Başlığa bakıp da “karamsarlığım” tuttu sanmayın sakın. Kendimi bildim bileli, her yılbaşında bu soruyu sorarım. Menfaat çetelerine kafa tutup mesleğimden edilmeseydim, bu yıl da ekranda soracaktım.
Nedir ki “yeni yıl”? Bir 365 gün bitip, 366. gün başlayınca 2020 yıldır, “sayacı” sıfırlayıp hoplayıp zıplıyoruz.
Başka? Başkası yok... Büyük sıkıntılarla yaşadığımız, belki de sevdiklerimizi kaybettiğimiz 2020’nin bir ve birlikte “öz eleştirisini” yapmıyoruz değil mi?
Haklarını yemeyelim, ülkemizin “mevki makam” sahipleri de en azından “corona” farkındalığıyla “Sıkıntılar yaşadık ama 2021’de kimse bileğimizi bükemez.” nutukları atmıştır mutlaka.
Normal...
Bazı “ulema taifesi de” tabii boş durur mu? “Noel” ile “yılbaşı” arasındaki evrensel farkı göz ardı ederek, “yılbaşı kutlamanın” tamamen “kâfir işi” olduğunu da söylemiştir. Ama mesela Diyanet İşleri Başkanımız çıkıp “Halkının hakkını yemek, onu kuru ekmeğe talim ettirmek, o aç yatarken tok yatmak, torpil, iltimas, kayırma, ayırma, yok sayma günahtır.” dememiştir değil mi?
Meseleyi sadece “31 Aralık gecesi sınırsız içmek, dağıtmak” olarak algılayanlar dün gece ne yaptı bilemiyorum.
Lakin keşke “kula kulluk etmenin” karşısında “vicdanı, irfanı, fikri hür” olmanın önemine vurgu yapılabilse 2021’de... E bu da benim “hayalim” olsun, olmaz mı?
Bir de “Noel Baba” meselesi var tabii. Kırmızılar giymiş sevimli bir ihtiyarla uğraşmayı “dindarlık” ve “milliyetçilik” sananlara ne demeli? Yahu adam Anadolulu, ne uğraşırlar anlamam ki yıllardır.
2020, “corona” ve “depremi” saymazsak, öncekilerden daha iyi geçmedi. Her şeye rağmen fakir “fakir” kaldı, zengin ise “daha zenginleşti.” İktidara salya sümük biat edenler, antin kuntin “piyangolarla” havaya girdiyse de ben, kimlerin ne kazan(ama)dığını merak bile etmiyorum.
Yeni yıl “kutlu” olur mu, olmaz mı bilemem. Ancak, özellikle 2022 ve 2023’ün İzmir’in tarihsel karşılıklarının çok önemli olduğunu, bu tarihselliklerin, öyle nesli tükenmiş, menfaate meyli olan tüccar akademisyen karışımı “resmi” ve “kurmaca” tarihçi bozuntularıyla, “gizemli” birlikteliklere teslim edilemeyecek kadar önemli olduğunu vurgulamak isterim.
2021, bence “hareketli” geçecek. Ama bu “hareketin” yönü ve içeriği hayra mı, şerre mi vesile olur belli olmaz. Belli olan ve inandığımsa, 2020’deki gibi kibirli, bencil, cahil ve kafası sadece para kazanmaya odaklı “tiplerle” daha fazla “uçuruma” gideriz.
Her şeye rağmen “iyi” düşünelim ki “iyi yaşayalım.” Israrla birlikteliği savunuyorum, iki yüzlülük yerine dürüstlüğü savunuyorum. Kimin neci, nereli olduğu zerre umurumda değil. Aradığım paylaşmacı, dayanışmacı, özgür düşünceli insanlık.
Ama İzmirim için tek dileğim şu, “efe, zeybek” oyunlarını az, “halayı” çok çekeceğimiz bir yıl olsun 2021.
Yoksa nedir ki “yeni yıl” dostlar?
Kimse düşünmüyor mu “ömür ağacından düşen yaprakları?”
***
Nerede şimdi “Tolon Paşa”?
Narlıdere’deki “Ege Ordusu Komutanlık” binasını, merdivenleri başında Orgeneral Hurşit Tolon’u gördüm üniformasıyla düşümde. Özledim, çok özledim Paşamı...
2002’de, İzmir TV'de, “Sabah Resimleri” programına başladığımda iki kişiyle aram çok özeldi.
Biriyle hep mükemmel oldu, diğeriyle de hep limoni ama düzeyli.
Tabii bir de Tuğgeneral Ali Vahit Kubilay Paşam. Bornova’da 57. Topçu Tugayı Komutanı. Kubilay Paşa, tam bir “efsaneydi.” Şehit Kubilay anmalarının birinde yaptığı konuşmayı, aylarca döndüre döndüre yayınlamıştım sabahları. Bir gün size Vahit Paşamı da yazacağım. Unutulmamalı gerçek yurtseverler!
Ama Hurşit Paşa, hep özel oldu bana. 30 yaşlarımdaydım. Bir iş insanı, (Ekrem Demirtaş’tı galiba) benim için “Pimi çekilmiş el bombası.” diyordu. Babamı tanımazdım eleştireceğim zaman. Düşündüğüm gibi yaşıyor, inandığım gibi yayın yapıyordum. Belki de o “özgürlük” yıllarıydı, daha sonraları hep “aleyhime delil” kullanılacak.
Hurşit Tolon, gerçek bir vatanseverdi. Özellikle emperyalizm canavarının asırlardır Anadolu’ya uyguladığı “ham yapma” siyasetini biliyordu. Önce İngilizlerin, sonra da Amerika’nın, Türk ordusundan başlayarak yine tüm Türkiye’yi, içerideki “gizli gizemli” ya da açık “iş birlikçilerle” birlikte “böl, parçala, yok et” hedefini çok mükemmel “teşhis etmişti.”
Mükemmel teşhis ettiği için de emperyalizmin hedefi olmuştu. 2003 yılında Erbil’de askerimizin başına geçirilen “çuval” olayı, “içerideki egemenler” tarafından ciddiye alınmamıştı ama Hurşit Tolon Paşa, İzmir’den tepki vermişti. Ve tabii ki emperyalizmin “içerideki” en büyük destekçisi örgüt de “düğmeye basmış” ve Paşa’yı 2008’de tutuklayarak, kendi öz vatanında “tutsak” ettiler.
Kibirli, kendini beğenmiş, üstünlük taslayan bir asker değildi Hurşit Paşa. Halkını çok seviyordu. Ondan öyle sözler işitmiştim ki, hayatım boyunca unutamam. Kıbrıs meselesinden teröre, din istismarından cehalete her konuda “bilerek” konuşan, karşısındakini değer vererek dinleyen bir komutandı. Kaç kere bir araya geldik hatırlamıyorum ama hatırladığım tek ayrıntı, ilk görüşmemiz dışında hep ben çok konuştum, o dinledi.
Bugün artık ne Hurşit Paşa gibi Vahit Paşa gibi komutanlar var ne de Türk Silahlı Kuvvetleri “halkıyla iletişimi” ciddiye alıyor. Hele bazı komutanların, “kerameti kendinden menkul” tiplerle “selfi” çektirmeleri var ya? Yüreğim sıkışıyor.
Ege Ordusu Komutanı şimdi kim bilmemekle birlikte, 2004 yılının Ege Ordusu Komutanı Orgeneral Hurşit Tolon, Torbalı'nın Karaot Köyü'nü ziyaret etmişti. Köyde yaşayan 72 yaşındaki bir ninenin duymayan kulakları için yardım istemesini geri çevirmemişti Paşa. Ve 72 yaşındaki nine, yıllar sonra yeniden “duymaya” başlamıştı.
Hurşit Paşa şimdi nerede, nasıl bilmiyorum. Sağlıkla yaşasın diliyorum. Ama o ihanet yılları var ya dostlar? Yaz yaz bitmez...
Ve yeni yılda benden daha çok yazılar okuyacaksınız. Unutmamak ve unutturmamak için.
Ha yazayım ki, bu yazının başındaki “limoni ama düzeyli” iletişimim olan kişi de rahmetli Ahmet Piriştina. O dönemi de yazmak lazım galiba. Zira onun döneminde ben, rahmetli Piriştina’nın her dediğine ve her yaptığına “eyvallah” diyen “çoğunluktan” değildim.
2021’e dair...
-
Hatırlayanınız var mı “İzmir Dergisi’ni”? Özelikle sevgili Ünal Ersözlü ile Ali Sabuktay unutmamıştır mutlaka. İşte size o dergiyi yazacağım ileriki yazılarımda. İzmir’in herkesi kucaklayan kültür ürünleri gitgide azalıyor. Bir şeyler yapmalı ama ne? Biz oturdukça çünkü, özellikle “Bizans dolaylarından” sadece popülerliğine güvenen lakin zerre İzmir’i ve İzmirlileri tanımayan “birileri” rahatsız edici “gürültüler” çıkarıyor. Hele bunların bazılarının bizim “ulusal bağımsızlık” ve “ulusal ekonomi” kokan, Kuvva-i Milliye kokan, Mustafa Kemal kokan “Kültürparkımıza” söylediklerini yazsam, benim gibi sizin de tansiyonunuz çıkar. Ama diyeyim ki “Burası İzmir, bazı şeyler düşünülür ama OLMAZ!”
-
Kadifekale eteklerinde, benim doğup büyüdüğüm yerlerde, şimdilerde Akın Ersoy hocamın ekibiyle hummalı bir çalışması var. Başkan Tunç Soyer’in de büyük ilgisi müthiş heyecanlandırıyor beni. Aslında sevgili Başkanımız ve Akın Hocamız, söylesem, kabul etseler de bir hafta sonu birlikte o muhteşem “tiyatro sıralarından” canlı yayın yapsak... Oralarda doğup büyümüş Hasan Tahsin’i geri çevirirler mi dersiniz? Ama açık yazayım, o yayın “yayın tarihine” geçer, demedi demeyin!
-
Olasılığı kuvvetli “susuzluk ve kuraklık” konusunun ciddiye alınmaması beni çıldırtıyor. Konuyla ilgili hazırlanıyorum, beklediğim bazı veri ve bilgiler var. İlk öğrendiklerim oldukça ürkütücü. Hani şu kadarını söyleyeyim ki susuzluk, coronadan beter!