HAYAT KURTARMA SÖZ KONUSU OLDUĞUNDA İTFAİYECİLER KENDİ CANLARINI TEHLİKEYE ATMAKTA EN KÜÇÜK BİR TEREDDÜT GÖSTERMİYOR.
İtfaiyeciler alevlerle savaşan, can kurtarmak için kendi canını tehlikeye atmaktan çekinmeyen cesur ve yetenekli insanlardır. İtfaiyeci yangını söndürmek için gereken neyse onu yapar. Ateşi söndürür. Yangının içinden can kurtarır.
Yangından kaçamamış, alevlerin fırına döndürdüğü binalarda mahsur kalmış panik içindeki bebekli anneleri, çocukları, yatalak yaşlıları kucaklayarak, sırtlayarak dışarı çıkardığı yetmezmiş gibi kafesteki kuşu, duman solumaktan kendinden geçmiş kediyi de geride bırakmaz. Ne yapar eder yanan binadan çıkarır. Oksijen maskesiyle, kalp masajıyla o küçücük canı da yeniden hayata döndürmenin yolunu bulur. Sonra yine alevlerle mücadelesine döner.
İtfaiyeci kuyuya düşen köpeği, evin çatısına sıkışan ineği, ağaca çıkan kediyi kaderine terk etmez. Kurtarıp sahibine teslim eder.
Yangın söndürmekle yükümlü personele itfaiyeci denir. Bir itfaiyeci yangınları söndürmek için eğitilmiş ve buna göre donatılmıştır. İtfaiyenin özdeşleştiği "yangınla mücadelenin" 3 temel amacı vardır. Bunlar sırasıyla hayat kurtarmak, mal kurtarmak ve çevreyi korumaktır.
Yangınların yanı sıra deprem, sel gibi doğal afetlerde, her türlü patlama, çökme gibi olağanüstü durumlarda, mahsur kalma olaylarında, arama kurtarma çalışmalarında itfaiyeciler görev yapar. İtfaiyecilerin öncelikli görevi hayat kurtarmaktır. Bu yüzden itfaiye bir acil servistir ve diğer acil servislerle sürekli irtibat halinde olmak zorundadır.
İtfaiyeci yangından, alevden, dumandan korkmaz. Yangına hızla müdahale edebilmek için saniyeler içinde yola çıkar. Dakikalar içinde yangın mahalline ulaşır ve alevlerle savaşmaya başlar. İtfaiyenin yola çıkışı ile yangına müdahalesi arasındaki zaman diliminde, ulaşımın sağlanacağı yolun ne durumda olduğu belirleyici olabilmektedir. Yangının büyümeden söndürülebilmesi için erken müdahale edilmesi, bunun için de itfaiyenin olay yerine hızla ulaşabilmesi gerekir. Yolun açık olması hayati önem taşır. İtfaiye aracının geçeceği yola düşüncesizce park edilmiş araçlar yüzünden zaman kaybedildiği ne yazık ki karşılaştığımız durumlardandır.
İtfaiye eri olmak için okunacak bölüm, ön lisans düzeyinde olan 2 yıllık Sivil Savunma ve İtfaiyecilik Bölümüdür. Liseden sonra yerleştirme sınavı ile 2 yıllık ön lisans eğitimi veren eğitim kurumlarına kayıt olan itfaiyeci adayları Sivil Savunma ve İtfaiyecilik Bölümü'nü bitirmelidir.
İtfaiyecilerin son derece zorlu işe kabul sınavları hepimizin dikkatini çekmiştir. Erkek ya da kadın her itfaiyeci adayının öncelikle omuzunda kütük taşıyabildiğini, hortum kangalı ile birlikte koşabildiğini, önüne çıkan her engeli aşabildiğini kanıtlaması gerekir. İtfaiyeci olmanın temel koşullarını yerine getirip göreve başlayanları da ileri hizmet içi eğitimler beklemektedir.
Sürekli eğitimlerle, gerekli donatım ve yöntemlerle, teknolojik olanaklarla güçlendirilen itfaiyeciler, bir yandan yangınla mücadele ederken zor durumda kalmış, çaresiz insanların tek kurtuluş umudu olduklarının bilincine sahiptirler Bu sorumluluğu yüreklerinde hissederler. Yangından korkmak nedir bilmezler.
Ne yazık ki itfaiyeciler de görev şehidi olabilir. Yangında çöken çatının altında kalıp şehit olan itfaiyecinin arkadaşları o anda yangınla mücadeleden başka bir şey yapamaz. İtfaiyeciler görevlerine devam etmeli, sönünceye kadar yangını kontrol altında tutmalı, yayılmasını önlemelidir. Onlar acılarını daha sonra yaşayacaklardır.
İTFAİYECİLİĞİN TARİHİ
İstanbul'da yaşanan depremlerin yol açtığı yıkımlar 1500’lü yıllarda evlerin taş yerine ahşaptan yapılmasına neden olmuştur. Fakat ahşap malzeme kullanımı yangınların çok hızlı büyümesine neden olmuş ve büyük hasarlar oluşturmuştur.
Türkiye'de itfaiye teşkilatı ilk olarak 1714 yılında Osmanlı İmparatorluğu döneminde Yeniçeri Ocağı'na bağlı olarak Dergâh-ı Âli Tulumbacı Ocağı adıyla kuruldu. Yeniçeri Ocağı'nın 1826'da kaldırılmasıyla yerine 1827 yılında ordu içinde Yangıncı Taburu adlı itfaiye teşkilatı kuruldu. Bu birliğin yetersiz kalmasıyla 1884 yılında 4 kara itfaiye taburu 1887 yılında ise 1 deniz itfaiye taburu daha kurulmuştur.
25 Eylül 1923 tarihinde itfaiye hizmetlerinin belediyelere devredilmesiyle itfaiye teşkilatı günümüzdeki halini almıştır. Belediyelere bağlı olarak oluşturulan belediye itfaiyeleri, Türkiye'de yangın söndürme işleminden ve afetlerde ilk yardım, arama-kurtarmadan sorumlu kamu kurumlarıdır.
TÜRK EDEBİYATINDA TULUMBACILAR
İtfaiyecilik ve itfaiyecilerin hayatı edebiyatımıza da konu olmuştur.
Nabizade Nazım, Türk edebiyatındaki ilk natüralist, tezli ve psikolojik roman denemesi olan, Servet’i Fünun dergisinde 1894 te tefrika olarak çıkan Zehra adlı eserinde bir tulumbacının hayatını yazmıştır. Türk romanında tulumbacılık konusunda yazılmış olan bu ilk satırlar, tulumbacılığı ve yangını yaşayarak değil dinleyerek kaleme alınmış olsa da her zaman değer taşıyacaktır.
Gazeteci, romancı Ref’i Cevad Ulunay (1890-1968), ilk baskısı 1955’de yapılan Sayılı Fırtınalar adlı ünlü eserinde İstanbul Tulumbacılığı başlıklı bir bölümle tulumbacıların dünyasına göz atabileceğimiz bir pencere açmaktadır.
Tarihçi Reşat Ekrem Koçu’nun(1905-1975) kayıtlardan ve birinci el kaynaklardan yararlanarak hazırladığı İstanbul Tulumbacıları adlı eseri, İstanbul tulumbacıları ve İstanbul’un büyük yangınları hakkında başvurulabilecek bir kaynak olarak öne çıkmaktadır. Koçu’dan edindiğimiz bilgiye göre bugün kullandığımız itfaiye eri deyiminin yerine tulumbacılar arasında “uşak”, itfaiye kurumu oluştuktan sonra ise “nefer” sözü kullanılırdı.
TULUMBACILAR KİMDİ ?
Tanzimatla birlikte devlet teşkilatı batılılaşırken 1868’de şehremaneti, belediye reisliği ve belediye daireleri kuruldu. İstanbul’da yangın söndürme işi karakollardaki tulumbacı takımlarının yanı sıra belediyenin görevleri arasına alındı. Belediye dairelerinde de tulumbacı takımları oluşturuldu. Tulumbacılar semtin hamaI, ırgat, arabacı gibi, vücut yapıları bu meşakkatli işe dayanıklı gençlerinden toplandı. Bunlar kendi günlük işlerine devam ettiler, yangın çıkınca tulumbalarının başında toplandılar ve yangına koştular. Bu hizmetlerine karşılık, hemen hepsi bekar olduklarından barınmaları için koğuş yapıldı. Küçük bir aylık bağlandı, günde bir ekmekle yılda birer kat giysi verildi. Her türlü belediye vergilerinden muaf tutuldular. Yangına gitme kıyafetleri bir don, bir gömlek, başta bir keçe külah, yalın ayaklarında da bir tulumbacı yemenisiydi. Başlarına bir reis, bir de ikinci reis tayin edildi. “Daireliler” adını alan bu tulumbacılar semtlerine göre ayrıldılar: Fatih Daireliler, Üsküdar Daireliler, Beyoğlu Daireliler gibi.
Belediye tulumbacıları ortaya çıkıp tulumbacılık askeri yapıdan ayrılınca İstanbul halkı da semtlerin, mahallelerin delikanlılarından, gözü pek gençlerinden tulumbacı takımları kurdu. Belediye tulumbacı teşkilatı, “başıbozuk teşkilat” halinde aynen taklit edildi. Koğuşlar yapıldı. Bu gençler de yangınlara aynı kılık kıyafetle koşuyorlardı. İlk zamanlarda tulumbacılar yangına bir don, bir gömlek gittikleri halde bunlar tek tip değildi. Sıradan iç donu ile çeşitli renklerde gömlekler, fanilalar giyiliyordu. Sonraları don, paça kısmı diz kapağı altından sıkılan “dizlik” denilen hususi bir şekil aldı. Fanilalar formalaştı. Hepsi aynı biçimde serpuş kullandılar. Zaman zaman ayaklarından yemenileri tamamen atarak yangına kar ve buz üstünde yalın ayak koştular. Yangın yerlerinde alazlanmış tahtalar, kızgın çiviler arasında yalınayak dolaştılar.
Tulumbacılık hevesi öylesine yayıldı ki bugünün futbol kulüpleri ve taraftarları arasındaki rekabet, tulumbacılar ve taraftarları arasındaki mücadelelerin yanında sönük kalırdı. Tulumba mahallenin, semtin sembolü haline geldi. Yangına giderken ve yangın dönüşü koşular, yangını unutturacak kadar iddialı oluyordu. Bazen kanlı dövüşler yapılıyordu. Kayıkçı, arabacı, at sürücüsü gibi kimselerin yanı sıra esnaf gençleri, kalem efendileri, idadi talebeleri, yüksek mektep talebeleri, beyzadeler, paşazadeler Mahalle tulumbaları sandıklarına uşak yazıldılar. “Yangın var” sesi duyulunca hepsi koğuşlarına giderek giysilerini, üniformalarını atıyorlar, dizliklerini çekip formalarını geçiriyorlar ve yalınayak tulumba sandığının kolu altına girerek yangına koşuyorlardı.
Türkiye’de tulumbacılık yapmış tek kadın olarak kayıtlara geçen Tulumbacı Bahriye, itfaiyecilik mesleğinin cinsiyeti olmadığını 1890’lı yıllarda göstermiş, kadın itfaiyecilerimizin öncüsü olmuştur.
İTFAİYE HAFTASI
Türk İtfaiyesi köklü ve onurlu bir geçmişe sahiptir, 1714 yılında kurulan itfaiyemiz o günlerden bugünlere kadar gücünü artırarak vazgeçilmez kurumlarımızdan birisi haline gelmiştir. İlk itfaiyemizin 1714 yılının hangi günü kurulduğu tam bilinmediği için, 25 Eylül 1923 olan cumhuriyet dönemindeki kuruluş tarihi esas alınarak, 25 Eylül ve takip eden hafta İtfaiye haftası olarak kabul edilir. Bu günlerde her yıl yayın organlarında, okullarda ve çeşitli alanlarda İtfaiye haftasının anlam ve önemini içeren yayınlar, bilgilendirmeler yapılır.
Halen görev yapmakta olan ve hizmet süresini tamamlayıp emekli olmuş tüm itfaiyecilerimizin İtfaiye Haftası kutlu olsun. Şehit itfaiyecilerimizin hatırası sonsuza kadar yaşasın.