Daha önce hiç yayınlanmayan ve ilk defa 9 Eylül Gazetesi'nde okuyucu ile buluşan öykümüzün Mordoğan’da yaşayanlar ve denizle yakınlığı olanlar için özel bir armağan olarak kabul edilmesi dileğiyle
Mordoğanlı denizcilerin uğrağı olan Kayaburun’un kıyısında, yekpare kayanın üstünde yer alan, nasıl oluştuğu bilinmeyen ve kabul gören herhangi bir açıklaması da bulunmayan dikkat çekici üç yuvarlak çukur; hayatını denizden kazanan, alçak gönüllü insanların yaşamını anlatan bir öyküye ilham kaynağı oldu.
Öyküde yerleşim yeri adı olarak kullanılan Marda sözcüğü ile kişi adları tarihsel sürecin herhangi bir noktasında, herhangi bir coğrafyada kullanılmış olabilir. Ancak öyküde geçen bu isimler hiç bir yerden alıntılanmadı.
Mordoğan’ın denizinin tuzunu, rüzgarlı havasını taşıyan bu küçük öykümüz, doğa sevgisi ile bu toprakların kültürel mirasını ortaya koyan tarih ve arkeolojiyi, biraz da mitolojiyi harmanlayarak kaleme alındı. Daha önce hiç yayınlanmayan ve ilk defa 9 Eylül Gazetesi'nde okuyucu ile buluşan öykümüzün Mordoğan’da yaşayanlar ve denizle yakınlığı olanlar için özel bir armağan olarak kabul edilmesi dileğiyle…
MARDA'NIN TANRISI
Denizin üzerindeki sabah sisini aralayıp geçen Güneş Tanrı'nın sarı saçları, ne zaman olduğunu kimsenin hatırlamadığı, bilinmeyen bir zaman olan o ilk günden bu güne binlerce kez tekrarladığı gibi, yine Çelik Yaba'nın can alıcı sivri uçlarını parlatmaya başladı. Bu saat denizlerin hakimi Poseidon'un kudurmuş su köpeklerini derinlerdeki mağaralara hapsettiği saatti.
Marda'nın cesur avcıları her av sabahında olduğu gibi yine gelip Tanrı'ya fakir sunularını verecek, açılacaklar az sonra. Kaderlerini ve avlarını kovalamak üzere ve sadece Calypso'nun öngörülemez hiddetinden korkarak.
Bir önceki avdan dönüşte geç kalan sandallar denizin hırçın bakiresinin çılgınlığından nasibini almıştı. Havayı deniz üstünde kararttıklarında en korktukları başlarına gelmişti o gün de. Güçlü Omeron bir çocuk gibi sandaldan çekilip alınmış ve deniz köpeklerinin kaynaştırdığı köpüklü sulara kızıl kanı karışırken yok olup gitmişti. Denizcilerin hepsi de sessiz çığlıklarını hançerelerine gömüp var güçleriyle küreklere asılmışlardı. Bitkin bir şekilde karaya çıkıp yığıldıklarında kurbanlarının Tanrı'yı mutlu edemediğini düşünüyorlardı. Bedel ödeme sırası Omeron evinindi demek ki.
Omeron'un isim verdiği Torakon onüç yaşındaydı artık. Omeron avdayken doğmuş ve babasını yine bir avda kaybetmişti.
Marda delikanlılarının yaşam döngüsü buydu zaten. Bu döngü bir kez daha bu kez de Omeron evi için tamamlanmış. Torakon sandalda babasından boşalan yere hak kazanmıştı.
Helissi'nin oğlu için hazırladığı yolluk tatlı kara ekmek, kurutulmuş balık ve sulu sarı meyveydi. Deniz bakışlı güzel dul yüreğinin ateşi henüz taptazeyken bu kez çiçeği burnunda oğlunu gönderiyordu insan yutan denize. Poseidon'un kalbine.
Çıkını omuzuna asan Torakon az bir zamanda koydaki sandalın yanına vardı.
- Yiğit Omeron'un oğlu! Babanın yerini almaya hazır gibisin, diye seslendi Reis.
- Babamı onurlandırmak istiyorum.
- Öyleyse geç. Onun boş oturağını doldur.
Küreklerin küpeşteye sürtme gıcırtıları ve sudaki şıpırtı sesleriyle hareket etti sandal. Güçlü denizcilerin asıldığı kürekler suda adeta esneyerek sürüklemeye başladı sandalı. Her çekişte burnu göğe doğru yükselerek.
Koyu katedip sağına Uzun Ada’yı alarga eden avcı sandalları, ufku kolaçan eden heybetli Poseidon'un üzerinde durduğu Kaya Burun'a mayda ettiler.
En eski zamandan beri yaptığı gibi; bir insanın ömür boyu her gün görse dahi alışamayacağı ürkütücü iriliği, ışıltılar saçan tanrısal giysileri, arkası yere saplı pırıl pırıl yana keskin yabası ve insanın gözlerinden girip beynindeki sadakati ölçebilen gözleriyle onları beklemekteydi.
Kaya Burun'un önünde durdu on sandal.
Her sandalın sadece reisi karaya tırmandı. Her zamanki gibi Tanrıyla aynı toprağa ayak basmaya sakınarak, tereddüt ederek ve sessizce.
Karşı konulmaz bir titreme vardı tüm sandalların mürettebatının yüreklerinde ve yüzüne bakamamaktaydılar Poseidon'un. Başları eğik şekilde kaderlerine hükmedecek olan Tanrının hoşnutluğu için oradaydılar ve kurbanlarının beğenilip kabul görmesi için.
Reislerden ilki yüreğinden taşan büyüklükte bir saygıyla bıçağını kınından çekip kurbanını boğazladı kan çukurunun kıyısında. Tanrı'nın ayaklarının dibinde. Sonra da cansız bedeni ateş çukuruna atıp yaktı Tanrı onuruna.
Tüm reisler aynı şeyi yaptı sırayla.
Bu sırada rahip yüksek sesle sunu duasını okumaktaydı.
Kan çukurunu yine doldurmuştu kurbanların koyu kırmızı can suyu. Çukurdan taşıp denize karışıyordu her dalga vuruşunda. Ayaklarının dibinde harelenen kızıla çalmış deniz memnun etmeliydi Tanrı'yı. Bereketli avın anahtarı Poseidon'un rızasındaydı çünkü.
Torakon bu törene ilk kez katılmıştı. İçindeki heyecan rüzgarın vurduğu kavak yaprağı gibi titretiyordu onu.
Tören sona erdiğinde güçlü kollar asıldı küreklere. Ege'ye süzüldü sandallar, koyu mavi mücadele için.
O gün uzun geçti ve uzun mızrağını maharetli kullandı Torakon. Babasını çokça onurlandırdı.
Övgüsü kıt Reis bile şöyle dedi delikanlıya:
- Omeron'un oğlu olduğunu kanıtladın. Dul anneni yücelttin. Başı dik yürüyebilir artık.
Koy'a varıp karaya ayak bastıklarında avdaki başarısını annesiyle paylaşmaya can atan Torakon payına düşen taze balıkları omzuna asıp eve yöneldi.
Yarı yola vardığında Sarpen evinden, hanidir her görüşünde aklını oyalayıp kalbini hızlandıran karmakarışık saçlı güzel Milines'in kendisini izlemekte olduğunu fark etti. Yanaklarında pembe harelerle.
Bir erkeğin bir kadınla evlenebilmesinin koşulu ona taze et sunabilmesiydi. Kendisini avdaki cesaretiyle kanıtlamış bir erkeğin evlenebilmesi için başka hiç bir engel yoktu. Bunu düşününce bir kat daha arttı kıvancı. Adımları daha da hızlandı.
ANTİK ÇAĞIN MİMAS’INDAN MORDOĞAN’A
O günden yüzyıllar sonra adı değişerek Mordoğan olan ama içinde yaşamın hiç kesintiye uğramadan sürdüğü ve Torakon'un torunlarının avcılığa devam ettiği Ege'nin bu güzel sahil kasabasını görmeye giderseniz; Koy’u güneye doğru terk ederken Uzun Ada'yı sağınıza aldığınızda başınızı sola çevirin. İşte orada denize uzanan Kayaburun'u göreceksiniz. Yaklaşıp bakarsanız; Tanrı'nın ağırlığıyla ve kızdığı zaman yere vurduğu çelik yabasının dip ucuyla kaya üzerine kazıdığı çukurları ve ayaklarının dibinde kabul ettiği sunuların kan ve ateş çukurlarını bugün bile görebilirsiniz.
Tanrılar Çağı sona ereli ve Poseidon geri gelmemek üzere Ege'deki ıssız adalara gideli çok oldu. Şansınız varsa, bilinmezliklerde dolaştığı isimsiz bir adanın denize uzanan kayası üzerinde, belki siz de onu uzaktan seçebilirsiniz.
MİMAS
Mimas, Karaburun'un M.Ö. 4000 yıllarına kadar dayanan adıdır. Prehistorik dönemlerden beri yerleşimin olduğu, Antik Çağ'dan beri önemli uygarlıkları barındırmış olan, mitolojik öykülerde yer alan bölge sahip olduğu zengin tarihsel ve kültürel mirasıyla bugün de bulunduğu coğrafyanın ışıltılı yıldızıdır.
Mordoğan, eski adıyla Mimas M.Ö. 4. yüzyılda Erythrai krallığına bağlı bir kentti. Homeros'un ünlü eseri Odysseia’da “Rüzgarlı Mimas” olarak geçen Mimas Dağı, Mordoğan-Karaburun arasında bulunan, bugün Bozdağ diye adlandırdığımız dağdır.
Eski Mordoğan köyü ile Çatalkaya köyü arasında kalan dağ yamaçlarında yer alan antik kent ve kentten kuzeye uzanan taş döşeli yolla ulaşılan eşsiz deniz manzarasının görüldüğü tepedeki kutsal alan halen varlığını korumaktadır.
Modern Mordoğan’ın kurulmuş olduğu koyun çevresinde ise Antik Çağ'da muhtemelen kargılardan yapılmış duvarları olan, üstü sazlıklarla çatılandırılmış balıkçı kulübelerinin bulunduğu düşünülmektedir.