Dünyanın dört bir yanında kutlanan 27 Mart Dünya Tiyatro Günü, tiyatro sevgisini yaygınlaştırmanın ötesinde, tiyatronun sorunlarının geniş kitlelerle paylaşıldığı bir ortamın yaratılmasına katkı sunar.
Bu yıl, ITI (Dünya Tiyatro Enstitüsü), kuruluşunun 70. yılında, tek bir bildiri yerine, farklı coğrafyaları temsil eden beş bildiri ile selamladı “Dünya Tiyatro Günü”nü. Bir de, her zaman olduğu gibi her ülkenin ayrı bir bildirisi vardı. Bu kez Türkiye’nin ulusal bildirisini değerli yazar ve akademisyen (Tiyatro Eleştirmenleri Birliği 2018 Onur Ödülü sahibi) Prof. Dr. Zehra İpşiroğlu yazdı.
İpşiroğlu’nun bildirisi, Bertolt Brecht’ten yaptığı bir alıntıyla başlıyor: “Gerçekten, karanlık günlerde yaşıyorum! Doğru söz delilik...” İpşiroğlu bildirisinde, yaşanan eşitsizlikler, savaşlar, çöken demokrasi anlayışına karşı “bütün sınırları aşan bir duyarlılık, empati, dayanışma duygusu ve direnme gücü”nün gerekliliğini vurguluyor.
Afrika kıtası adına bildiri yayınlayan Fildişi Sahili’nden yazar, şair, rap şarkıcısı, oyuncu, yönetmen Were Were Liking, “Tiyatro tüm insanları ve özellikle de tiyatro sözünü, düşüncesini ve eylemini paylaşanları, kendilerine ve birbirlerine her zamankinden daha çok saygı duymaya, her insanın içinde daha iyi bir insanlık parçası kazanma umuduyla, en hümanist değerleri öne çıkarmaya çağırıyor. Böyle bir insanlık aklı ve anlayışı yeniden hakim kılacaktır. Ve bu, insan kültürlerinin en etkililerinden biri olan, tüm sınırları silen tiyatro ile başarılacaktır” diyor. (1)
Amerika kıtaları adına Meksikalı oyun yazarı Sabina Berman şöyle sesleniyor: “Tiyatro, ne kadar basit olursa, bizi insanın en harika yeteneğine, ‘öteki’ni canlandırabilme yeteneğine o kadar yakından bağlar...” “Yüreklerdeki yabancılaşma”yı, “Öteki ile birlikte hissetme kapasitemizin yitirilmesi”ni vurgulayan Berman, “İnsanlara ve insan olmayan tüm canlı formlarına şefkatin yitirilmesi”nin (2) panzehirini ‘saf’ tiyatroda buluyor.
Avrupa kıtasından Britanyalı oyuncu, yönetmen, yazar Simon McBurney, tiyatro sözcüğünün kökeninin “Yunancada tam karşılığı ‘görme yeri’ olan Theatron’dan” geldiğini, tiyatronun “sadece baktığımız değil, gördüğümüz, kavradığımız, anladığımız bir yer” olduğunun altını çizerek, “Net bir şekilde görmenin zorlaştığı bir dönemde yaşıyoruz. Çevremiz, tarihte ya da tarih öncesinde hiç görülmemiş çoklukta kurguyla çevrili. Her ‘olgu’ya meydan okunabiliyor, her öykü ‘gerçeklik’ iddiasında bulunabiliyor. Özellikle de, bir kurgu sürekli olarak bizi kuşatıyor. Bizi bölmeyi amaçlayan; bizi gerçekten ve birbirimizden koparmayı amaçlayan bir kurgu…” derken (3), tiyatronun işlevini “bizi birbirimize bağlamak” olarak tanımlıyor.
Arap ülkelerini temsilen Lübnanlı yönetmen, oyuncu, yazar Maya Zbib, tiyatrocuların ortak özelliğini, “hakikati bütün biçimleriyle sonsuza dek aramak, statükoyu her daim sorgulamak, baskıcı iktidarlara meydan okumak ve dürüstlüğümüzü korumak” (4) olarak görürken, Asya Pasifik bölgesinden Hintli tiyatro yönetmeni, oyuncu, akademisyen Ram Gopal Bajaj, bugünün krizinin “içerik, ifade ve endişe krizi” olduğunu söylüyor ve “Pragmatik anlamda yapılması gereken, oyunculuk sanatının ve (canlı) gösteri sanatlarının ilk öğretim içinde çocuklara sunulmasıdır… Nesiller yetiştirilirken, beden, dil ve sevgi eğitimi birlikte düşünülmelidir” (5) diyor. Katılmamak elde mi?
Bu alıntılar, dünyanın neresine gidersek gidelim, benzer sorunlarla karşılaşacağımızı gösteriyor. Ama, doz farklarıyla… İpşiroğlu’nun deyişiyle “tüketim de, baskılar da bütün ülkelerde farklı dozlarda yaşanıyor”. Bu dozun giderek arttığı, Zuhal Olcay gibi dünya çapında bir sanatçının Cumhurbaşkanına hakaret suçlamasıyla hapse gönderilebildiği, siyasi iktidara muhalif sanatçıların kamu desteklerine ulaşamadığı bir ülkede, tiyatroya ve tiyatroculara her zamankinden daha büyük sorumluluk düşüyor. Seyirciye düşen ise, tiyatroyu her zamankinden daha fazla sahiplenme sorumluluğu…
Not: Bildirileri çevirenler: (1) Ali Berktay, (2) Eray Eserol, (3) Deniz Erbaş, (4) Gamze Varım, (5) Şeyda Akova Balcıoğlu. Kaynak: Uluslararası Tiyatro Enstitüsü