Yaz geldi. Anne-babalar, çocuklarını hangi yaz okulunun, hangi branşına yazdıracağım telaşesine başladı. Vitrinde olan futbol yine ön planda tabi. En çok para neredeyse, aileler haklı olarak evlatlarının hayatını kurtarmak için futbola yönlendiriyor. Daha sonra popülerlik sırasına göre basketbol, voleybol, yüzme, cimnastik, bale diye sıralanıyor. Peki çocuklarımızı bireysel sporlara mı yönlendirmeliyiz, takım sporlarına mı? Yaşanmış bir hikayeyle açıklayalım. Şu an gazetecilik mesleğini icra eden bir meslek büyüğüm, voleybol denilince akla gelen önemli liselerden birinde kaptanlığa kadar yükselmiş vakti zamanında. Lise bittiğinde kentin markalaşmış en kıymetli voleybol kulübüne transfer olmasına kesin gözle bakılıyormuş. Ancak talihsiz bir diz sakatlığı onun spor hayatına sekte vurmuş. Evet geri dönmüş ama bu kez arkadaşları tarafından artık eski saygınlığını yitirmiş. Sadece maçlar koptuktan sonra oyuna giren bir piyon olmuş. Ve özgüveni 1 yıl önce tavanken, dibe vurmuş. Tam cumartesi öğleden sonrası televizyonda izlediğimiz Amerikan Kolej filmi konusu değil mi? Ama o filmlerde bir vurucu son olması gerekirdi. İhtiyar, emekli bir antrenör, o çocuğu tek başına antrenman yaparken izler, bastonuyla sırtına vurur. Ve onu çalıştırabileceğini söyler. Önce anlaşamaz ikili. Sıkı idmanlar sonrası çocuğun pestili çıkar. Filmin sonunda hayalini kurduğu, kolejin, şehrin ya da ülkenin spor takımının yıldızı olur. Bizim yerel kahramanımız ise bir çıkış yolu bulamamış. Spordan kopmuş ve gazeteci olmuş. Kendi ifadesiyle, "Takım sporlarıyla uğraşmam o dönem benim aleyhime oldu" diyor. "Keşke tenis, yüzme, atletizm gibi bireysel branşlarla ilgilenseydim. O zaman spordan kopmazdım" diye de ekliyor. Eğer imkan ve zaman varsa mutlaka takım sporuyla birlikte bireysel branşlara da eş zamanlı devam etmeli. Peki okul öncesi periyottaki çocuklar hangi dalda spora başlamalı. Bu konuda Karşıyaka Spor Kulübü Eskrim Antrenörü Doğukan Kalkan'ın harika bir tespiti var. Şöyle, "Takım sporlarında çocuklar hür iradelerini ortaya koyamıyorlar. İlla takım sporu yapsınlar diye zorlamamak lazım. Kendi kişilikleri, bireysel sporda daha iyi oturuyor. Kararlarını kendileri verebiliyorlar. Her sporu denesinler tabi ama eskrim kişisel gelişim için biçilmiş kaftan. Branşın her türlüsünü denesinler, sporla iç içe kalmaları bir şeyler için savaşmaları en önemli şey."

***

Profesyonel sporlarda sezon bitmişken, biz asıl sorunlarımıza geri dönelim. Neden genç sporcu yetiştiremiyoruz? Neden ABD'li bir basketbolcu milli takımımızda? Neden atletizm branşı devşirmelerden kurulu. Bu sorun için eğitim sistemimizi irdelememiz gerekiyor. Buca Kozağaç Abdülhamit Han Orta Okulu Türkiye üçüncüsü oldu. Türkiye'deki 15 okul artı Kıbrıs karması içinden bu başarıya ulaştı. Böyle geleceği açık, milli takıma aday sporcular, yetenek sınavına girmek zorunda kalacaklar. Kazanamazlarsa, hiç istemedikleri, kendi branşlarından alakasız bir meslek-teknik lisesine gidecekler. Oysa ki Türkiye çapında kendini ispatlamış çocukların sınavsız bir şekilde spor liselerine kaydolması en mantıklısı değil mi? Düşünsenize. Sadece Kozağaç Ortaokulu'nun sorunu değil bu durum. Binlerce okulun sporda kendini kanıtlamış öğrencisi liseye girişte elemeye uğruyor. Ve nice yetenek kayboluyor. Aralarında varlıklı olan, idealist bir öğretmeni olan ya da şanslı olan olimpiyat sporculuğuna kadar yürüyebiliyor. Geri kalanını ise malesef yurtdışından ithal ediyoruz. En kısa zamanda eğitim politikalarımızı gözden geçirip elimizdeki genç nüfusu daha doğru kullanabilmek dileğiyle...