Türkiye’de kadına karşı şiddetin uygulanmadığı, bir kadının canına kast edilmediği gün neredeyse geçmiyor. Kadına şiddetin sınırı yokmuş, sonu hiç gelmeyecekmiş gibi görünüyor.

En ağırından, can alan, kan döken şiddetten bahsediyoruz. Sebepli ya da sebepsiz içinden bir canavar çıkıveren erkeğin fiziksel gücünü kadına karşı sınır tanımadan kullanması yetmiyormuş gibi onu hepten yok etmek için bıçakla, silahla saldırmasına, bombayla, dinamitle, yangın düzeneğiyle pusu kurmasına inanmakta güçlük çekiyor, her yeni haberi şaşkınlıkla karşılıyoruz.

Sosyologlar, psikologlar, basın, siyasetçiler, akademisyenler konunun üstünde durmaya devam etseler de her türlüsü can yakan, çoğu zaman can alan, küçücük çocukları annesiz bırakan şiddet olgusu bir türlü durdurulamıyor. Vahşi ve gözü dönmüş şiddetin mağduru yalnızca kadınlar olmuyor. Çocuklar da arada kalıyor. Taşıyamayacakları kadar ağır yükler üstlerine yükleniyor. Hayatta kalacak kadar şanslı olan kadın ya da çocuk kurbanların travmalarını atlatabilmek için ömür boyu mücadele etmeleri gerekiyor. Şiddet sarmalının yükünü tüm toplum omuzlarında taşıyor. Yine de en ağır bedelleri şiddete maruz kalan bireyler ve onların yakınları ödüyor. En çok canı yananlar, en ağır darbeyi alanlar oluyor.

Şiddet uygulayan erkeklerin kullandıkları yöntemler kimi zaman “yaratıcılık” sınırlarını zorluyor. Hayatı boyunca bilgisini, becerisini kullanarak iyi ve güzel bir şey başarmamış, hiçbir işe yaramamış, kimseye faydası olmayan, kendi cinsinin utanç kaynağı olmuş erkeklerin, başka işlere harcamadıkları çabayı eşlerini yok etmek için ortaya koyduklarını görüyoruz. Aynı tutkuyla iyi bir amaç için çaba göstermiş olsalar, kendileri ve çevreleri için belki de her şey çok daha başka olabilecekken ne yazık ki sonraki nesillere miras olarak sadece şiddeti, dehşeti ve acıyı bırakıyorlar.

GÖZÜ DÖNMÜŞ VAHŞET

Son 20 yılda, hiç kimsenin unutamadığı, aklımızdan bir türlü çıkarıp atamadığımız çok sayıda kadın cinayetine tanık olduk. Erkek cinsinden şahısların hasmını, rakibini en ağırından aşağılamak, yerin dibine sokmak için “etek giydirme” tehditleri savurduğu Türkiye’de bir erkeğin karısının canına kıymak için baştan ayağa kadın kıyafetine büründüğünü de gördük. 2012 yılının eylül ayında Kayseri’de inşaat taşeronu 57 yaşındaki Rafet Kaya, boşanma davası açan, mahkemeden ’eve yaklaşmama’ ve ’koruma’ kararı aldıran eşi 52 yaşındaki Cafiye Kaya’yı, tanınmamak için kadın kıyafeti giyip gittiği evinin önünde boğazını keserek öldürdü. Yakalanan Rafet Kaya’nın kadın giysileri içinde polislerin arasındaki dehşet verici görüntüsü hafızalarımıza kazındı. Ağırlaştırılmış müebbet hapse mahkum olan şahıs, cezası kesinleştikten 5 ay sonra cezaevinde hayatını kaybetti. 2020 yılının kasım ayında Nevşehir'in Ürgüp ilçesinde Bayram Çelik (32), kendisinden ayrılmak isteyen, dini nikahla birlikte yaşadığı Hacer Çelik’in (26) evinin kapısına bomba düzeneği kurdu. Hacer Çelik'in ihbarı üzerine bomba düzeneği, polis tarafından imha edilirken, Bayram Çelik gözaltına alınıp, tutuklandı. Bomba ile ortadan kaldırma girişimi sadece Bayram Çelik’in kullandığı bir yöntem değil. Şiddet gördüğü için boşanmak isteyen karısının yaşadığı eve ses bombası atan (Malatya-Ocak 2019), barışmak istemeyen dini nikahlı eşinin aracına bomba yerleştiren (Çorum-Ocak 2022), eşinin ilişkisi olduğunu düşündüğü patronunun aracına bomba yerleştiren (Denizli Pamukkale-Ocak 2022) kocalar da eksik değil.

UNUTAMIYORUZ

Bir kişiye zarar vermekle yetinmeyen, onun yakınından geçen, çevresinde bulunan suçsuz, günahsız her canlıyı yok etmek isteyen, her biri öncekini mumla aratacak akla ziyan faaliyetlere imza atan “kana susamış” örneklere yenileri de eklenmekte. “Yaratıcı yöntemlere” başvuran bir başkası da 2022 yılı Mayıs ayında karısının evine yangın düzeneği kuran koca. Bursa’nın Yıldırım ilçesi Sinan Dede Mahallesi’nde boşanmak isteyen karısının evini havaya uçurmak için doğalgazı açıp düzenek hazırlayan adam ve oğlu yakalandı. Kocasıyla boşanma aşamasında olan N.T.’nin yaşadığı evden yoğun doğalgaz kokusu geldiğini komşuları fark etti. Binanın doğalgaz ve elektriği kesilerek vatandaşlar tahliye edildi. N.T.'ye ait dairenin kapısının arkasına elektrik prizine takılı şekilde kablolu düzenek kurularak doğalgaz vanalarının açık bırakıldığı görüldü. Düzenek ekipler tarafından etkisiz hale getirilirken N.T.’nin boşanmak üzere olduğu kocası M.T. (66) ve oğlu M.T. (34) yakalandı.

Eşleri, birlikte yaşadıkları, ayrılmak istedikleri, birlikte olmayı kabul etmedikleri erkekler yada karşılaşma talihsizliğine uğradıkları bir cani tarafından türlü vahşi yöntemlerle katleden sayısız kadından birini bile unutmuyoruz, unutamıyoruz. Vahşice katledilen üniversite öğrencisi Özgecan Aslan’ı, akademisyen Ceren Damar’ı, balerin Ceren Özdemir’i ve diğer şiddet kurbanlarını unutmamız mümkün değil.

TARİHTE ŞİDDET
Kadın erkek ilişkilerinden umulan aile saadeti ve sükunetinin, şiddet sarmalına kapılıp gitmesinin geçmişi çok çok eskilere dayanıyor. Antik çağlardan başlayarak tarihin her döneminde her toplulukta kadın ezildi, hor görüldü, şiddete uğradı, köle olarak alınıp satıldı, işkence gördü. Asya’da, Orta ve Uzakdoğu’da Amerika’da, Avrupa’da, Afrika’da veya Anadolu topraklarında yaşayan kadınların durumu bu açıdan birbirinden pek de farklı sayılmazdı.

Geçmiş çağlardaki uygarlıkların ortaya koyduğu onca esere ve kültürel mirasa karşın insanlar her zaman medeni ve barışçı değildi. Tarihsel sürecin her döneminde savaşlar, kıyımlar, katliamlar gündelik hayatın bir parçası olmaya devam etti. Bütün bunların sorumlusu olan erkek öfkesinin, şiddetinin kadına da yönelmesinin kaçınılmazlığını, kadının genel şiddet ortamından ilk etkilenecek unsur olduğunu kabul etmeliyiz.

Tarihin sayfalarına karışmış olan hangi uygarlığa bakarsak bakalım istisnai durumlar dışında egemenliğin erkeklerin elinde olduğunu görüyoruz. Kadınların hayatını nasıl yaşayacağına, dahası yaşayıp yaşamayacağına karar verme yetkisi erkeklerin elinde oldu. Anaerkil toplulukların dışında hiçbir yerde kadınlar kendi kaderlerini kendileri belirleyemedi.

Mitolojik hikayelere, efsanelere, tarihe mal olmuş öykülere baktığımızda hepsinin bir şekilde kadına karşı şiddet, zor kullanma ve baskı uygulama olgusunu aktardığını, en hafif haliyle bile olumsuz bakış açısını yansıttığını görürüz. Kadınlar kaçırılır, evliliğe zorlanır, kral kızı bile olsa altın kafese ya da bir kuleye hapsedilebilir.

İYİLİK ÇAĞRILARI
Dünyada var olmuş tüm dinlerin özüne inildiğinde insanları kötülükten uzak durmaya, iyiliğe yöneltmeye yönelik çağrılar içerdiklerini görürüz. Semavi dinlerin ortaya çıkması ve toplumsal hayata ilişkin getirdikleri düzenlemelerle insan yaşamını belirli kurallara bağlamaları sonucunda atılan tohumlar filizlendi. Zamanla hümanizmin doğuşu dünyayı değiştirdi. İnsan hakları kavramının önem kazanması, modern dünya görüşünün yaygınlaşması gibi gelişmeler insanların hayata bakışında ve anlayışında fark yarattı.

Elde edilen ilerleme tüm toplum katmanlarını etkiledi. Gelişmeden en alttaki toplumsal katmanlar da yararlandı. Kadınların durumunda, erkekler kadar belki de onlardan daha fazla iyileşme oldu. İlerleyen zamanlarda dünya feminizmle de tanıştı. Binyıllara, yüzyıllara yayılarak yaşanan tüm bu süreçte elde edilen kazanımlara rağmen bazı toplumlarda kadınların yeri hep riskli, tartışmalı, tehlikeli, sorunlu olmaya devam etti.

En çok da güçlü bir şekilde ataerkil toplum yapısının hakim olduğu Türkiye gibi ülkelerde bu böyle. Kadının geri plana itildiği, sindirildiği, baskılandığı, erkeğin insafına bırakıldığı ve sonuç olarak şiddete uğradığı ülkelere baktığımızda her birinde ataerkil toplum yapısının tartışmasız etkili olduğunu görmekteyiz.

SAVAŞIN ZARARI KADINA
Tarih boyunca olup bitmiş, unutulup gitmiş ya da iz bırakmış olan büyüklü küçüklü binlerce savaş yaşandı. 1. Dünya Savaşı, 2. Dünya Savaşı, Kurtuluş Savaşı, Çanakkale Savaşı, Amerikan İç Savaşı, Waterloo Savaşı, Yüzyıl Savaşları, Otuz yıl Savaşları, HHHHaçlı Seferleri, Mohaç Muharebesi, Fatih’in İstanbul kuşatması, Otlukbeli, Ankara, Niğbolu, Çaldıran Savaşları, Bedir-Uhud-Hendek Savaşları, Attila’nın, Cengiz Han’ın, Romalıların savaşları, Maraton Savaşı, Pers Savaşları, Kadeş Savaşı ve daha binlercesi.

Onca savaşın her birinin nedeni çıkar kavgası, paylaşılamayan zenginlikleri elde etme mücadelesi ya da üstünlük iddiasıydı. İnsanı insan olmaktan çıkaran savaşlar en çok da kadınların hayatını alt üst etti, dünyasını başına yıktı. Savaşlarda canlarından olmamışlarsa da katlanmak zorunda kaldıkları kötülükler kadınları yaşadığına pişman etti. Tarihçilerin taş üstünde taş, gövde üstünde baş kalmadığını yazdığı o savaşların içinde olan erkekler kadınlara karşı cebir ve şiddet göstermemiş olabilirler miydi?

Geride kalan o çağlarda yaşayan kadınların, eğer prenses olarak doğmamışlarsa, bir şekilde kraliçe ya da sultan olmamışlarsa bizlere kıyasla çok daha zor koşullarda yaşadıklarını düşünebiliriz. Onların zamanında temel insan hakları, kadın hakları, demokrasi gibi kavramlar yoktu. Demokrasinin ortaya çıktığı eski Yunan şehirlerinde yaşamış olsalar bile söz konusu demokrasi onları kapsamıyordu. Çünkü yalnızca vatandaş sayılan hür erkekler oy kullanabiliyordu. Kadınların aynı hakları elde etmesi için ise binlerce yıl geçmesi gerekti.

Türkiye’de yürürlükte olan yasalar karşısında kadınlarla erkekler eşit olarak kabul edilse de ne yazık ki ısrarla, inatla bunun içselleştirilmediğine, kabullenilmediğine, reddedilmeye çalışıldığına tanık oluyoruz. İşten eleman çıkarılırken önce kadınların feda edildiği, işe eleman alınırken öncelikle erkeklerin tercih edildiği, benzer işi yapan kadının erkekten daha düşük ücret alabildiği bir ülkede, kadının birlikte yaşadığı ya da yaşamak istemediği erkekten şiddet görmesine neden şaşırıyoruz? Kadına, çocuğa, güçsüze karşı şiddeti ortadan kaldırmak için alınacak daha çok fazla yolumuz olduğunu, kadınlara karşı saygılı erkekleri yetiştirecek olanların da yine kadınlar olduğunu aklımızdan hiç çıkarmamalıyız.