Gönül isterdi ki bale izlemeye gideyim ve bu köşede size eserin nasıl yorumlandığını anlatayım. Fakat bildiğiniz üzere pandemiden dolayı salonlar kapalı, etkinlikler askıda. Bunun yerine, her geçen gün zamanda geriye giden ülkemde, bu geriye gidişi kanıtlayan nitelikte bale üzerine absürd bir tartışmaya denk geldim. Ki baleyle ilgilemeseniz bile eminim bu tartışmanın argümanları sizi de güldürecektir.
Gülmeye "Bale spor mu sanat mı?" sorusunu duyduğunuz an başlıyorsunuz zaten.
Gülüyoruz çünkü soru saçma. Bale nasıl spor olabilir?
Oysa Türkiye Dans Sporları Federasyonu'nun internet sitesinde şöyle bir açıklama var: "Bale branşı, Federasyonumuzun 20.03.2007 tarihli 1’inci Olağan Genel Kurulu’nda yapılan Genel Kurul’da spor dalı branşları içerisinde kabul edilerek 15.05.2007 tarih 26523 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girerek ana statümüzde spor dalı olarak tanımlanmıştır."
Bu şaka olmalı herhalde diyorsunuz? Ama doğru...
Yani Resmi Gazete'de elmaya yanlışlıkla o elma değil armut yazılsa, "Evet ya o aslında armut" diyecekler...
Neden? Çünkü armut... Pardon, federasyon para kazanacak.
Peki tüm dünya baleye sanat derken bu nasıl olacak? “Bale antrenörlüğü” programı açılarak kayıt parası verenlere 56 saatte antrenörlük belgesi verilecek. İnsanlar bale hocası olmak için 14 yıl eğitim alırken, sihirli değnek sahibi federasyon 56 saatte bu işi halledecek. Başvurmak için de 18 yaşında, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı ve en az lise mezunu, spor disiplin yönetmenliğinden ceza almamış olmak ve belli sağlık şartlarını taşımak yeterli olacak.
Ve buna ne Kültür ve Turizm Bakanlığı ne de Spor Bakanlığı ses çıkarmayacak...
İnsan, "Ah benim diplomasızlara diploma, ünsüzlere ün, itibarsızlara itibar, çapsızlara makam, yetersiz şirketlere ihale veren bir güzel ülkem" adlı şarkıyı wushu yaparken söylemek istiyor.
Wushu ne mi?
Bence ne olduğundan çok ne olmadığı önemli olmalı...
Hem yarışmacı hem hakem olarak içinde olacağınız bir spor olmamalı mesela... Babanız da Wushu Federasyonu Başkan Vekili olmamalı...
Duyuyorum bazı ülkelerde bu tarz durumlar oluyor, hiç hoş değil. Yine ülkenin birinde satranç bilmeyen, yaptırdığı binayla kamuyu zarara uğratan bir satranç federasyonu başkanından bahsediliyor. Bir başkasında, dünya şampiyonu bilardocusunun önünü kesen, sporcusunun kariyerini durdurmasına neden olan bir başka federasyon başkanından söz ediliyor.
Neyse ki bunlar bizim ülkemizde olmuyor.
Hep kötü örneklerden bahsedecek değiliz ya... Son dönemde arka arkaya alınan bu başarıların da tesadüf eseri olmadığını hatırlatmak lazım. Dünya Cimnastik Şampiyonası’ndan sonra Ritmik Cimnastik Avrupa Şampiyonası’nda alınan madalya herkesin gözünü Türkiye’ye çevirmesine neden oldu. Bunun arkasında sporcuların özverili çalışmasının yanında antrenörlerinin ve Türkiye Cimnastik Federasyonu'nun yaptığı çalışmaların büyük katkısı var. Son sekiz yılda bin lisanslı sporcudan, 100 bin lisanslı sporcuya ulaşan bir federasyondan bahsediyoruz.
Ayrıca Türkiye Yelken Federasyonu'nun çalışmalarını da beğenerek izliyorum.
Lafın özü federasyon başkanı olmak kolaydır, kalplere girmek zordur.