Önce, bu topraklarda doğup ve doyup, bu topraklara hainlik etmeyenler, halkı yoksullaştırıp elin oğlunun üç kuruşuna muhtaç etmeyenler dışında herkesin bayramı kutlu olsun!

“Yaşasın Cumhuriyet” derken ağız dolusu söylemek…

Ekim ayı girdiğinde göğüslerin kabarması, sokaklarda daha bir “dik” yürüyebilmek…

Yahu kolay mı?

Dünyaya kafa tutmuşsun “Cumhuriyet’le”…

Tam emperyalizmin “bu kez bitirdik bunları” dediği anda yeni devlet, yeni toplum, yeni heyecan…

İlk on yılın coşkusu ve “Onuncu yıl” marşı…

Şaka değil gerçekten “açık alınla” çıkmıştık…

Sonra “Ebedi şefin” kaybı…

İkinci Dünya Savaşı…

Sonra arka arkaya gelen tuzaklar, darbeler, tezgâhlar, oyunlar…

Bugünün derdi “bugün” değil ki… Belki yanlış yerde arıyoruz “yanlışları” ihanetleri…

Gazi Paşa göçer göçmez başladı “oyun”…

Hepimiz “sözde” Cumhuriyetçi, Atatürkçü olacağız lakin yaşamlarımız, yaşam biçimlerimiz “özümüz” değişecek… Oyun buydu… Son 98 yılda olan bitenleri gözden geçirebilsek, öğrenebilsek, anlayabilsek, tartışabilsek?

Ama aramıza “bizden” olmayanları almadan “biz bize” tartışabilsek…

Tartışabilsek de “rol kesmesek”…

Cumhuriyet’te “birleşebilsek” tıpkı “kurtuluşta” birleştiğimiz gibi…

Anadolu’nun çıkarını “başkalarının” çıkarının hatta bireysel çıkarlarımızın “üzerinde” tutabilsek…

Çocuklarımıza dünün şerefini masal gibi değil “yaşandığı” gibi aktarabilsek okullarda…

Doğuyla batının, kuzeyle güneyin birliğini Cumhuriyet’te, inançta, ülküde kaynaştırabilsek…

Laf olsun kutlamalarından önce bir özeleştiri yapsak?

Olaylara, hayata “farklı” baksak da “Cumhuriyet” temelinde buluşsak…

Birbirimizin paçasından tutup dibe çekmekten vazgeçsek…

Gençlerimizle, ordumuzla, üniversitelerimizle, her türlü bağnazlıktan, menfaatçi yobazlıktan, cehaletten, kibirden kurtulabilsek, kurucu kadroyu yeniden keşfetsek, Gazi Paşa’yı hissetsek…

“Barika-i hakikatin müsademe-i efkârdan doğduğuna” inansak…

Sonra da “kutlasak” hatta “coşsak” hatta “eğlensek” ama “gurur” duysak daha anlamlı olmaz mı?

Bugün 1923-1933 heyecanını yaşamıyoruz. Unuttuk mu, bilmiyor muyuz bilemem? Yaşadığımız sistem “demokratik Cumhuriyet mi” yoksa “meşrutiyet mi” anlayamıyoruz. 1923’deki o muhteşem dik duruş yok bugün. Ama balkonlarımıza, arabalarımıza, meydanlara, iş yerlerine astığımız şanlı bayrağın kırmızısının “ne olduğunu” hatırlamamız lazım. 29 Ekim “festival” ruhuyla değil “özeleştiri” mantığıyla geçmeli ve “bir günde de” kutlanmamalı!

İzmir’den Van’a yeniden güneş doğmalı memleketime. Paraya tapanlardan uzak, bir gün gireceğimiz toprağın farkındalığıyla gök kubbede “hoş sada” bırakmayı tercih etmemiz tek huzur koşulu…

Son 98 yılın tüm tezgâhlarına, tuzaklarına, sefaletimize, cehaletimize, aymazlığımıza, bencilliğimize rağmen hepinizin…

Ayrımsız hepinizin…

Partili partisiz 7’den 70’şe tüm Anadolu’nun Cumhuriyet Bayramı kutlu olsun…

Umalım ki, dileyelim ki her şeye rağmen, gelecek 29 Ekim’ler, yaşadığımız “bugünü” aratmaz!

Ama lütfen bugün düşünün Allah aşkına.

1922 şartlarında kazanılamasaydı milli savaşımız? Ne olurdu?

Mondros ve Sevr maddelerini okuyun anlarsınız.

Lütfen sahip çıkın laik, demokrat Cumhuriyetimize… Çünkü ne gidecek başka bir Türkiye, ne de artık bu yalan talan düzenine tahammülümüz var. İnadına kutlu olsun Cumhuriyet Bayramı… Nur içinde uyusun ebedi liderimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk!

88 YIL ÖNCE BİR 29 EKİM GAZETESİ!

Tarih 29 Ekim 1933… Şanlı Cumhuriyetimizin kutlu 10. Yılı… Ülkede nasıl coşku, nasıl umutlu beklentiler. İzmir’de de Yeni Asır gazetesi tam da 29 Ekim 1933 günü bir “ilk sayfa” yapmış. Bu sayfanın tamamını, eğer yolunuz APİKAM’a düşerse ki düşsün, bahçede göreceksiniz. Burada paylaşıyorum o sayfanın üst kısmını. 98. yılında ne yazık ki anlamlı coşkularımız yok. Sayfaya bakın, okuyun sonra düşünün. Acaba “milli hata nerede”?

***

İNSANLIĞIN YIKILDIĞI TARİH: 30 EKİM 2020 (8)

Bugün sekizinci yazı. Ama “son” değil. Gelecek ay “güya” depremde evini kaybetmiş yurttaşlara dağıtılacak evlerle belki, yazmaya devam edeceğim. Türkiye’deki, İzmir’deki siyasi iradeler ve atanmış zihniyetler, gerçeklere göz ve kulaklarını tıkadıkça, sadece “hamaset” ve “boş propaganda” ile depremi konuştukça ben yazmayı sürdüreceğim.

30 Ekim 2020 depremi sadece Bayraklı’da çürük binaları yıkıp canlar almadı. İnsanlığın tüm değerlerini de yerle yeksan eyledi. Vahşi kapitalizm uşaklarını gaza getirdi. At iziyle it izi karıştı. Deprem gerçeği unutuldu, üç kuruşluk çıkarlar adına gerçekler ters yüz edildi, depreme karşı değil, yurttaşın haklarının zayi olmasına yol açıldı.

Çok açık yazıyorum, kurumsal olarak Bayraklı’da tüm siyasi yapılar sınıfta kaldı. Deprem günlerinin hala sevgiyle hatırlanan kahramanları itfaiye ekipleri, gencecik polis memurları (amirleri asla), belediyelerin unvansız işçileri, sağlık ekipleri, gönüllü ekipler ve sadece Vali Köşger ve Başkan Soyer! Belediye Başkanı sıfatını bırakıp, yüreğiyle bekledi, uğraştı. Vali Köşger her şikâyete en azından cevap verdi. Belediyenin gönüllü gençleri tek tek birebir iletişim kurdu korkudan gözleri kocaman açılmış çocuklarla. AFAD’ın hepsi olmasa da bazı ekipleri gönülleri fethetti. Manisalı itfaiyecilerin insanüstü duyguyla uğraşılarına şahidim. Şehircilik Müdürlüğü müdüründen mühendisine gözümde en başarısız ve duygusuz gruptu.

İzmir’in belediyelerini, meslek odalarını “yok” sayan siyasi iktidarı, enkazın üzerinde cep telefonuyla şov yapan ilgisiz bakanı, yıkılmayan binaların fotoğraflarını sürekli çekip sonrada kaçan 34 plakalı VİP araçları, sürekli hasar raporu değiştiren, İzmir’i ilk kez gören bakanlık görevlilerini, dağıtılan yardımlara üşüşen başka ilçe, il, semt vatandaşları, depremin üçüncü günü ortalıkta dolaşmaya başlayan müteahhitleri, gayrimenkul danışmanlarını, kiracısına “sana para vereyim boşalt evi” diyen ve depremzedeye üç katına kiraya veren ev sahibini, depremden etkilenmediği halde yardım almaya çalışan bazı site yönetici ve kapıcılarını, deprem sonrasını kafelerden, künefecilerden izleyen siyasileri, ortalarda görünse de kaygılı vatandaştan, esnaftan bir selamı esirgeyenleri unutmayacağım.

Depremden sadece 15 gün sonra önce alçak sesle sonraları da haykırarak “kentsel dönüşüm” diyen siyaset erbabını da günün birinde araştırmak lazım. Bakanlık 5+1 derken kentsel dönüşümde emsal artışıyla kat yüksekliğine onay veriyor ya?

Merak ediyorum nerede deprem gerçeği diye.

Emsal artışı konusu da anladığım kadarıyla sadece müteahhitlere yaradı. Yazımı depremin birinci yılında, vatandaşını önemsemeyenler yüzünden canını verenleri saygıyla anarken, umursamamaya devam edenlere, elime ulaşan bir depremzede mektubuyla bitiriyorum.

“… Biz kimsenin, bizim elimizden tutmayacağını görerek, apartman daire sahipleri olarak hızla hareket edip kentsel dönüşüm kararı almıştık. Sözleşmemiz imzalandı, her şey yolunda giderken, çıkarılan emsal artışı, müteahhit firmamızın iştahını kabarttı. Sesler kesilmiş, herkes susmuşken, haydiii şimdi komşular bir diğeriyle tartışmalı oldu, kimi yüzde 20 diyor, kimi yüzde 10, vay fiyat şu kadar insin, yok o az, bu kadar olacak... Çok kötü oldu. İzdeda çok uğraştı çıkardı bu kararı. Belediyeler politik nedenlerle evet dedi, ortalıkta bir belirsizlik, bir tatsızlık. Sanırım dairelerini 100 bin liraya falan yaptırırız sanıyorlar. Ağlaşırken fiyatlar uçtu gitti, müteahhitler şimdi ellerini ovuşturuyor. Kimse fark etmiyor ama tam bir kaos... Yazık bizlere, yazık İzmir Bayraklı'ya, yazık bu ülkeye, insanlarına.”

Burada Haydar Özkan öncülüğünde kurulan İZDEDA’yı da unutmamak gerekiyor. Bu dernek de olmasaydı, her şeye rağmen bugün depremzedelerin yaşadığı zulüm kat be kat fazla olacaktı. Buna yürekten inanıyorum.

Öte yandan yarın, 30 Ekim Cumartesi günü İzmir Büyükşehir Belediyesi ciddi bir anma ve farkındalık etkinliği düzenledi. Depremin adeta sembolü haline gelen “Rıza Bey Apartmanı” önünde başlayacak olan etkinliklerin çoğuna ben de katılıp gözlemleyeceğim. Anma Rıza Bey Apartmanı yanındaki Şehit Hakan Ünal Parkı’nda buluşma ile başlayacak. Saat: 14.30’da Rıza Bey Apartmanı yanındaki platforma karanfiller bırakılacak. Saat:14.40’da 30 Ekim kayıpları için saygı yürüyüşü, Rıza Bey Apartmanı önünden başlayacak. Saat:14.50’de “30 Ekim Deprem Anıtı ve Parkı’nın” açılışı yapılacak. Depremin gerçekleştiği saat olan 14.51’de anıt önünde saygı duruşu olacak. Bu arada Tören alanında ölenlerin anısına 117 beyaz sandalye boş tutulacak ve üzerlerinde karanfil bulunacak. Bayraklı’daki üç camide akşam ile yatsı arasında mevlit okutulacak.

Depremden beri Başkan Soyer’in vicdanlı yüreği hep umut oldu depremzedelere. Keşke “bazıları da” birer “insan” olarak geldikleri hayatlarında “cüzdan” yerine “vicdanlarını” hissetselerdi!

O “Bazıları” asla unutmamalı, kim olursa olsun “zulümle abad olanın ahiri berbat olur” ki, inşallah!