Gerçekten, yüreğimden gelen hislerle içten yazıyorum sizlere. Öyle “Bizanslı” veya “Emret padişahım” diyen, ayda binlerce dolar alıp güya “halkı düşünen”, pahalı elbiseler giyip, tatillerini onun bunun himmetiyle “her şey dâhilli” bol yıldızlı otellerde geçiren, şarap ya da şerbet uzmanı “köşe” sahiplerinden değilim çok şükür. Bildiğimi de düşündüğümü de “helal” ederim bedavadan yani. Ama “isyan” noktasındayım ki, her geçen gün artarak sürüyor. Tek soru soruyorum kendime: “Yalan, talan, zulüm” neden Anadolu’nun kaderi gibi? Neden birliktelik, huzur, paylaşma, dayanışma yerine “zenginin zulmü, fakirin ahı” sistemi dayatılıyor? Neden her cins cehalet hepimizi hedef almış da vazgeçmiyor? Ne yaptık da “müstahak” olanı yaşıyoruz hep birlikte ve farkında değiliz asırlardır?

Bugün “unutulmuş” bir gazeteci-yazarımızı “konuk” edeceğim. Adı Orhan Rahmi Gökçe. 1904 yılında Tire'de doğmuş, 1972 yılında İzmir'de ölmüş. Mesleğe Hizmet Gazetesi’nde başlamış, ardından Anadolu, Sabah Postası, Yeni Asır gazetelerinde de emek vermiş. Yanılmıyorsam bir dönem de İzmir Gazeteciler Cemiyeti Başkanlığı yapmış Orhan Rahmi.

24 Ekim 1930 gece yarısı İzmir’de şiddetli bir yağmur başlamış. Yağmurun yaptığı tahribat sonunda evler yıkılmış, insanlar can vermiş. Kadifekale tarafından gelen taşlar Namazgâh’a inmiş. Büyük bir felaketmiş yaşanan. Kıyamet yerine dönmüş İzmir anlayacağınız. Cumhuriyet Bayramı’nı zehir etmiş bu felaket İzmir’e. 29 Ekim 1930 tarihli Hizmet Gazetesi’nde Orhan Rahmi Bey, ne yaşamış, neler gözlemlemişse öyle bir yazı kaleme almış ve yayımlamış ki… Arşiv taraması yaparken tesadüfen buldum “Açlar ve Toklar! Nereye Gidiyorsunuz Ey Karnı Tok Olanlar!” başlıklı yazısını. Fotokopi çıkarıp odama da astım. Şimdi büyük bölümünü sizinle paylaşacağım. Konu yağmur sonrası İzmir’deki “duyarsızlıklar” ama yılın 1930 olduğuna takılmayın, o gün ne duyarsızlıklar tespit etmişse Orhan Rahmi Bey, 91 yıl sonra bugün hem İzmir’de hem Türkiye’de “gerçek” olan gerçek budur. Karşı çıkansa tuzu kuru kibirlilerdir. Buyurun şimdi söz rahmetli Orhan Rahmi Bey’de:

“Mütemadiyen gürleyen ve suyunu boşaltan bir semanın altında ne yapacağımızı şaşırmış bir halde kaldık. … Bu havada binlerce vatandaş, sefil, perişan, aç bir halde harabelerin, cami ve medreselerin köşelerine, ince çadırların altına iltica ettiler. Açlık… Bu ne büyük felâkettir, bu ne fecaattir? Tabiatın ezelî davası olan açlık ve tokluk şimdi bu memleketten vicdanların önünde karşılaştı, boğuşmağa başladı...

İşte bir manzara ki, baktıkça kalbimiz ağrıyor, gözlerimiz boşanıyor, dimağımızın, benliğimizin, insaniyetimizin mihveri sarsılıyor. Şehir kucağında, toprak üstünde çırılçıplak, felâketzede kardeşler, aç midelerini tutarak tir tir titriyorlar. Annelerin dermansız kollarında, bitap feryatlarla ağlayan çocuklara bakınız. Cami köşesinde ağlayan dul kadın, dün bu camia için Sakarya boylarında can veren aziz şehit Mehmetçiğin karısı veya annesi. Şu aç, kadit (çok zayıf) ihtiyarın oğlunu tarlada seller götürmüş. Şurada haykıranlar, duvar altında anneleri ve kardeşleri ölen zavallılardır. Bunların mideleri boş… Belediyenin, Hilâliahmer cemiyetinin vereceği bir lokma ekmek, bir kaşık sıcak çorba bu muazzam açlığın önünde; yaz güneşinin altına düşen bir bez parçasına benziyor. Açlık ve soğuk, sefalet, bakımsızlık dev adımlarla yürüyor. Onlar da insan, onlar da kardeş, onlar da bu memleketin evladı, onlar da sizin, bizim gibi her şey!

Ey karnı tok olanlar, ey sırtında yünlüleri, atkıları ile dolaşanlar, ey ellerinde nevaleleri ile evlerine, sıcacık evlerinin aguşuna dönen bahtiyarlar! Ve siz ey akşamları zevcelerinin, annelerinin göğsünde dinlenen evlatlar, zevçler, ey yavrularının mini mini elleri ile okşanan, seven ve sevilen mes’ut babalar? Nereye gidiyorsunuz, nereye koşuyorsunuz? Evlerinize öyle mi? Hakkınız var, güle güle gidiniz. Allah saadetinize, rahat ve huzurunuza zeval vermesin! Fakat hayır, o kadar serbest değilsiniz. Ferdî ve ailevi saadetinizle baş başa kalamazsınız, ferdî vazifeniz yalnız bu değildir. Beri tarafta felâketlerin önüne diz çökerek ağlaşan açlar da insandır ve Türktür.. Toklar, evet, ey aralarında bir kısmı bigayri hakkin midesi dolu bulunan toklar!..

Nereye gidiyorsunuz, nereye? Yağlı enseniz, kalın gövdeniz, şişmiş cüzdanınızla sallana sallana nereye gidiyorsunuz? Huzurdan, rahattan aldığınız derin nefesler, içinizden gelen vicdanın sesini ne vakit duyuracak? Eğlenceden, zevkten arta kalmış kırmızı; etli, müsterih çehreleriniz, acaba bu facianın önünde niçin sararmıyor?

Ey toklar, toklar! Nereye, nereye?

… ”

BELEDİYELER DE OLMASAYDI NE OLACAKTI?

Orhan Rahmi’nin yazısını özellikle ve birçok nedenden dolayı paylaştım sizinle. İzmir de dâhil olmak üzere ülkemizin her yanında özellikle üniversite öğrencilerinin “barınma” sorunları çıktı. Ama gariptir, “geliyorum” diye aylardır sinyal veren bu soruna karşı hiçbir çözüm üretemeyenler, duyarsızlıkta rekor kırarcasına sustular. Bazı basın alanlarında yayınlanan fotoğraflarda gençlerimizin eğitim aşkına parklarda barınmaya çalışmaları da ne yazık ki devletin vicdanını sızlatmadı. İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer’in gençlere sahip çıkmak adına Bornova ve Buca’da yurt kiralamaya başlamasının ardından, bazı ilçe belediyeleri de kolları sıvadı. Ne gariptir bu sorun aylardır beklendiği halde tek ses çıkarmayan İzmir Valiliği de derhal devreye girdi.

Peki, İzmir’de Kredi Yurtlar Kurumu idaresi ne iş yapıyordu?

İzmir’de FETÖ’cülerden el konulan yurtlar ne oldu? Kredi Yurtlar idaresine devredildi mi?

Bir devlet, geleceği olan gençlerine böyle bir durumu nasıl reva görür, bu örtülü bir zulüm değil mi? Devletin arazileri görgüsüz müteahhitler tarafından talan edilirken, üniversite arazileri AVM’lere peşkeş çekilirken neden ilerisi görülmedi?

Ya da başka bir “şey” mi var?

Var tabii… Adına “yandaş vakıf” denilen oluşumların gerek yurt gerekse eğitim alanında halkın devletinin milyonlarca lirası nasıl “ham” edildi?

İzmir’in belediyeleri yurt sorununa el atmasaydı İzmir Valiliği ne yapacaktı?

İnanın bu işin içinde başka işler var. “Birileri” diğerlerine bir söz vermiş de, yeniden “yeşil kuşak” hayalleri kuruluyorsa, biz Cumhuriyet’in 100. yılında nasıl bir ülkenin yurttaşı olacağız acaba?

Atatürk’ün Gençliğe Hitabı’nı okuyorum sürekli… Galiba hatamız o “hitabı” unutmaktı 1980’lerden beri…

AK Parti ve MHP dışındaki tüm muhalefet partilerinin ve vekillerinin “beylik” sözlerden ve 140 karakterli sosyal medya mesajlarından vazgeçip, toplumsal gerçekleri kendi gözleriyle görmeleri, kendi kulaklarıyla duymaları artık elzem oldu. Ne yazık ki muhalefetin “muhalifliği” strateji ve bilgi eksikleriyle dolu! Kusura bakmasınlar artık.

***

KÜLTÜR ÇÜRÜMEYE TERK EDİLİR Mİ?

Fena halde takılıyorum İzmir sermayesinin duyarsızlıklarına. Kent aidiyetinden, dede mirasına saygıdan yoksun sermaye, kendi sonunu hazırladığını da fark etmiyor. İzmir’in “asırlık” sayılacak şirketleri, fabrikaları, işletmeleri ya yok artık ya da yok denecek kadar az. “Marka değer” diye diye İstanbul’un entel dantellerinin ağızlarına bakan sermaye, kültüre de saygısız. Şimdi bir sorum var mevcut İzmir Ticaret Odası yönetimine: Bir önceki yönetimin yayımladığı kitaplar ne oldu? İçinde eski başkanın adı var diye bir yerlerde çürümeye terk edilmedi değil mi? Gelecek yazıda bu kitaplardan bahsedeceğim size. Ama bir sözle bitireyim; “Mağrur olmayın efendiler sizden büyük İzmir var!”

***

GAZETECİ SÜLEYMAN GENÇEL

Dostumdur, bazı fikirlerine oldum olası katılmadım ama dost gibi dostumdur. Yıllarca didiştik durduk ama ekmeğimizi bile paylaştık. Karşılıklı saygı ve sevgimizi yitirmedik. Bu yazıyı kaleme alırken öğrendim ki gözaltına alınmış. Olabilir, hepimizin başına gelebilecek kadar olağan artık bu! Çünkü “biat” eden “gazeteci” olmaz, “biat” edene de gazeteci denmez! İzmir Emniyet Müdürlüğü’ne tek sorum var, belki cevabı yazının yayımı öncesi de verilir. Belki emniyetten serbest çıkar, belki sabah sabah evinden alındığıyla kalır. Ama Süleyman Gençel’in deli yüreğinde ona buna bina biat yoktur, el etek öpmez, onun bunun sofrasında ahkâm kesmez… O gazetecidir gazeteci! Hani şimdilerde yok denecek kadar az olanlardan!

Ben soruyorum sorumu, kim üzerine alınırsa da alınsın!

Süleyman Gençel yıllar önce gazetecilik yaptığı esnada darp edilirken, darp edenlerin peşine düşmeyenler şimdi gazeteciyi hangi sebeple gözaltına alıyor?