Domuz gribi söylentileri epey yaygın. Doğrusu ben bu tür 'bilmem ne gribi' salgınlarına pek inanamıyorum.
Bu konuda komplo teorisyenlerine daha yakınım yani.
İlaç sektörünün kendi canavarını yaratıp sonra da 'panzehiri bende' diyerek, özellikle üçüncü dünya ülkelerinin ceplerini boşalttığını düşünüyorum. (İngiliz yapımı Utopia diye bir dizi var. İnternetten bulabilirsiniz. Hele o diziyi izledikten sonra iyice paranoyaklaştım diyebilirim.)
Bir anda başlayıp sonra bir anda bıçak gibi kesilen bu salgınların kafamda başka bir izahı yok.
Ama sonuçta öyle ya da böyle grip diye çok ciddi bir hastalık var tabii.
Sık sık nezleyle karıştırılan, ölümcül sonuçlar doğurabileceği hep göz ardı edilen, "ıhlamur, adaçayı, bir de üstüne terledin mi bir şeyciğin kalmaz" önerileriyle geçiştirilen dünyanın bir seferde en çok can alan hastalığı. (İspanyol gribi; 1918-1920 yılları arasında, 18 ay içinde 50 ile 100 milyon arası insanın (o dönemde yaşayan nüfusunun yüzde 5'i) ölümüne sebep olarak insanlık tarihinde bilinen en büyük salgın.)
Bu ara kiminle konuşsam yatak döşek. Domuz mu değil mi bilinmez ama bir grip salgını var yani. Bir de ondan ayrı boğaz enfeksiyonu salgını. O da bir çok tanıdığımı devirmiş durumda.
Bana henüz uğramadı. Ben bu ara saçma sapan bir nedenle (anlatmam gülersiniz) incittiğim kolumla uğraşıyorum. Bir de pek evden çıkan bir insan olmadığım için bu tür salgınlar genelde bana teğet geçiyor.
İşin ilaç kısmını doktorlara bırakalım ama size iki minik ev tipi önerim olacak.
Bu günlerde işinize yarayabilir. Buyurun diğer kutuya alayım sizi...

oncelHayat kurtaran meyve çayı
Birinci önerim ev yapımı alkollü veya alkolsüz olarak yapacağınız meyve çayı.
Marketlerde kış çayı diye satılan ve kokusundan başka hiçbir özelliği bulunmayan uyduruk çayları boş verin. İşte size ev yapımı hayat kurtaran meyve çayı tarifi.
Bir tencereye birer adet elma, armut, portakal, limon (yarım) ve muzu, hepsi kabuklarıyla olacak şekilde (muz da dahil) doğrayın ve kaynatın. Üç-dört dakika kaynadıktan sonra içine iki tane çubuk tarçın, bir iki karanfil tanesi atın üç dakika daha kaynatın. Kapağını kapatıp, beş dakika dinlendirin. (Bu arada sevdiğiniz başka meyveleri ilave edip ya da sadece evde olanlarla da yetinebilirsiniz. Benim fiks karışımım bu olduğu için böyle yazdım.)
Süzerek aldığınız fincanlara bir kapak viski veya konyak ilave edin. (Tabii ki şart değil ama tavsiye ederim hani!)
Ve bunu yatmadan bir saat önce için.
Hem mis gibi uyuyun hem de ne boğaz yanması kalsın, ne halsizlik. Lokman nineden şimdilik bu kadar. Haydi geçmiş olsun.

Hastaya çorba
Gelelim bugünün ikinci haminine önerisine.
Bu tavsiye, özellikle benim gibi yaz kış çorbadan vazgeçmeyenler için ideal.
Diyelim hasta oldunuz, parmağınızı kımıldatacak haliniz yok ama kardeşim, canınız da nasıl bir tas sıcak çorba istiyor belli değil!
Tabii illa ki elinizin altında size hemen kelle paça getirecek bir restoranın telefonu vardır ama sizin o halde gidip kapıyı açacak, kredi kartını uzatacak, işlemin bitmesini bekleyecek, kısaca kimseyi görecek, ne gözünüz ne de haliniz var.
O zaman ne yapıyoruz? Gidip derin dondurucudan daha önce bugünler için bir köşeye attığımız çorbamızı çıkarıp ısıtıyoruz.
Evet ben artık ne çorbası pişirirsem, soğuduktan hemen sonra bir ya da iki porsiyonluk kısmını plastik bir kapta derin dondurucuya koyuyorum.
O kadar pratik oluyor ki. Hele o hasta halinle.
Bir açıyorsun dolabı, Çorbacı İsmet Usta tezgahı gibi.
Dört-beş çeşit çorbadan birer küçük kap donmuş vaziyette seni bekliyor.
Ne oldu da bugün ben Emine S. Beder'e bağladım bilmiyorum ama olsun. Bazen de böyle lazım. İçimdeki domes kadın dümeni eline aldı, bırakalım mutlu olsun. Ayrıca ben onu da çok seviyorum. Hatta belki en çok onu... Canım ben-kalp!
Neyse şimdi gidip dolaptan balkabaklı, sütlü mercimek çorbamı çıkarıp ısıtayım. Ah bir gün de onun tarifini veririm, yine böyle altın günü yaparız, ne güzel olur! :)

Yağ, un, şeker aşkı adına!
Televizyondaki yemek programlarının sayısı artık belli değil. Her saat, her bütçeye, her kültüre uygun tarifler karşımızda oluyor.
Ve bu programların önemli bir bölümü isim yapmış şefler tarafından hazırlanıyor.
İnsan sağlıyla barışık, karbonhidratı-proteini ayarlanmış, şekerden özellikle uzak duran tarifler bunlar.
Peki reytinglere baktığımızda en çok hangisi izleniyor dersiniz?
Ben söyleyeyim; Nursel'in Mutfağı... İlk 50 program içinde yer alan ondan başka yemek programı yok.
Yani halkımızın en çok itibar gösterdiği yemek tarifleri, Anadolu'nun çeşitli yörelerinden gelen ev kadınlarının verdiği kuyruk yağlı pilavlar, tereyağın baş tacı edildiği börekler, baklavalar, kuzu etli kebaplar, şeker komasına sokacak kurabiyeler...
Ne yalan söyleyeyim benim de izlemekten en çok keyif aldığım yemek programı bu.
Herhalde o kadar yağı ve şekeri tüketmeye asla cesaret edemeyeceğim için, en azından yapıp yiyenleri izlemek hoşuma gidiyor olmalı.
Kısacası o sağlıklı beslenme uzmanı şef arkadaşlar hiç boşuna uğraşmasın.
Türk insanı yarın öleceğini bilse, unundan, şekerinden, kuzu kıymasından, tereyağından asla ve asla vazgeçmeyecek. İşte örneği...