Bir süre önce bir televizyon kanalında bilim adamı, bilim kadını ve bilim insanı biçimindeki ad dizimleri üstüne bir tartışma oldu. Tartışanlardan birisine göre, bilim adamı bilimle uğraşan kadınları dışladığı için, ayrıca “bilim kadını” denilmesini gerekli görüyordu; böylece, kadın cinsine ilişkin bir “haksızlık” daha giderilmiş oluyordu, İkincisi, iki ayrı terim yerine, her iki cinsi kapsayacağından, “bilim insanı” terimini daha doğru buluyordu. Üçüncüsünün görüşü daha ilginçti: Ona göre öteden beri yerleşmiş ve yeterli görülmüş olan bilim adamı her iki cins için de uygundu, çünkü ona göre adam sözcüğünün anlam alanında hem erkek hem de kadın kavramı vardı. Bu açıklamasını da “Adem Babamızın hem erkek hem de kadın” olmasına bağlıyordu. Nitekim birçok Batı dilinde bu kutsal kişi “Adam” olarak anılıyordu.

Kuşkusuz her konuşmacının açıklaması kendi içinde mantıklı. Ancak dilde her zaman mantık değil saymaca (konvansiyonel) kurallar geçerlidir: Belirleyici olan, topluluk bireylerinin ortak anlayışıdır. Ayrıca Batı dillerinde bizdeki erkek cinsi belirten adam gibi, onunla sesdeş ikinci bir sözcük yok. Onların “Adam” dediği kişi yalnızca Adem Baba’dır. Buna karşılık o dillerde yerine göre, hem erkek, hem kadın anlamına gelen sözcükler de var. Örneğin, Fransızca homme, İngilizce man, vb. öncelikle insan anlamına gelir. Daha ilginci Fr. homme sözcüğünün kökeni Latince homo’dur (Onun da kökeni eski Yunanca homos). Bizim de zaman zaman dilimize doladığımız şu ünlü homo honini lupus (insan insanın kurdudur) özdeyişinde olduğu gibi…
Yukarda andığım üç kişinin önerileri büsbütün geçersiz midir? Elbette hayır. Ancak bilgi ve bilinç düzeyi gelişmiş, aydınlanma devrimini özümsemiş ve uygulaya gelmiş toplumlarda, bu türden sözcük kararsızlıkları pek yaşanmaz. Yazım (imla) kuralları da durmuş oturmuştur. Kısacası dili bireysel düzeyde değiştirme özgürlüğü sınırlanmıştır, yok edilmiştir de diyebiliriz.
Ne var ki bu ortak kullanım ille de basmakalıplardan oluşmaz. Her kullanıcının kendine özgü bir biçem’i vardır. Örneğin, kimisi “İzmir’den şimdi geldim”, kimisi “Şimdi geldim İzmir’den”, kimisi “İzmir’den az önce geldim”, vb. diyebilir. Yeter ki her değişik kullanımda dilin yapısal kurallarına herhangi bir aykırılık olmasın. Üç değişik örnekte de böyle bir şey yok. Kişisel düzeydeki bu özel kullanım biçimlerine “söz” denir. Dildeki yaratıcılık, sözün sınırsız değişkenliğine dayanır. Öyle olmasaydı, insanlar, “formatlanmış” birer bilgisayardan öteye geçemezdi. Hele hele aralarından, bizi büyüleyen, adına “şair” ya da “ozan” denilen birileri çıkmazdı: Onlar ki birbirinden şaşırtıcı birer söz cambazı ve gün görmemiş anlam üreticisidir.
M.I.T.’de öğretim üyesiyken, çağdaş dilbilim kuramında önemli bir devrim yapmış olan Amerikalı Noam Chomsky’nin şu sözünü hiç unutmam: “Dünyanın en aptal insanı bile, dahası bir şempanze bile, en ileri uygulayımlarla üretilmiş ve üretilecek olan bir bilgisayardan çok daha akıllı ve yaratıcıdır” (Son yıllarda ülkemizde de adını daha çok siyasal çatışmalar bağlamında “kanaat önderi” olarak duyuran Chomsky’den söz ediyorum. Doğrusu ben dil kuramcısı Chomsky’yi özlüyorum).

Şimdi gelelim baştaki tartışma konusuna: Dil kuramlarıyla az çok ilgilenmiş birisi olarak, “bilim adamı” yerine “bilim insanı” denilmesini yeğlerdim. Ama bunda uzlaşma olur mu, olmaz mı, bilemem. Çünkü karar verecek olan belli kişiler değil, o terimi kullanacak olan dil topluluğudur.

Bilgisayara gelince, ne yazık ki günümüzün insanı kendini, yine insan tarafından koşullandırılmış olan bu araca fazla kaptırmış durumda; kendinden çok, ona güveniyor. Bunun bir sonucu olarak, kendi dil ve düşünce yetisini devre dışı bırakıp körelttiğinden, bilgisayarın dayattığı basmakalıp anlatım biçimlerine sığınıyor. Böylece bireyler arasında biçem ayrımı, kişiye özgü söz üretimi diye bir şey kalmıyor. Türkçe sözcüklerle Anglosakson dilbilgisine uyumlu tümceler kuruluyor; yer yer araya İngilizce sözcükler de serpiştirilerek… İletişim, koşullu refleks olayına dönüşüyor. Kısacası insan türüne aykırı bir gelişmeyi yaşıyoruz bugün.

Oha, çüş öküz, vb. gibi düzeysiz örneksemeleri de saymıyorum.
Not: Bir önceki yazımda “hiçbir kişi (…) aynı zamanda hem laik, hem de dinci olamaz” diye yazmıştım. Bir okur bunu iyi anlamadığını iletti: Belli ki dinci sözcüğünü dindar anlamına çekmiş. Oysa dinci, dini politikada kullanan, dindar ise içten inanarak uygulayandır… Belki de inançlı insanlarımızın bu konudaki tek kusuru, dincileri dindar yerine koymalarıdır diye düşünüyorum.