Bu can bu tende konuktur”, tarih İzmir'in vefasına tanıktır.

Sözleyin, günümüzden 2 bin 800 yıl önce Homeros adında bir şair yaşamıştı bu şiir şehirde, İzmir'deki büyük bir müzik okulunun yöneticisi Phemios'un, Meles nehrinin perisi Kristeis'den doğma çocuğu idi. Liri eşliğinde, Anadolu söylencelerini çalar, çığırırdı. Bu ezgileri bir araya getiren “İlyada” adlı destan, bütün zamanların en büyük başyapıtlarından biri sayıla geldi.

Eski kentdeşlerimiz Smyrnalılar, bu evlatlarına öylesine değer verip saygı gösterdiler ki; onun yaşadığı evi “Homerion” adıyla adeta tapınak seviyesine yücelttiler.

Homeros'tan dört yüzyıl kadar sonra, Dünya imparatorluğu kurarak “Büyük” olmaya giden, Makedonyalı Philippos oğlu İskender girdi Anadolu'ya. Önce Lydia, ardından Pers istilasının acısını yaşamış olan hemşehrilerimiz, 24 yaşındaki komutanı kurtarıcı gibi karşılayıp, ona kentin altın anahtarını teslim etti. Bundan hoşnut olan İskender (Alexandros: Ulusların güdücüsü) gördüğü rüya üzerine Bayraklı'daki İzmir'i Pagos'ta (Kadifekale) yeniden kurdurdu. İzmirliler, İskender'e duydukları vefayı onun adına sikke bastırarak gösterdiler.

Sıfırdan Sonra 178 yılında Smyrna, Deniz ve Deprem Tanrısı Poseidon'un gazabına uğradı. Korkunç yer sarsıntısı sonunda İzmir'de adeta taş üstünde taş kalmadı. Balıkesirli söylevci Aristides, “Akdeniz'in İncisi”, “Asya'nın Neşesi” İzmir'in hali pürmelalini, zamanın Roma İmparatoru Marcus Aurelius'a yazdığı dokunaklı bir mektupla anlattı. Mağrur İmparator, bu mektubu Roma Senatosu'nda okuyarak, Smyrna'nın ihyası için kararı ve bu iş için gerekli ödeneği çıkarttı.

Eski kentdeşlerimiz, bu iyiliği de karşılıksız bırakmadı: Aurelius'u yakışıklı bir Romalı olarak gösteren büst yaptırdılar (Şimdi Efes Müzesi'nde). İmparatoriçe Küçük Faustina'nın zarif bir yüksek kabartmasını, Namazgah'taki Agora'nın Batı Galeri kapısı kemerine kilit taşı olarak koydular. Belki daha da önemlisi; bu hayra vesile olan hatip Aristides'e “İzmirli” onur sıfatını verdiler.

Daha yakın tarihe gelelim:

Başkomutan Mustafa Kemal Paşa'nın ordusu, 9 Eylül 1922 Cumartesi günü İzmir'e girerek, bu “İonia'nın Süsü”, “Yeryüzünün en güzel ikliminde kurulmuş” şehirler güzelini bin 213 gün süren kara işgal zulmünden kurtardı. Buhara Türkleri'nin gönderdiği son derece murassa (değerli taşlarla süslü) kılıç, İzmir'e ilk giren Süvari Komutanı Yüzbaşı Şerafettin Bey'e verildi. Bu kahraman, son derece büyük bir tevazu ile:

- Ben ne yaptım ki? Ben sadece görevimi yaptım. Dedi.
İzmir halkı, bu büyük vatanseveri iki kez kutladı ve kutsadı:
Karşıyaka ve Alsancak'ta birer sokağa onun adını verdi.
Dünya dediğimiz ve üzerinde bizim yaşadığımız gezegen, kendi çevresinde dönerek, Güneşin çevresinde turlayıp duruyor.
Ocak, Şubat, Mart derken, Nisan başını gösterdi.
Şimdi kullandığımız takvime göre dördüncü ayımız “Nisan”, bu ismi Sümerlerden beri yaşıya gelir. Kökende “İlk ürün”, “turfanda” anlamına gelir.
Bilge Türk halkının, paha biçilmez sözlerinden biri şudur:
Mart yağar, Nisan övünür, Nisan yağar insan övünür.”
Öyle ki; Nisan yağmurları kutsanıp toplanarak, şifa niyetine halka dağıtılır.

Bugüne dek görmediyseniz, daha fazla gecikmeden gidip görün: Konya'da Mevlana Müzesinin girişinde Dervişan Kapısında solda, zengin süslemeli bir “Nisan Tası” vardır. İlhanlı Sultanı Ebu Said Bahadır Han (1305-1355) tarafından Mevlana Türbesine hediye edilmiştir. Türk-İslam geleneğine göre, kutlu ve şifalı sayıldığı için, Dergahta Nisan yağmurları bu kapta toplanıp, Mevlana sarığının ucu batırılır ve ziyaretçilere ikram edilirdi.

İşte yine Nisan geliyor. Başında “Nisan Balığı” ortasında halk oylaması var.

Oylamadan önce, halkın nabzını tutayım dedim. Devşirdiğim görüşleri şöylece toparlayabilirim:

İzmirli, cefakar olduğu kadar, vefakardır. Bağrından Başbakan çıkardığı Erzincanlı Binali Yıldırım'ın bu koltukta oturması yönünde oy kullanacaktır!”

Şimdi aldı mı beni bir düşünce!..