İzmir çok ilginçtir ki kendi ülkelerinde ve dünyada öne çıkmış bazı edebiyatçıların, büyük yazı ve şiir serüvenlerinin yanında, özellikle gezi edebiyatındaki yerleriyle de bilinen önemli bireylerin hep ilgisini çeken kıymetli bir şehir olmuştur

Bazen İzmir’in insanı sürükleyip kendisine çeken efsunlu bir hali olduğunu düşünüyorum. Örneğin bu insanların şehrimizle bu kadar ilgili olmaları tesadüf olamaz, İzmir’in kendine has tılsımından kaynaklanıyor. Özellikle Fransız edebiyatından önemli isimler, bazı gazeteciler, yazarlar 1800’lü yıllarda İzmir’i ziyaret etmiş ve şehirden aldıkları ilhamı eserlerine yansıtmışlardır. Hepsini bu yazı dizisinde aktarabilmek mümkün değil. Bugün en önemli olan ikisini sizinle paylaşacağım. Bunlardan ilki Gerard de Nerval’dir (1808-1855).

Gerard De Nerval

Fransız romantizminin en önemli temsilcisi olan Fransız şair, yazar ve gezgin Nerval, Paris’te doğmuştur. Nerval çocukken annesi vefat etmiştir. Annesiz büyümenin travmasını hayatında hep derinden yaşayan Nerval’in babası Napolyon’unun ordusunda askeri dokturdur. Nerval’in çocukluğu amcası Antonie Boucher’nin yanında kırsal bir bölgede Mortefontaine’de geçer. Babası 1814 yılında savaştan geri gelince Nerval tekrar Paris’e döner. Kırsal bölgenin etkileyici tarlaları Nerval’in şiirlerinde her zaman değişen imgeler olarak yerini bulmuştur. Nerval üniversite eğitimi gördüğü 1820’li yıllarda Gautier ve Alexandre Dumas ile yakın dost olur. O dönem önemli şiirler yazar. İlk ünlenmesi ise şiirlerinden çok çevirmenlik serüvenidir. Goethe’nin ‘Faust’unu Fransızca’ya çevirir. Bu, ona ün getirir. Nerval bu çeviriyle Goethe’nin de övgüsünü kazanır. Bu ün, Nerval’in şiirlerinin de tanınmasına neden olur. Nerval’in şiir çizgisi deizmi kucaklayan, romantik bir içerikle şekillenir. Bu dönemde Nerval’in hayranları arasında Victor Hugo da yer alır. Nerval’in şiiri giderek Fransız Romantizmini derinden etkiler. Özel hayatı ise hep sarsıntılıdır. Birkaç kez akıl hastanesine yattığı bilinir. Diplomatik görevler edinmiştir. Bu nedenle gezgin özelliği de öne çıkmış, yerleşik bir hayatı olmamıştır. Paris’te, Hollanda’da yaşadığı aşklar, şiirlerinin öznesi olmuştur.

ROMANTİZMİN EN HÜZÜNLÜ ŞAİRİ

Nerval’in öldüğü gün ise yine "Sıcak bir kış günü" tasviriyle dünya şiir tarihine geçer. Teyzesine, “Bu akşam beni bekleme, çünkü gece kara (siyah) ve ak (beyaz) olacak...” mısralarını içeren bir şiir yazan Nerval, kendini Paris’te bir sokak lambasına asar.

Onu görmeye gelen şairler, asılmış bedeni karşısında saygı duruşuna geçerler. Paris'teki Pere Lachaise Mezarlığı’na gömülen Nerval, aşkı için intihar eden romantizm döneminin en hüzünlü şairidir. Nerval’in eserleri Fransız romantizmi ve sembolizm hareketleri arasında bir bağlantı olarak görülür. Marcel Proust, Andre Breton ve TS Eliot, Nerval’in derin etkisini taşır. Henüz 46 yaşındayken trajik bir şekilde hayatını sonlandıran Nerval’in başta 1853 tarihli kısa romanı ‘Sylvie’yi de içeren Les Filles du feu (Ateşin Kızları) olmak üzere dünya edebiyatında iz bırakan çok sayıda eseri vardır.

Nerval 1843 yılında bir vesileyle İzmir’e gelir. Bir süreliğine İzmir’de kalır. ‘Doğu’da Seyahat’ adlı gezi edebiyatının çok iyi bir örneği olan etkileyici kitabında, İzmir’i Avrupai bir görünüme sahip bir şehir olarak niteler, Güller Sokağı’na hayranlığını dile getirir. Herhalde şu andaki Gül Sokak’tır aşağıdaki satırlarda kastedilen:

“İzmir neredeyse Avrupai. Tüm Doğununkilerin benzeri olan pazarı, kaleyi, eski Melez çayı üzerine yapılan ve Homeros’a bir lakap kazandıran Kervan Köprüsü’nü gördükten sonra, en iyisi Güller Sokağı’na gidip gezmek, orada pencerelerin ve kapıların aralığında genç Rum kızlarının kaçamak çizgilerini görürsünüz, ancak kendilerini gösterdikten sonra kaçarlar, Virgilius’un superisi gibi.”

 (Bu alıntının aynısına değerli araştırmacı Hasan Zorlusoy’un ‘17. Yüzyıldan Günümüze Fransız Gezginlerin Gözüyle İzmir’ adlı kitabında da rastlarsınız. Bu kitap İzmir’in bir dönemine yeni bir pencere açmış değerli bir yapıttır.)

Romantik ama derin bir hüznü hayatında onurla taşıyan büyük şair Nerval’i bir şiiriyle selamlayalım İzmir’den:

“Siyahın gezginiyim: Her gün daha derine.

Yanar akşamla caddede vebalı lâmbalar,

Bezgin, sıkıntıyla bakar herkes benzerine;

Ne yapsak silinmiyor ruhtan geçmişin izi

Yaşamak kadar ölüm de çağırıyor bizi,

Geçiyorum sokağı fenerle konuşarak

Hem yaşamın imidir hem ölümün her fener”

François René De Chateaubriand

KUZEY AMERİKA SEYAHATİ

Gelelim Nerval’in çağdaşı sayılabilecek İzmir’den ilham alan başka bir yazara. Bu isim, François-René de Chateaubriand’dır (1768-1848). Fransız edebiyatında romantizmin kurucusu sayılan yazar Chateaubriand aynı zamanda politik hayatı ve diplomatlığı ile bilinir. Chateaubriand Fransa’da Saint-Malo'da, 10 çocuklu bir ailenin en küçük çocuğu olarak dünyaya gelir. Babası René de Chateaubriand eski bir gemi kaptanı, gemi sahibi ve aynı zamanda esir taciridir. Chateaubriand çok kasvetli bir ortamda büyümüştür. Tek arkadaşı, kız kardeşi Lucile’dir. Chateaubriand iyi bir eğitim görür. Ama bir süre deniz subayı mı yoksa bir papaz mı olacağına karar veremez. Fakat 17 yaşına geldiğinde askeri bir kariyeri tercih eder. Fransız ordusuna teğmen olarak girer. İki sene sonra yüzbaşılığa kadar yükselir. 1788'de Paris’i ziyareti sırasında Andre Chenier, Fontane ve dönemin önemli yazarlarıyla tanışır. Chateaubriand 1789 yılında gerçekleşen Fransız Devrimi’ni sevinçle karşılar. Ama her devrimde olduğu gibi Paris’teki olaylar sertleşince, devrim kendi çocuklarını yemeye başladığında, Chateaubriand bu tabloya dayanamaz ve Paris’ten bir süre uzak kalmak amacıyla Kuzey Amerika’ya bir seyahate çıkar. Bu deneyimi bir şekilde Fransız edebiyatına katkı getirecektir. Özellikle Amerika'da seyrek yerleşimin olduğu doğayı canlı ve büyüleyici anlatımı Fransa'daki romantizm hareketini etkiler.

DİĞER YAZARLARA ÖRNEK OLMUŞ

Chateaubriand, 1792 yılında Fransa’ya döner. Louis Joseph de Bourbon komutasındaki Bourbon Hanedanlığı’nın kraliyet ordusuna katılır. Ailesinin baskısıyla, daha önce tanışmadığı, Saint Malo'dan genç bir aristokrat olan Céleste Buisson de la Vigne ile evlenir. İlerleyen yaşamlarında, Chateaubriand eşine hiç sadık kalmayacak, çok sayıda ilişki yaşayacaktır. Çift buna rağmen hiçbir zaman boşanmaz. Chateaubriand’un askeri kariyeri, kraliyet orduları ile Fransız Devrimi ordusunun Thionville'deki çatışmasında yaralanınca son bulur. Zorunlu bir sürgünle karısını geride bırakarak İngiltere’ye gider. Chateaubriand’un Londra’daki sürgün hayatı sefalet içinde geçer. Yaşamak için Fransızca dersleri verir ve çeviri yapar. İngiltere’deki günlerinde İngiliz edebiyatı ile de yakından ilgilenir. Özellikle John Milton’ın ‘Kayıp Cennet’i üzerinde büyük bir etki yapacaktır. Chateaubriand, genel af ilan edilmesiyle birlikte Mayıs 1800 yılında Fransa'ya geri döner. Mercure de France isimli gazetede editörlük yapmaya başlar. 1802'de Le Gênie Du Christianisme (Hıristiyanlığın Dehası) kitabıyla ün kazanır. Chateaubriand Napolyon döneminde, 1804 yılında Fransa’nın Roma Büyükelçiliği’nde, Berlin ve Londra’da da kısa bir süre büyükelçilik görevinde bulunur. Aynı Chateaubriand, 1822-24 yılları arasında da dışişleri bakanlığı görevini üstlenmiştir. Bu arada Atala isimli romanını yayımlamıştır. Yazar, 1806 yılında doğu yolculuğuna çıkmış, Mora Yarımadası, bazı adaları ve İzmir’i ziyaret ettikten sonra İstanbul’a gelmiş, bir süre burada kalmıştır. Seyyah, doğu yolculuğuna ilişkin izlenimlerini de 1811 yılında Itinéraire de Paris a Jerusalem (Paris-Kudüs Yolculuğu) adlı eserinde kaleme almıştır. Chateaubriand, Fransız romantizminin babası olarak kabul edilmiştir. Doğayı betimleme ve duyguları anlatma şekli, hem Fransa'da hem de Fransa dışında neslinin romantik yazarlarına örnek olmuştur.

Doğu Seyahatleri

‘ADETA DENİZDEN ÇIKIYORDU’

Chateaubriand 1806 yılında İzmir’e gelmiştir. Doğu seyahatlerini ve izlenimlerini yazdığı kitabında, bulunduğu geminin güvertisinden betimlediği İzmir tablosu şöyledir: “2 Eylül 1806, gün ağarırken, daha eser esmez imbattan yararlanmak için kürek çekerek kıyıdan uzaklaştık: Her zamankinden daha erken bir saatte başlamıştı. Kısa bir süre sonra Urla adalarını geçtik. İlerleyince körfezin sonuna ya da İzmir limanına hakim kalenin hemen karşısından geçtiğimizi gördük. O sırada uzaklarda gemilerin direklerinin oluşturduğu ormanın arasından İzmir’i fark ettim, adeta denizden çıkıyordu, zira alçak ve yekpare bir arazide yer alıyordu, arazinin güney-doğusuna çorak görünümlü dağlar hakimdi…

(…) Az sonra rıhtıma yanaştık. Beni rıhtıma çıkarmak için bir sürü hamal koştu. Baktığım her yerde şapkalar görünce İzmir bana bir İtalyan kenti görüntüsünü verdi, yalnız kentin bir mahallesinde Doğulular oturuyordu. (…) Dahası İzmir büyük bir Avrupa kentinin kaynaklarına sahipti.”

(Bu alıntı değerli araştırmacı yazar Hasan Zorlusoy’un yukarıda söz ettiğimiz kitabından.) Chateaubriand’ın bu satırları yazmasına neden olan zaman diliminden tam 218 yıl sonra biz de bu değerli yazarı saygıyla İzmir’den selamlıyoruz.