Eylül geldi, dingin ve melankolik haller zamanı… Güz kapıyı çaldı…
Eylül gelince aklıma hep gelen şiir; Şükrü Erbaş’ın ‘1983-Ankara-Güz’ notu düştüğü şiiri; ‘Ömür Hanım’la Güz Konuşmaları’ çalar kapımı…
“...Ve güz geldi Ömür hanım. Dünya aydınlık sabahlarını
yitiriyor usul usul. İnsanın içini karartan bulutların seferi var
göğün maviliğinde. Yağmur ha yağdı ha yağacak. İn-
cecik bir çisenti yokluyor boşluğunu insan yüreğinin.
Hüznün bütün koşulları hazır. Nedenini bilmediğim bir
keder akıyor damarlarımdan. Kalbimin üstünde binlerce
bıçak ağzı... Ve yüzüm ömrümün atlası; düzlükleri bunaltı,
yükseklikleri korku, uçurumları yıkıntılarımla dolu bir
engebeler atlası. Yaşamak bir can sıkıntısı mıdır Ömür
hanım?” diyor şair…
***
Filenin Sultanları’nın Avrupa Şampiyonluğu ile ‘yerli ve milli gurur’ hissiyatında dahi ‘ayrışan’ bir ülke kıvamındayız artık… Ülkemizin spor, sanat, kültürel ve daha nice alandaki başarı geçmişi uzun zamandır, ne yazık ki ayrıştırma ve kutuplaşmadan besleniyorken edebiyattaki başarısı dünya standardında kabul görmüş ve ‘sürgündeyim’ diyen bir yazarımız var! Ağustos ayının son haftasında T24 İnternet Haber Sitesi’nde kitapları 22 dile çevrilen, eserleri tiyatro ve operaya uyarlanan Aslı Erdoğan’ın, Gazeteci Candan Yıldız’la yaptığı röportaj yayımlandı.
Sağlık sorunlarıyla boğuşan Yazar Erdoğan’ın ‘Uzatmaları oynuyorum!’ deyişi, yargılandığı ve beraat ettiği tüm davalara rağmen sürgünde oluşuna dair açıklamaları, ülkenin mevcut durumu hakkındaki değerlendirmeleri, bir tek ülkemizde değil dünyada insana değer verilme(me)si konusundaki sözleri karşısında hislerimi tarif edemiyorum… Hüzünlü demek hafif kalır, iç kanatıcı… Erdoğan’ın verdiği röportaj, öylesine bir röportaj olarak okunup atlanılmamalıdır. Uluslararası alanda takdir gören yazarımız şu an bir garip sürgünde! Sağlık sorunlarıyla boğuşuyor ve ‘uzatmaları oynuyorum’ diyor ve ekliyor: “Keşke bir çocuğum olsaydı, onun üzerinden geleceğe seslenebilirdim! Son altı yılda tek bir kez Türkiye’yi çıplak gözle görebildim, Midilli Adası'ndan.”
Röportajın her cümlesi çok önemli ama özetle şu satırlar çok şey anlatıyor: “Avrupa’nın, düşünce ve ifade özgürlüğü, sosyal demokrasi, insan hakları vb. alanlarda Türkiye’den fersah fersah ileride olduğu aşikar -yoksa buralara sığınmazdık- ama ağır ağır, gösterişli bir tür müzeye, cafcaflı, kof, içi boş kavramlar müzesine dönüştüğünü düşünüyorum. Tüm dünyada bir tsunami gibi yükselen milliyetçi-şoven dalga yeni günah keçisi olarak göçmenleri, mültecileri bulmuş durumda... En düşündürücü olanı ise şu: Biz göçmenler de, barındığımız ülkenin değer yargılarını içselleştiren, mutlaklaştıran bir bakışla ölçüyoruz kendimizi, ev sahiplerimizin gözünde puan kaptıkça, kendi gözümüzde var olabildiğimizi sanıyoruz. Biz kadınların, erkek egemen yargılarla kadınları ve kadınlık durumunu değerlendirmesi gibi...”
Röportajın tam metnini okumanızı ve üzerine kafa yormanızı öneriyorum… Ve edebiyat camiasının, bu cümleler karşısındaki sessizliğinin kırılmasını temenni ediyorum!
Tam da Şair’in dediği gibi: “Dünya aydınlık sabahlarını yitiriyor usul usul…”
***
Eylül sinemasında merakla beklediğim filmleri de not düşmek isterim… İlki Nuri Bilge Ceylan’ın, Cannes Film Festivali’nde Merve Dizdar’a En İyi Kadın Oyuncu ödülünü getiren Kuru Otlar Üstüne filmi, 29 Eylül’de sinemalarda olacak. Yine Dizdar’ın oynadığı, dünya prömiyerini 47. Toronto Uluslararası Film Festivali’nde yapan ve birçok festivalden ödülle dönen Selcen Ergun’un ilk uzun metrajlı filmi "Kar ve Ayı" da 8 Eylül’de sinema severlerle buluşacak.