Yeryüzünde üniversitenin ilk adımının, M.Ö.4. yüzyılda Platon’un Atina’da kurduğu Akademi olduğu söylenir. Aristo buradan yetişmiştir. Sonrası baş döndürücü biçimde ilerlemiş, İskenderiye, Rodos, İskenderun, Harran… diyerek, kuşkusuz coğrafyaların devlet, ekonomi, toplumsal yapı ve eğitim-öğretimden anladıkları ve bilime biçtikleri anlam-öneme koşut olarak eklenmiştir. Bugünlere gelemeyenler de olmuştur elbette. Manastır-medrese cephesinde kalıp, akıl-bilgi-aydınlanma rüzgârıyla uzaklaşan üniversitenin ardından bakıp kalan, çürüyen, eskiyen ve insanlığın büyük yolculuğunda karşılığı olmayanlar, işte onlardır. İslam Rönesans’ı denen dönemlerin “Aristo birinci, Farabi ikinci muallimdir” söyleminin ve duruşunun, dünyanın çekim merkezlerinden biri olmanın değerini taşırken, Nizamülmülk’ün medreselerine dönüşmek ve bilimsel üstünlüğü bir daha asla geriye alamayacak biçimde başkalarına kaptırmak, buna en tipik örnektir. Fatih Sultan Mehmet gibilerin emekleri ve girişimleri, bu hazin gidişi durduramamıştır. Makas giderek açılmış ve bu durum ancak din sınıfının egemenliğini pekiştirmesine ve kendilerine benzeyenlerden başka bir şey ortaya koyamamasına yol açmıştır.
Üniversite mücadelesini, kaynaklardan okunması ve bugünkü durumun doğru tahlil edilmesi dileğiyle özetlemeye çalışıyoruz. Cumhuriyet aydınlanması, tıpkı Fransız Devriminden sonra yapıldığı gibi, ülkemizdeki üniversite yolculuğuna da yepyeni bir güzergâh çizmiş, büyük adımlar atmıştır. Ama eski kalıntılar, feodalizmin dinsel sömürü ile cehaleti kışkırtma kurnazlığını harmanlayarak, emperyalizmin maşası olma ihanetiyle, bu yürüyüşe daima set çekmeye çalışmıştır. Yakın tarihin faşist zorbalıklarından 12 Eylül, aydın düşmanlığından 1402’liklere, şeflerinin ve maşalarının ağızlarını her açışta bilim ve sanat insanlarını hedef göstermesinden bin yıllık üniversite kültürünü “öğretim üyeleri sakallarını kesecek!” saçmalığına indirgeyen itibarsızlaştırma çabalarına, bu anlayışın en rezil örneklerinden biridir.
Bunları okumadan, bilmeden ve anımsamadan, üniversiteleri genelev olarak gösteren öğretim üyelerini (!) , cehaleti en yüce değer olarak gören rektörleri (!) dekanları (!), bilim-akıl-etik açısından beş para etmez olduğunu kanıtlayanları ve her gece elli kanalda saçmalamalarını gereğince tahlil etmek olası değildir. Bir günde peydahlanmadılar. Düşünce ve ürünlerinden dolayı katledilen değerlerimizin kanında elleri vardır. Yılları çalınan nice güzel insanın suçlusudurlar. Bugün öğretmene, doktora, hemşireye saldıran güruh, okuyana düşünene üretene diş bileyen sürü, bu memlekete dışardan gelmedi. Şimdi bu akıl ve ahlak yoksunlarıyla, dünya liglerinde kaç üniversitemizin anıldığını, birkaç kutup yıldızımızdan başka kaç akademisyenden dünya bilim mecralarında alıntı yapıldığını, referans gösterildiğini tartışmanın bir anlamı olabilir mi? Sanatın, bilimin, düşüncenin sevgiliye benzediğini, ilgi gösterilmezse başka yerlere kaçacağını, işte buna “beyin göçü” dendiğini, bunlara anlatabilmek mümkün mü?
Üniversite kavramı, bugün dördüncü belki de beşinci evresine hazırlanıyor. Bu hazırlığa kadar biriktirdiği değerleri anımsayalım: Özgür düşünce, felsefi sorgulama, bilimsel çalışma… Akılcılık, deneysel çalışma ve kanıtlama… Önyargısız ve yöntemli bilimsel çalışma… Felsefi (düşünsel) sorgulama… Girişimcilik ve hayata doğrudan üretimle karışma… Bilginin kullanılması, değer üretme, disiplinler arası çalışma ve üretimi hedefleme… Çok kültürlülüğe önem, kitlesel ve elit eğitim… Yaratıcılık ve tasarım refleksi… Bilgi üretme ve paylaşma merkezine dönüşüm… Girişimcilik, yenilikçilik (inovasyon) ve Ar-Ge… Toplumsal gelişmede doğrudan rol alma ve önderlik… Bütün bunlar için kesin ve değişmez ilke: özgürlük ve özerklik… Şimdi bütün bunlar, bu tiplere sorulabilir mi, iki mantıklı tümce beklenebilir mi?
Yobaz dile gelince, elbette ağzından genelev çıkacak, şaşacak ne var? Şimdi bizi ilgilendiren, bir gün ve mutlaka sorulacak olandır: “Buralara hangi bilimsel çalışmayla geldin?” Yanıt gelmezse yapılacak da bellidir: üniversitenin saygınlığı, inanılırlığı ve kalıcılığı adına, tüm saygısızlıkları cümle evrakıyla çöpe atmak!