Nevruz, tarihte, Mısır’dan Orta Doğu, Türk dünyası ve Hindistan’a kadar geniş bir coğrafyada kutlandı. Bu kutlamaların İslam’dan önce de mevcut olduğu, Afganistan'nın Belh kentinde Nevbahar adında manastır ve eski bir sitenin mevcut olmasından anlaşılıyor

Nevruz, tarihte, Mısır’dan Orta Doğu, Türk dünyası ve Hindistan’a kadar geniş bir coğrafyada kutlandı. Hatta Doğu Afrika’da Sevahili’de (Tanzanya ve Zengibar adası), Müslümanlar, 15. Yüzyıl sonlarından itibaren Nevruzu kutladılar. Nevruz gününde, Sevahili’de, Müslümanlar Kuran okurlar, kadınlar et, pilav ve güveç pişirerek misafirlere ikram ederlerdi. Bu sebeple nevruz, sadece belli bir halkın veya coğrafyanın festivali değildi. Türkiye’de nevruzun siyasi bir formata dönüşmesi veya dönüştürülmesi, son yılların garip olaylarından biridir. Temelde, nevruzun, İran’da, diğer coğrafyalara göre daha coşkulu kutlandığı, bu kutlamaların devlet tarafından da benimsendiği anlaşılıyor. Bu kutlamaların İslam’dan önce mevcut olduğu, Afganistan'nın Belh kentinde Nevbahar adında manastır ve eski bir sitenin mevcut olmasından anlaşılır. Nevruz, tarihte, tüm İslam dünyasında kutlanmıştır. Mısır’da Kıptiler ‘Yeni yılın ilk günü’ kabul ederek festivalle kutladılar. İran’da Sasaniler devrinde krallar büyük festivaller düzenlediler nevruz için. Halk sokaklara çıkar, ateş yakar ve su şakaları yapardı. Bu şaka ve eğlenceler, zamanla bir geleneğe dönüşmüştür. Irak ve Mısır’da bu gelenek, İslam idaresi altında devam etti. Bazı Müslüman idareciler, nevruzda sokaklarda yapılan at oyunlarını yasaklamak istedilerse de bunu başaramadılar. İran’da nevruz büyük şenlikler yapılarak kutlanır, resmi tatil yapılırdı. Sadece İran değil, başka kültürlerde de ‘yeni yıl veya hayatın yeni bir evresi’ anlamında nevruz kutlanmıştır. Kutlamaya katılanlar yeni elbiseler giyerlerdi. Kışın bittiğine inanılan nevruz gününde, İran’da yedi yiyeceğin tabaklara konulduğunu, tabakların başına da birer mum yakılarak kutlandığını R. Levy yazmıştır. Bu yiyecekler, elma, sarımsak, sumak, hünnap, samanu (bir çeşit şekerleme), sirke ve sebzelerdi (yeşillikler). Tabaklar bir aynanın önünde düz yerde serili bir bezin üzerine konur ve her bir tabağa birer mum yakılırdı.

Nevruz, Arap kaynaklarında ‘Nayruz’ olarak’ da yazılmıştır. İslam Ay takviminde böyle bir gün yoktu. Ama İran’da, Pers Güneş yılının ilk günü olarak kabul edilirdi. İran’da Ahameniler devletinde, resmi yıl nevruzla başlardı. Bu gün mahsul ekilir ve haraç toplanırdı. Selçuklu sultanı Melikşah’ın takvimine ve Fars gökbilimcilere göre, nevruz, ‘ilkbahar ekinoksu’dur. Hicri takvimlerde (İslam takvimi) 1 Zilkade (17 veya 18 Haziran) nevruz günü olarak hesaplanmıştır. R. Levy ve G. S. P. Freeman tarafından verilen bu bilgilerden (İslam Ansiklopedisi, Leiden baskısı) anlaşılıyor ki, nevruz, temelde ilkbaharın gelişini simgeleyen İslam öncesi bir gelenekti. İslam’ın gelişiyle birlikte, bu gelenek belli coğrafyalarda İslami bir forma sokulmaya çalışıldı. Bu nedenle de kutlamalarda farklılıklar ortaya çıktı. Hemen belirtmek gerekir ki, İslam bunu temelden yasaklamadı. Zira biliyoruz ki, hem İran devletleri hem de Osmanlılar devrinde bu gelenek, devlet gelenekleri arasına girdi ve resmileşti. Sadece halk tarafından kutlanmıyor, aynı zamanda devlet erkânı tarafından da resmi şekilde kutlanıyordu.

OSMANLI'DA NEVRUZ

Osmanlıların nevruza bakışına gelince: Osmanlılar resmi olarak bu günü nevruz-ı firuz (uğurlu, mutlu nevruz anlamında) olarak tanımlarlar. Devlet erkânı arasında resmi tebrikler yapılır, padişaha ubudiyyet belirtilir. Herkesin hiyerarşik olarak birbirine hediye verdiği bir gündür. Padişahlar, birinci imamlarına bu günde hediye (akça) verirler. Memurlara elbise parası dağıtılır. Buna resmi yazışmalarda nevruz hediyesi denilir. Özellikle doktorlara ve maliye memurlarına hediyeler verilir. Osmanlı mali tarihi açısından, nevruz bir ‘mali yılbaşı’dır. Bu gün tarihli hesaplar, bütçeler, hazırlanır veya hesap kesilir. Osmanlı kara ve deniz askerleri açısından da önemli bir gündür. Osmanlı donanması genellikle nevruzda denize açılır, askerler nevruz gününden önce toplanır, köprüler, sel ve yağmurlar azaldığı için nevruzdan sonra yapılmaya başlardı. Ayrıca, nevruzda düşmana (özellikle İran) karşı uyanık olmak gerekirdi. Zira Osmanlı topraklarına nevruzda saldırılar olabilirdi. Gerçekten de Malta (1565) ve Kıbrıs (1570) seferlerine Osmanlı donanması nevruzda çıkmıştır. Bütün mühimmat ve asker nevruzdan önce hazırlanmıştır. Osmanlı idaresi her ne kadar kendi arasında nevruz geleneklerini benimsese de, İran’ın bu konudaki öncülüğünü kabul etmek istemediği anlaşılıyor. Osmanlı padişahlarının İran şahlarına ‘nevruz tebriki’ yaptıklarına dair elimizde şimdilik resmi bir belge bulunmuyor. Sanırım bu siyasi nedenlerden dolayı olmalıdır. Avrupa’nın idarecileri, nevruzdan dolayı, İran şahını tebrik ettikleri halde, Osmanlı padişahlarının Şahı resmen tebrik etmediği anlaşılıyor. Ama Osmanlı devletinin Tahran ve Tebriz’deki sefaretleri, İran’da yapılan nevruz kutlamalarına, masraf yaparak, ‘zorunlu olarak’ katılmışlardır. Bu konuda Osmanlı arşivinde epeyce belge bulmak mümkündür. Hatta bu masrafların İngiltere’den borç alınarak yapıldığına dair belgeler de vardır. Nevruz kutlamalarının Saraydan olmayan Balkan kökenli Osmanlı aydınları arasında çok da yaygın olduğuna dair veriler çok azdır. Osmanlı aydını Ahmet Cevdet Paşa (1822-1895) tabii ki bir istisna olmalıdır. Oğlu Ali Sedat’a gönderdiği 14 Şubat 1876 tarihli bir mektupta, Cevdet Paşa, nevruzun yeterince bilinmediğinden söz eder. Kendisi oğlunun nevruz gününü heyecanla kutlar.

“Nev-aynım efendim,

Nevruzunuz mübarek olsun. Bu sene bilmem nevruziye buldunuz mu. Burada nevruziyenin ne demek olduğunu bilen yok. Nevruzu arayıp soran yok. Fakat nevruza benzer gün dahi olmadı. Nevruzu yalnız Müneccimbaşı'nın takviminde gördük’ (Osmanlı arşivi, Y. EE. 142/5) diyerek sitem etmektedir. Mektubun nereden yazıldığı bilmiyorum, ama muhtemelen Balkanlar'dan bir yerden oğluna yazmış olmalıdır. Dolayısıyla Balkanlar'da, nevruzun yeterince yaygın olduğunu ileri sürmek sanırım yanlış olmaz.

‘ADET-İ KADİME’

Demek ki, 1876’da Osmanlı sarayında nevruz geleneğinin yeterince uygulanmadığı anlaşılıyor. Belirli çevrelerin bildiği eski bir gelenek olarak kalmış görünüyor. Aslında, Nevruziye, Osmanlı sarayı tarafından ‘adet-i kadime’ (ne zaman ve niçin konulduğu kimsenin bilmediği ama uygulanagelen) olarak kabul edilmiştir. Bundan dolayı ‘adet-i nevruziye’ denilmiştir resmi yazışmalarda. Müneccim, nevruz gününü tespit eder, kutlamalar için bütçe ayrılır, helvahanede tatlılar yapılır, bu tatlılar (helva) kâseler içinde ikram edilir. Sarayda ‘nevruziye pişkeşi merasimi’ adı altında resmi bir tören düzenlenir. Sarayın üst düzey personeline (doktor, eczacı, saraç, has ahırcı, mirahor gibi) kıymetli hediyeler verilir. Sarayın baştabibine samur kürk giydirilir törenle.

Nevruz sözcüğünü, Osmanlılar devrinde Ermeni milliyetçilerinin kendi siyasi emelleri için bir anahtar sözcük olarak kullandıkları belgelenebiliyor. Bu sözcük, gizli bir Ermeni cemiyetinin, Ermenice yayın yapan Osmanlı'dan ayrılıkçı bir gazetenin ve piyango biletinin ismi olarak kullanılmıştır.

Cumhuriyet devrinde, devlet erkânı arasında, nevruz geleneğine yeterince önem verilmediği veya verilemediği anlaşılıyor. Kutlamaların kaldırıldığına, yasaklandığına dair de bir uygulamanın yapıldığını bilmiyorum Ancak, İran’ın bu geleneği 20. Yüzyılda da uluslararası seviyede kutladığına dair veriler var. Bunlardan biri Hüseyin Ala’nın 26 Mart 1957 tarihli Fransızca olarak Başbakan Adnan Menderes’e gönderdiği’ nevruz kutlaması’ telgrafıdır. İran Başbakanı Hüseyin Ala (1882-1964), nevruzu, Fransızcaya ‘de la fete de Novrouz’ olarak çeviriyor ve Menderes’e esenlik, mutluluk ve refah diliyor. Menderes’in bu telgrafa, İran’ın nevruzunu kutlar şekilde resmi cevap verip vermediğini bilmiyorum.

Kökenlerini tam bilmesem de, geleneğe uyarak, pandeminin henüz bitmediği ve ağır kış şartlarına maruz olduğumuz bu yılda, ilkbaharın gelişinin müjdecisi olarak kabul ettiğim nevruzun, herkese sağlık, uğur ve mutluluk getirmesini diliyorum.