Bir referandum sevdasına tutulduk.
Gerekli miydi, gereksiz miydi tartışmasını geçtik artık. Az buçuk belli oldu ki 2017 yılının Nisan ayının muhtemelen 16'sında sandık önümüze konulup fikrimiz alınacak.
Sosyal medyaya bakarsanız durum vahim. Ancak daha vahimi devletin tepesinden başlayarak topluma yayılmasına çalışılan söylemler.
Korkutucu... Daha doğrusu “tehdit” edici ve en kötüsü de “aşağılayıcı” olması.
Oysa en doğrusu “hür irade” denen şeye hepimizin saygı duyması, bölmemesi, kamplaşma yaratmaması.
İşte olumsuz ruh halinin yaşamımızı ne kadar kötü etkilediğine örnek olabilecek bir hikaye size:

***
Yaşlı usta çırağının her gün bir şeylere kızmasından bıkmıştı. Bir gün çırağını tuz almaya gönderdi.
Hayatındaki her şeyden mutsuz olan çırak döndüğünde, yaşlı usta bir avuç tuzu bir bardak suya atarak içmesini söyledi.
Çırak yaşlı adamın söylediğini yaptı. Suyu içer içmez ağzındakileri tükürmeye başladı.
Tadı nasıl” diye soran yaşlı ustaya öfkeyle “acı” diye cevap verdi.
Usta çırağını kolundan tutarak dışarı çıkardı ve sessizce az ilerideki gölün kıyısına götürdü. Çırağına bu kez de bir avuç tuzu göle atıp, gölden içmesini söyledi. Söyleneni yapan çırak, ağzının kenarından akan suyu koluyla silerken usta aynı soruyu sordu?
Tadı nasıl?”
Ferahlattı” diye cevap verdi genç çırak.
Tuzun tadını aldın mı?” diye sordu yaşlı adam.
Hayır” diye cevap verdi genç çırağı.
Bunun üzerine yaşlı adam genç çırağın yanına oturdu ve ona şöyle dedi:
Yaşamımızdaki olumsuzluklar tuz gibidir. Ne azdır, ne çok. Olumsuzlukların miktarı hep aynıdır. Ancak olumsuzluklara olan tepkimiz onu nasıl algıladığımıza bağlıdır. Kızgın olduğunda yapman gereken tek şey kızgınlık veren şeyle ilgili hislerini genişletmektir. Onun için de artık bardak olmayı bırak, göl olmaya çalış...”

***
Bir de bu referandum için kendini paralayanlar var.
Gözleri kapalı, sadece kendi fikirlerini “anlatmaya” karşısındakileri ise hiç dinlemeye niyetli olmayan bu tipler de oldukça tehlikeli. İşte onlar için de başka bir hikaye var...

***
Adamın birinin çok sevdiği bir koyunu varmış.
Bu koyun hiç gebe kalamıyormuş. Adam, komşu köyde birinin koçu olduğunu ve hangi koyunla çiftleşirse hamile bıraktığını duymuş. Bunun üzerine koyununu el arabasına koymuş, çıkmışlar yola, köye vardıklarında selam verip adamın yanına yaklaşmış.
Yahu gardaş senin koçun methini duydum koştum geldim. Hele bizim koyuna da bir çare bul” demiş.
Koçun sahibi “Olur ama 30 liranı alırım” diye yanıtlamış.
Adam kabul etmiş, çiftleşme gerçekleştikten sonra koyunu tekrar el arabasına koyup giderken koçun sahibine sormuş:
Hamile kalıp kalmadığını nereden anlayacağız?”
Koçun sahibi, “Yarın sabah ahıra girince bak. Koyun eğer yatıyorsa hamiledir. Yok ayaktaysa hamile değildir” demiş.
Neyse sabah olmuş adam bir heyecanla ahıra koşmuş. Bakıyor ki koyun ayakta. Sinirlenmiş, karısı demiş ki “bir daha götür...”
Adam da bir ümit, koyunu tekrar el arabasına bindirip gitmiş.
Bu sefer 40 lira almış koç sahibi.
Ertesi sabah adam yine koşa koşa ahıra gitmiş ki bi de ne görsün koyun yine ayakta.
Adam iyice sinirlenmiş. Neredeyse koyunu kesecek.
Karısı adamı sakinleştirip koyunu tekrar götürmesi için adamı ikna etmiş.
Adam koyunu tekrar götürmüş, koç sahibi bu sefer 50 lira almış.
Adam daha da sinirlenmiş, söylene söylene eve gelmiş.
Sabah olduğunda yatağına uzanmış umutsuz ve sinirli bir şekilde karısına:
Hele git şu koyuna bak. Oturuyor mu ayakta mı” diye seslenmiş.
Ahıra giden kadın büyük bir heyecanla geri dönmüş ve kocasına durumu özetlemiş:
Koyun ne oturmuş ne de ayakta bey. Arabaya binmiş seni bekliyor...”

***
Kıssadan hisse:
Oyunuz kıymetlidir sahip çıkın.
Haldır haldır konuşanlara inanmayın.
Koyun gibi de olmayın...