Önce bir öykü. Meslektaşım Mine G.Kırıkkanat’tan. 11 yıl önce yazdıydı; “Çıkmayan candan umut kesilmeyeceğini, her an, her şeyin değişebileceğini öyle güzel anımsatıyor ki. Bakırköy Ermenilerinden doktor Peştemalcıyan ve ailesi, 1930’lu yıllarda Almanya’ya göçer, Berlin’de bir halı kilim mağazası açarlar. Peştemalcıyan bir süre sonra mağazayı oğlu Aram’a devreder. Ama 2.Dünya Savaşı’yla birlikte, aile için zor günler başlar.1943’ün sonuna doğru Almanların savaşı yitirecekleri belli olur. Rus Kızıl Ordusu, 25 Nisan 1945’te Berlin’i işgal eder. Zaten yakılıp yıkılan kent, Batı’dan müttefik orduları gelene kadar Sovyet askerlerinin yağma ve talanına bırakılır. Yalnız talan mı? Ruslara daha sonra Batılı müttefiklerin de katılacağı işgal güçleri askerlerinin, kızlara ve kadınlara tecavüzü sıradanlaşır, inanılmaz boyutlara ulaşır.  Kızıl Ordu komutanlığı, Berlin’de tüm kapıların askerlerine açık tutulması için bir emir yayımlamıştır. Peştemalcıyan ailesi de ister istemez emre uyar. Zaten arka bölümünde yaşadıkları halı mağazasının kapılarını açarlar. Korkulu beklentileri uzun sürmez. Çekik gözlü, vahşi görünümlü iki Rus askeri, bağıra çağıra mağazaya dalar. Aram Peştemalcıyan ve eşi, bir köşede aralarına aldıkları kızlarına siper olmuş, endişeyle onları izlemektedir. Askerlerden biri halılarla ilgilenirken, diğeri çevreyi kolaçan ediyormuş gibi aileye yaklaşır ve elini genç kıza doğru uzatır. Aram, içgüdüsel bir hareketle atılıp kızına uzanan eli bileğinden yakalar. Çekik gözlü asker, anında çektiği tabancayı babanın şakağına dayar. Aram’ın ağzından aynı içgüdüsellikle ‘Şimdi b.ku yedik!’ sözleri dökülür. Asker şaşkınlıkla tabancayı indirip ‘Ne dedun, ne dedun?’ demez mi? Aram da şaşkınlıkla tekrarlar: Şimdi b.ku yedik! Asker bu kez sevinçle Aram’ın boynuna sarılır. Şok üstüne şok yaşayan Peştemalcıyan ailesi, olayı kavramaya çalışırken asker sevinçle haykırmaktadır: ‘Miz gan gardaşız, men senig gardaşınam!’ Mağazayı basanlar, Sovyet ordusundaki Kırgız askerlerdir ve Aram’ın Türkçe konuştuğunu duyunca “kan kardeşliği” durumu ortaya çıkmıştır. Karşılıklı şok atlatılınca Peştemalcıyan ailesi rahat bir soluk alır, askerlerle çay içilir, yarenlik edilir ve sonraki günlerde iki Kırgız, mağazayı Rusların talanından korumak üzere gönüllü bekçilik yaparlar.

Aradan yıllar geçer. Peştemalcıyan ailesi, bir gün halı mağazasına gelen Türk gazeteciye, hem yaşadıkları olayı anlatır hem de yaşamlarının seyrini değiştiren “Şimdi b.ku yedik!” tümcesini bir hattata yazdırıp duvara asmak istediklerini söylerler. Gazeteci, Türkiye’ye döndüğünde hattat ve mücellit Emin Barın’ın Çemberlitaş’taki atölyesine gidip söylenen tümceyi hat olarak sipariş eder. Emin Barın, lafın edepsizliği nedeniyle bir süre kararsız kalır. Ama Almanya’da kendisinin de çektiği savaş çilesini düşününce kabul eder. “Şimdi b.ku yedik” sözünü “celi sülüs” usulünde yazar, çevresini hatip ebrusu ile süsler. Hazırlanan levha, Almanya’ya, Peştemalcıyan ailesine gönderilir. 

Demem o ki, umut yaşamın ta kendisidir. Her şeyin bittiğini sandığınız an, belki de her şeyin başladığı zamandır. Gördüğünüz gibi bazen b.ku yemek” bile, kurtuluşun müjdesidir! En umulmadık anda karşımıza çıkıp en garip biçimde gerçekleşen olasılığa umut denir.”

xxxx

Çok sıkılıyoruz, bunalıyoruz. Bazen “her şey bitmiştir artık” diyebiliyoruz. Ama unutmayalım, bir hayatımız var. Sevdiklerimiz, sevenlerimizle.

Hayat;  gerçek düşler ve umutla birlikteyken, hayattır. Bunları  yakınlaştıracak şey de yani düşten gerçeğe insanın geçebilmesini umut-larımız sağlar. Umutsuzluk da bir hastalıktır. Umutsuzluğa, yeise salıvermeyelim kendimizi.

Hemen aklıma Nazım Baba’nın  “İstanbul’da Tevkifane Avlusunda”n bir dizesi geliverdi; “güneşli elleriyle kapımızı çalacak  olan gelecek günlere güvenimi kaybetmedim hiçbir zaman…”

Umuttan umut kesilmez. Yine şairin dediği gibi “hala hayatın düşlere borcu var.”

Bir düşünün! Umut olmasa yaşam bir cehenneme dönmez miydi?

Yine şiire sığınayım, Didem Madak dizelerine; “İnsan çıtır ekmeği ısırdığında, kırıklar dolar kucağına, işte orası umudun tarlasıdır.”

Yitirme-yin  sakın yürekliliğini-zi/ Güneşin-iz olsun gönlünüzde/ Ve her şey iyi olacak 2025’te…”