“Baktım baktım da hayret ettim,
baktım baktım da hayran oldum.”
(Hz. Muhammed)
“Modern Türk tiyatrosunun kurucuları arasında yer alan” Carl Ebert'in öğrencisi olmakla övünen aktörlerden Semih Sergen, sürpriz şekilde İzmir Devlet Tiyatrosu'na atanmıştı. Geldiği günlerde İzmirli basın mensuplarıyla yaptığı söyleşide, İzmir'i niçin tercih ettiği sorusuna şu cevabı vermişti:
-Halikarnas Balıkçısı ve Şadan Gökovalı bu şehirde olduğu için...
Kendisini Balıkçı'ya götürmemi ama önce onun bir fotoğrafını görmek istemişti. Getirdiğim birçok fotoğraf arasında, Balıkçı'nın bereli ve elinde kadeh tutan bir pozunu seçmiş:
-İşte benim hayalimdeki Balıkçı, deyivermişti.
Görüştürdüm; ikisi, fazla söz etmeden birbirlerini anlamış, birbirleriyle kaynaşmışlardı.
Semih ağabeyin ikinci ricası, kendisini Kültürpark'ta, çoğunu Balıkçı'nın seçip diktiği ağaçlarla “tanıştırmam” idi.
Dokuz Eylül kapısından girdik. Solda, ancak İzmir'de görülebilecek bir toplu ağaç. Semih Ağabey:
-Aaa, bak ne güzel palmiye, bir, iki, üç... tam dokuz kök bir arada.
-Evet ağabey. Bilimsel adı “Pritcardia flemontosa” idi; Amerikalılar bunun adını, “Washington prifera” olarak değiştirmeye çalışıyor.
Sırayla ilginç ağaçlarla tanıştırıyorum bu ağaç sevdalısını:
-Dur, havayı kokla. Bunun kaynağına ben “kokusunu saklayan ağaç” diyorum. Kendisi 15 m kadar uzaktadır: rüzgarla kokusunu gönderiyor bize. Bu, Safora; kendi dallarıyla kendi gövdesine sarılan ağaç. Şu, köpek balığı kuyruklu kaktüs Columnea crusiata, bu günlük Liquidamber orientalis, şu defne (Laurus nobilis), şu sıradakiler fıstık çamı (Pinus pinea), şu, dalları gökyüzünde bir bulutun hayatını yaşayan Bakla sombra (Güzel gölge ağacı), şu Arettrina, hele şu, Lozan kapısından girişte, göğe uzanan, dünyanın en uzun boylu (yaklaşık 200 m'ye ulaşabiliyor) ve en uzun süre yaşayan (yaklaşık 4 bin yıl) Seqoia sempervirens. Balıkçı -fidanını nereden sağlamışsa- 1947 yılında dikmiş bunu. (Şimdilerde 40 m dolayında).
Aynı toprakta çıksalar bile hepsinin her şeyi değişik. 300 bin yaprağı varsa, hiç biri, bir diğeriyle simetrik değil.
Bu minval üzerine bakıp söyleşirken aktardı Semih Ağabey, İslam Peygamber'in olağanüstü önemli sözünü.
Ben de, öğrendikçe hayret ediyor, hayran kalıyorum
5 bin kadar buluşu olan Edison'a, dünyadaki en büyük mucizenin ne olduğunu sormuşlar, bizimki, yerden bir ot koparıp:
-Ottur, demiş. “En büyük mucize ottur.” Uzayı komşu kapısı yaptığımız halde bir ot, bir hücre üretemiyoruz. O toprak ki; en tatlı yemiş ile en acı biberi yan yana yetiştirir. İki deniz (örneğin Atlas Okyanusu ile Akdeniz) birleşir de, suları karışmaz. Sadece ekmek bile yesek, ondan kemik, tırnak, saç, et, kan ve vücut için ne gerekirse o çıkar. Ana südü, gelişme süreci içinde bebeğin neye ihtiyacı varsa onu içerir. Yüzlerce kuzu, yüzlerce koyun arasında kendi anasını; kovandaki 30 bin arı birbirini tanır, bir tavuk kendi yumurtasından çıkan civcivleri esirger, başka civcivleri yanına yaklaştırmaz. Her ağaç, kendi familyasından olan göz veya kalem aşısını kabul eder. Yüzlerce serçeden her biri, kendi eşini bir iki “cik....cik...”ten sonra buluverir.
Bizde Mazhar Osman'da sonraki kuşağın en tanınmış psikiyatristi Rasim Adasal'ın ağzından duydum şu cümleyi:
-Sırf doğabilmek bile, milyarlarca mucize sonucu gerçekleşen bir mucizedir!
(Yineleyeyim: Giritli Rasim Hoca bu muhteşem sözü, Bergama'da katıldığımız bir sempozyumda söylemişti.)
Konuya ilişkin sayılmayacak, yazılmayacak kadar çok örnek aklıma geliyor ya; ben şunu da sizin düşünmenize sunayım:
-Savaş yıllarında, savaşan uluslardaki doğumlarda, erkek çocuk doğumu daha yüksek oranda gerçekleşiyor!
Söyler misiniz bana kardeşlerim: Bu mucize (tansık) değil de nedir?
Kimbilir siz, daha ne mucizeler biliyorsunuzdur!
Hayat, en büyük mucize!
PARÇA PARÇA'dan
Sen değildin görüş günü tel örgüden görünen,
boncuklarla işlediğim suretindi o senin,
gölgenin güneşe nisbeti, leylim...
Hem seni ben, seni görmekle görmüş değilim,
görmedikçe gördüğün mucizeleri,
görmedikçe senin gözlerinle evreni
göremiyorum ki dünya gözüyle seni...
Hem sana bir şey söyleyim mi yavrum;
ben aslında seni görmek filan değil.
Düpedüz seni istiyorum!
(Can Yücel)