Kadın cinayetleri… Bu iki kelimeyi son zamanlarda ne kadar sık duyar olduk. Her bir cinayet haberi, hepimizi bir kez daha derinden sarsıyor. Gözlerimizin önüne genç yaşta, hayalleriyle birlikte toprağa gömülen kadınlar geliyor. Türkiye’nin her köşesinde kadınlar, en güvendikleri insanlar tarafından hayattan koparılıyor.

Kadın cinayetleri, sadece bireysel bir suç değil, toplumsal bir yara. Bu yara, yılların biriktirdiği cinsiyet eşitsizliği, ataerkil düzenin getirdiği güç ilişkileri ve kültürel normların derinleştirdiği bir problem. Şiddet, evin kapalı kapıları ardında başlıyor. Kadınların çoğu kez maruz kaldığı psikolojik ve fiziksel baskılar, sonunda ölümle sonuçlanıyor. Ancak şiddetin tohumları, toplumun bilinçaltına yıllar boyunca işleniyor. Kadının yerini, rolünü ve değerini aşağı çeken anlayışlar, şiddeti meşrulaştıran zihniyetler tarafından besleniyor.

Kadın cinayetlerinin altında yatan en temel unsurlardan biri, cinsiyet eşitsizliği. Kadınların toplumdaki yeri, hala birçok coğrafyada erkekler kadar değer görmüyor. Özellikle ataerkil toplumlarda kadın, erkeğin "mülkü" olarak görülüyor. Kadının bireysel olarak var olma çabası, erkek egemen bakış açısıyla çeliştiğinde, şiddet en kolay çözüm yolu oluyor.

Medyanın bu süreçteki rolü de tartışmasız önemli. Cinayet haberlerinin nasıl verildiği, hangi başlıkların kullanıldığı, katilin motivasyonunun nasıl sunulduğu... Medya, bu olayları sadece birer trajik olay gibi göstermektense, bu cinayetlerin ardındaki sistematik şiddeti vurgulamalı. Kadının kıyafetini, ilişkisini, kişisel tercihini konuşmak yerine, bu şiddeti doğuran toplumsal dinamiklere odaklanmalı.

Kadın cinayetlerine karşı sesini yükselten, direnen, her cinayeti adım adım takip eden kadın örgütleri var. Onlar, bu karanlık tabloya inat, daha adil bir dünya için savaşıyorlar. Her bir dava, sadece bir hukuk mücadelesi değil, aynı zamanda toplumsal bir bilinç oluşturma çabası. Sosyal medya, bu konuda büyük bir etki yarattı. Herhangi bir cinayet olayında binlerce insanın tepki göstermesi, adaletin sağlanması için büyük bir baskı unsuru haline geldi.

Bu direniş, sadece kadınların değil, toplumsal bir sorumluluğun parçası olarak hepimizin omuzlarında. Erkeklerin de bu mücadelede yer alması, ataerkil sistemin sorgulanması açısından kritik önemde. Kadınların güvenle, özgürce yaşayabileceği bir toplum inşa etmek, herkesin görevi.