din görevlileri ile tarikat mensuplarının İslam’ı istismar ettiğini ifade ediyorlar. İlkokulların kaldırılmasıyla öğretmenlerin işlevinin tamamen kaldırıldığını; köylerin imam ve partizan muhtarlara kaldığını belirtiyorlar. Hutbeler, köy imamlarına Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan gelmesine rağmen, bir kısım imamlar tarikatlara mensubu olduğu için camilerde kendi tarikatlarının siyasi ve dini görüşlerini aktarıyorlar. Bu görüşler, eskiden beri bildikleri dini görüşlerine aykırı olduğu için kimi köylülerin hoşuna gitmiyor. İmamlar, köylüleri mezhep ve tarikat açısından bölüyorlar. Her ne kadar muhtar ve imamların hukuken bir yetkisi yoksa da denetimsizlik nedeniyle, imam ve muhtar bu sistemde köylerin iki önemli idarecisi haline gelmiş bulunuyor. Hutbeleri beğenmeyen bazı Müslümanlar cami değiştiriyor veya artık camilere gitmiyorlar.
STATÜ HALİNE GELDİ
Hacca gitmek köylüler arasında önemli bir statü göstergesi haline gelmiş durumda. Hacı olmak iktidar yanlısı olmak ve suçlarından arınmış bir kişi anlamına geliyor. Eski geleneklere dayalı dostluk, sevgi, ahlak gibi sosyal kavramlar, yeniden şekillendiriliyor. Üçüncüsü, hükümetin izlediği neo-liberal politikalar, köylülerin fakirleşmesine neden oluyor. Köylüler çok çalışmalarına rağmen refah seviyelerinin artmadığından şikâyet ediyorlar. Mazot, gübre, işçilik ve makine gibi tarımsal girdilerin pahalı olması ama buna mukabil ürettikleri tarımsal ürünlerin para etmediğinden söz ediyorlar. Bu durum tarımdan başka istihdam alanları olmadığı için genç nüfusun köylerden uzaklaşmasına neden oluyor. Özellikle bu hafta çıkan kararnameyi eleştiriyorlar. İki sene üst üste ekilmeyen tarlaların sahibinden alınarak devlet tarafından ektirilmesi uygulamasının kendilerine maddi menfaat sağlayamayacağını görüşündeler. Dördüncüsü, Büyükşehir Belediyesi kapsamına giren köyler, Büyükşehir’den yeterli hizmet almamasına rağmen (çöp, ulaşım, yol, kanalizasyon vs.) aşırı vergi ödediklerinden yakınıyorlar. Köy meraları artık kullanılamaz halde, hazine arazileri parası olan yabancılara satılıyor. Hayvancılık ve tarımla ilgili devlet teşvikleri yerini bulmuyor, çevre kirliliği de artmış durumda. Köylerin kanalizasyon ve su şebekeleri yenilenmiyor; dereler ıslah edilmiyor; bundan dolayı da halk sağlığını tehdit eden hastalar ortaya çıkıyor.
SOSYAL YAŞANTI KALMADI
Beşincisi, köylerde sosyal yaşantının neredeyse kalmamasıdır. Eskiden komşu ziyaretleri varken, şimdilerde bu ziyaretler aksatılıyor, para kazanma hırsı insanları birbirinden uzaklaştırıyor, dayanışma (imece) usulü neredeyse bitmek üzere. Sadece cenaze defninde ve düğünlerde bir araya gelinebiliyor. Bütün bu aksaklık ve sıkıntıların kaynağı olarak, neo-liberal politikaları benimseyen Başkanlık sistemi görülüyor. Ayrıca bu sistemin toplumsal yapıyı bozduğunu ve zenginlere hizmet ettiği inancını taşıyorlar. Köylülerin refahını artırmak için geleceğe yönelik projelerin de mevcut olmadığından yakınıyorlar. Bununla birlikte Ak Partinin ilk beş yılından memnun olduklarını da açıkça söylüyorlar. Kendisiyle konuştuğum bir köylü ‘eskiden daha iyiydi, insanlık vardı, komşuluk ilişkileri şimdikinden daha iyiydi, dayanışma vardı, saygı ve sevgi vardı, bu güzel hasletleri kaybettik, keşke eski sisteme dönsek’ diye konuşuyor. Bir diğer köylü kadın da hükümetin yaptığı yardımlardan dolayı köylülerin çoğunun çalışmak istemediklerini ifade ederek; ‘hayırlı devlet, hayırlı evlat’ ifadesini kullanıyor. Bu tespitlerden çıkan sonuç şu: Hükümetin izlediği neo-liberal politikalar, sabit gelirlilerle, emekliler ve çiftçiler dâhil olmak üzere, köylülerin refahına hizmet etmiyor. Paranın gücü çok artmış durumda, parayla her şeyin üstesinden gelinebileceği gibi kötü anlayış artıyor. Liyakatsızlık, adalet duygusunu zayıflatmış durumda. Yıllardır yaşadıkları topraklara zengin yabancıların gelerek kendileri üzerinde egemenlik ve ekonomik baskı kurmasını istemiyorlar. Bu durum da ilerde sahibi oldukları mülklerin ellerinden çıkabileceği endişesini getiriyor. Umarım, bu politikalar gözden geçirilir ve köylülerin refah düzeyini artıran yeni politikalar izlenir.