Ortalık toz duman, yangın yeri! Ne yana baksak gerilim, tedirginlik, kaygı, kuşku, korku, acı, keder…
Pazarlarda, sokaklarda, alanlarda, yollarda insan çığlıkları… Korona, Covid-19 egemenliğini sürdürüyor; dönüşümü, değişimi, çılgınlığıyla…
Mutsuzluğun, acıların, kederlerin şiirini yazıyor herkes.
Geçen hafta Çiğli Belediyesi Fakir Baykurt Salonun'nda düzenlenen şiir etkinliğindeyken, şair Mine Ömer de "şiir mutsuzluktan doğar” sözünü anımsadım. “Beni şiir yazmaya iten şey yaşadığım olumsuzluklardır" diye de ekleyen sözünü. Selami Şimşek, Özge Sönmez, Atila Er de şiirin yaşamla buluşan değerlerine ne güzel dokundular o gün. Ben de dokundum şiirin iyileştirici, birleştirici, aşkınlaştırıcı, umutlandırıcı, aydınlanmacı gücüne.
Elbette şairler bu dünyanın güzelleşmesini, iyileşmesini, insanca ve değerince yaşanmasını, toplumca varsıllaşmasını, halkların hakça bir düzene kavuşmasını isterler.
Bu güzel, iyi kılma eylemi, ancak insanın hem kendi doğasını anlaması, sosyalleştirmesi hem de sosyal, kültürel, siyasi, ekonomik koşulların giderilmesi ile olanaklıdır. Bu yüzden şiirler dokunulmamış doğayı, görülmemiş yerleri, betimlenmemiş duyguları eğretilemeler, imgeler yoluyla güzelduyular yaratarak da oluşturmaya çalışırlar.
Çarpık kentleşme,yığınların göçü, eşitsizlik, üretimsizlik, işsizlik, ekonomik çalkantılar, yoksulluk, açlık, çalışma koşullarının kötülüğü, yaşamsal olumsuzluklar da şiirin kapsama alanındadır. Çağına, yaşanan sıkıntılara tanık olan şair, bunlara duyarsız kalamaz.
Şiir yaşamın kendisi olmasa da yaşamın dışında değildir. Salt somut olanla uğraşmasa da kurgusal gücü ile insanın anlağında kavramların somutlaşmasına katkıda bulunur.
Bu özellikleri ile şiir, genel olarak dünyayı, insanı, olayları, algıları, gerçeklikleri yeniden kurabilme gücünü de gösterir.
Söylemiyle, iletisiyle, ezgisiyle, akışıyla, güzelduyusuyla öne çıkan, toplumsal duyarlığı geleceğe taşıyan, insanla özdeşleşen, sorumluluk, çağdaşlık bilincini taçlandıran şiirin geleceğe kalma hakkı da vardır elbette.
Şiirin insana kattığı artı değerleri yadsımak olası değil. Öyleyse herkes için şiir gereklidir.
Peki ne yapmalı? Şiiri inadına sevmeli, şiire dokunmalı, şirden yararlanılmalı, şaire katılmalı…
Fazıl Hüsnü Dağlarca’ya “İnsanlara sabah kalkar kalkmaz, önce şiir” okutmak için yetki verilseymiş, dünya bir başka güzel, anlamlı, aydınlık olmaz mıydı?
Eğer Sait Faik’in “şiiri sevdiriniz” diye çırpındığı zamandan bu yana, sözünü dinleseydik, belki şimdilerde “kin, ihtiras, bencillik, cinayet” bu kerte alıp başını gitmezdi!
Peki kim sevmez şiiri? Egemenler, zorbalar, zalimler, diktatörler, tiranlar, kin ve fesat yuvalarında oturanlar, gözleri kan çanağına dönenler... Şiirin yanından bile geçmez onlar.
Bugün de her aklı erik kişinin, sanatçının, yazarın, şairin, dahası tüm aydın insanların altına imza atacağı şu güzelim sözleri neden söylemiş olsun Behçet Necatigil usta? “İnsanlık, ahlâk, uzlaşma kaynaşma, beraberlik erdemlerini duyurduğu ölçüde hayatı düzenleyeceğine tabii inanıyorum. İnsanlarda o erdemleri gerçekleştirme atılımlarını sağlarsa şiir sağlar.”
Ne zaman kim sevmez şiiri diye söylensem, 60’lı yılların militan şairi Özkan Mert’in dizeleri usuma gelir.
“hükümetler ve ordular şiir sevmez. / kutsal kitaplar, peygamberler / ve yasalar / şiir sevmez. / filozoflar şiirden korkarlar./ çünkü ekmeğini elinden alır şiir filozofların. /bakire rahibeler / çaktırmadan şiir severler. / Fakat şiir aldırmaz / borcu yoktur hiç kimseye / bir fırtına bırakır / tarihin önüne / çeker gider./şiir herkesi sever.”
Ahmed Arif’i saygıyla, sevgiyle anarak, sözünü kendimize uyarlayarak şöyle seslenelim mi?
“Ey şiir terketmesin sevdan bizi!”