Temmuz ve Ağustos ayları her gün tedirginlik içinde olduğumuz aylar olarak son yıllarda yaşamımızda rol oynamaya başladı. Acaba bir yerde bir yangın çıkacak mı? Canımız ne kadar yanacak? Yaban hayata ilişkin ne kadar kaybımız olacak… Evet, bu soruları sorar ve bu sorularla uyur ve uyanır olduk… Kırsalda ormanlar, evler ve yaban hayat; kentte ise sanayi tesislerinde çıkan yangınlar yüreğimizi ağzımıza getiren olaylar oluyor.
İzmir’in tarihinde de yangınlar önemli bir yer tutmuş, kentin kaderinde önemli bir rol oynamıştır. Günümüzde yangınlar bu kadar yakınımızda ve yanımızdayken ve de canımızı yakarken acaba tarihte yangınlar İzmir için ne anlam taşıyordu. Nasıl meydana geliyordu. Sonuçları ne oluyordu ve etkileri nasıl silinmeye çalışılıyordu.
Özellikle İzmir’in bir liman kenti olarak etkili rol oynamaya başladığı 17. yüzyıl başlarından itibaren deprem ve veba salgınları gibi yangınlar da neredeyse her yıl kentin yaşamında var olmuştur. Özellikle de yaz ayları bu yangınların etkili olduğu dönemdir. Bu bağlamda tarih içinde kentte çok sayıda büyük yangın çıkmıştır. Bu yangınlara dair bilgiler yerel gazetelerde olduğu gibi, Batı Avrupa’daki gazete ve dergilerde ve de konsolosluk raporlarında yer almıştır. Bunlar arasında 1841 ve 1845 yangınları kente ve kentliye dair etkileri ve sonuçları bakımından öne çıkmaktadır.
1841 YANGINI VE SONUÇLARI
İzmir’den gönderilen bilgiler ışığında Leipzig-Almanya’da yayınlanan ve Yahudi tarihi ve edebiyatı üzerine haberler veren “Der Orient” adlı gazetede yangınla ilgili şu bilgiler yer alır: “29 Temmuz gece yarısı sıralarında şehrin orta yerinde, zengin Türk tüccarlarının dükkânlarının olduğu yerden kara bir bulut göğe doğru yükselmeye başladı. Tulumbacıların feryatları ve yangın uyarı sesleri şehrin en ücra mahallelerinden bile duyuluyordu.
“Birkaç dakika içinde dumanlar içinden alevler yükselmeye başladı. Ancak havanın durgun olması ve tulumbacıların gayreti sonunda alevler bastırıldı ve yangın kontrol altına alındı. Tam ucuz atlatıldı derken 15 dakika kadar sonra çıkan imbat alevi yine canlandırdı ve yangın bir anda Hisar Cami ve Selvili Han’a doğru yayılmaya başladı. Tanrı İzmir’i korudu ve Gölbedesteni civarında yangın durduruldu. Yoksa tüm şehrin yanıp kül olması işten bile değildi. Avusturyalı Amiral Bandiera ve onun askerlerinin üstün gayretleri sonucu bu felaket önlendi. Günün aydınlanmasıyla birlikte yangının sol tarafını oluşturan kıyı boyunca yanan evler ve dükkânlar söndürülmeye devam edildi. Yangının sağ tarafı ise denizden esen rüzgârın sayesinde sanki sonra nasıl olsa yok ederim dercesine yön değiştirerek ikiye ayrıldı. Bir kolu Yahudi Mahallesi’ni yok etmekle yetinmeyip, daha yukarılara doğru yoksul Türk ailelerin derme çatma evlerini yok etmeden durmadı. Yangının diğer kolu ise bir grup evi atlayarak Tilkilik tarafına doğru ilerlemeye başladı ve bir anda Çorakkapı taraflarında alevler yükselmeye başladı ve buradaki en ücra evleri yok etti.”
Bu yangının Luigi Storari’nin 1852 Kemeraltı planında görüldüğü üzere günümüzde de hala aynı yerde bulunan Kuyumcular Çarşısı’ndaki bir çay ocağından çıktığı yaygın bir kanıdır.
1815 yılında İzmir’e gelip yerleşen, daha sonra İstanbul’a giderek ABD Sefâreti’nde kâtiplik yapan (1831-1833) ve ticaretle meşgul olan İngiliz William Churchill tarafından çıkarılan Cerîde-i Havâdis’e göre felaketin kente ve kentliye faturası şöyleydi; 12 cami, 30 mescit, 14 medrese, 14 mektep, 2891 Müslümanlara ait ev, 8 hamam, 120 Rum odası, 2400 Yahudi odası, 2407 dükkân, 14 han ve 20 havra yangında yok olmuştur.
Yangının izleri uzun zaman kentin üzerinden silinmemiştir. Merkezi idare bir miktar yardım göndermiş, Yangından etkilenmeyen İzmirliler hemen kendi aralarında 60 bin kuruş toplayarak yangından etkilenen ve zarar gören hemşerilerine yiyecek ve giyecek yardımı yapmışlardır.
FRANKL’IN AKTARDIKLARI
Kudüs’te Avusturya vatandaşı Yahudi çocukları için çocuk koruma evi açılması konusunda görevlendirilen Ludwig August Frankl, bu amaçla yolculuk yaparken Nisan 1856’da İzmir’e de uğrar; özellikle Yahudi Cemaati ve 1841 yangınının İzmirli Yahudiler üzerindeki etkisini ve yıkıcılığı üzerine bizzat Hayim Palaçi ile sohbet eder; Hahamhanenin yanmasıyla birlikte –İzmir’de henüz bankacılık olmadığı için- Yahudilerin değerli birikimlerini hahamhaneye emanet etmesi ve hahamhanenin de yanmasıyla birlikte bu birikimlerin karşılığının cemaat üyelerine borçlanılması ve yanan sinagogların onarımı gibi büyük zararlar sonucu İzmir Yahudi Cemaati’nin uzun yıllar ayağa kalkamayacağı bir çöküntü içine sürüklendiğini aktarır.
1845 YANGINI VE SONUÇLARI
Yangının başladığı gün olarak farklı kaynaklar 3 ve 5 Temmuz günlerini işaret etse de yaygın olan 3 Temmuz Perşembe gecesi 23:00 civarında Peştemalbaşı muhitinde İmamoğlu Hanı’ndaki bir odadan başladığı şeklindedir. Aniden ortaya çıkan ateş, yangın bölgesinde sokakların sıkışıklığı ve evlerin birbiriyle iç içe olması nedeniyle sekiz-on kola ayrılarak şehrin dört bir tarafına hızlıca yayılır. Alevler özellikle Tabakhaneler yönüne hızla ilerlerken Ermeni Mahallesi’nin tümünü, civarındaki küçük çarşıları ve içi alkol dolu olan tavernaları yok eder. Çuhacılar Çarşısı son anda yanmaktan kurtulur. Hadjistam Sokağı’ndan Frenk Mahallesi’ne ulaşan ateş Madama Hanı’nın alt tarafından yangının bir diğer kolu ile birleşir. Sponti Meydanı’ndaki söndürme çalışmaları sayesinde ateş Gül Sokağı’na ilerlemez. Yaklaşık 16-17 saat süren yangın Asâkir-i Hassa-i Şâhâne askerleri ile birlikte olan Ferik Mazhar Paşa ve zabitleri, balta, kanca ve tulumbalarla canları pahasına yangını söndürmeye gayret eder. İzmir’de bulunan Avusturyalıların “Adria” adlı korvet ve Fransızların “Volage” adlı brik gemilerinin askerleri, şehirdeki konsolosluk çalışanlarıyla birlikte yangının söndürülmesine destek olurlar.
Maddi bakımdan; 150-200 milyon kuruş zararın olduğu yangında; 4 binden fazla ev, dükkân ve mağazayla 4 Türk tekkesi, 2 cami, Soeurs de la charite hemşire/rahibelerine ait okul, Hollanda, Belçika ve Toskana konsoloslukları yandı. Ermeni Mahallesi’ndeki 800 evden ancak 40 tanesi ayakta kalabildi.
Şehircilik bakımından; Afet yerlerinin düzenlenmesi ile bizzat Sultan Abdülmecid ilgilenir. Yangının ardından İzmir’de derhal imar çalışmaları başlar. Konu ile ilgili İstanbul’dan bir mimar ve yardımcısı, üç mühendis ve iki marangoz kalfası İzmir’e gönderilir. Sokakların darlığı ve evlerin birbirine bitişik olması her seferinde yangına neden olduğu için bu tür felaketlerin tekrar yaşanmaması adına bazı düzenlemeler yapılır. Sokakların yeniden düzenlenmesi, yeni yapılacak evlerin kârgirden olması, beş-altı evde bir yangın duvarının yapılması yetkililere bildirilir.
1845 ve 1848 yıllarında yayınlanan imar düzenlemeleri (Ebniye nizamnameleri) aracılığıyla yangın, kentin bu bölümünün modern bir anlayışla yeniden düzenlenmesi için fırsat olarak düşünülür. Yangında en büyük zararı gören Ermeni Mahallesi kısa sürede toparlanır. Bu kez o döneme göre geniş sayılabilecek, birbirine paralel ve düzenli yollar inşa edilir. İzmir’in en güzel semtlerinden birisine dönüşen yer halkın ziyaret noktası haline gelir.