Pak Bahadır, beton zemin ve hendekle çevrili iki yüz metrekare bir kafeste 53 yıl yalnız yaşadı. Pak Bahadır, 21 Temmuz 2007'de hayatını kaybedene kadar fuarın orta yerinde büyük bir yalnızlığı yaşarken binlerce çocuk için neşe ve eğlence kaynağıydı. Yıllar boyunca sahip olduğu tek şey ise taş, kireç, kumdan yapılmış bir duvardı
Sağır bir yalnızlık, sağır. Yankılanır sesi eskil ormanının dehlizlerinden hıncahınç panayıra. Esaretti sergilendi, kibrit kutusu gibi köhne bir sahnede. Beton zemin, dikenli tel ve dört yanı keskin hendek. Bir fil yaşadı bu sahnede elli küsur sene. Eküri, taş kireç ve kumdan bir duvar. Bir fil vardı, adı Pak Bahadır, bir de duvar.
Aylardan Temmuz’du, 2007 yılının sıcak bir Temmuz gecesiydi, biteviye esaret sona erdi. Pak Bahadır, göçtü bu dünyadan. İzmir’in ağır abisi, yaşadığı şiddetli eklem ağrıları için yapılan operasyon sırasında son nefesini verdi. Pak Bahadır, Doğal Yaşam Parkı’ndaki toprak zeminli geniş düzlükte gönlünce dolaşabileceği o yeni yuvasını göremeden öldü. Sivil toplum örgütlerince başlatılan özgürlük kampanyası ve bu etkinliğe toplumun değişik kesimlerinin geniş katılımı, yaşlı ve yorgun filin fiziki şartları hakkında bir farkındalık yaratmıştı. Onu daha iyi şartlarda görememek hepimizin içinde bir ukde olarak kaldı. İzmir’in sembolüydü. Bir kentle bir filin böylesine bütünleşip birlikte anılması eşine az rastlanır bir durumdu.
Bir Asya fili olan Bahadır 1954 yılında İzmir’e geldiğinde henüz 6 yaşındaydı. Bahadır’ın sicil kütüğünde siyah renkte, munis, itaatli ve zeki olduğu yazılıydı. Beton zemin ve hendekle çevrili iki yüz metrekare bir kafeste 53 yıl yalnız yaşadı. 1998 yılında Bahadır’a arkadaş olması için getirilen Begümcan neredeyse bebekti. Begümcan’ın anne olabilmesi için 14, 15 yaşına gelmesi bekleniyordu. Bahadır’ın ömrü buna da yetmedi.
Pak Bahadır, Doğal Yaşam Parkı’na gömüldü. Mezarın biraz ilerisinde başlayan 15 dönümlük alanda Begümcan, Winner ve üç yavrusu ile mutlu bir yaşam sürüyor.
FİL YALNIZLIĞI
Birçok İzmirli’nin Pak Bahadır’la anısı vardır. Benim de bu unutulmaz hemşerimizle karşılaşmam çocuk yaşlarda oldu. Pak Bahadır’ın bir ömür süren yalnızlığını anlattığım “Fil ve Duvar” isimli fotoğraf karesi ise çok özel bir anı olarak yaşamımda yerini aldı. İşte o fotoğraf karesinin öyküsü:
2004 yılıydı. Yeni bir fotoğraf makinem vardı. Dijital fotoğraf makineleri henüz emekleme aşamasında o zaman. Benimkisi analog bir makineydi. Fotoğraf çekmeye çok meraklıydım. Hemen her gün Kıbrıs Şehitleri Caddesi’ndeki Mehmetler Foto’ya gidip kendime bir tane 36’lık dia satın alıyordum. Elimden düşürmediğim makinem ile her şeyi fotoğraflamak istiyordum. Bir fotoğraf meraklısı için hayvanat bahçesi çölde vaha gibidir. Bir öğle arası iş yerimden çıktım ve yürüme mesafesindeki hayvanat bahçesine gittim. O saatlerde hayvan dostlarımız genelde barınaklarına çekilmiş dinleniyor olurdu. Aslan, puma, kuşlar, su aygırı hepsi de çok güzeldi ama aklımda Pak Bahadır’ı görüntülemek vardı. Bu koca fil, dev cüssesi ve kendinden emin, vakur haliyle tam bir fotomodeldi. Şansım yaver gitti, öğle sıcağına rağmen Bahadır’ı beton zeminli avlusunda dolaşırken buldum. Fotoğraf makinemi çıkardım ve Bahadır’ı vizörden izlemeye koyuldum. Yazları açık alanda fotoğraf çekmek zordur. Öğle güneşiyle ortama keskin bir kontrast hakim olur; beton ve diğer yüzeyler de ayna gibi bir yansıtıcıya dönüşür. Üstelik sıcak hava fotoğrafçıyı da etkiler. Bir yandan sıcak diğer yandan yoğun odaklanma sonucu alnımdan akan ter gözümü kavururcasına yakıyordu. Kolumla gözümdeki terimi silip Bahadır’ı izlemeye devam ettim. Uzun hortum, kısa bir kuyruk, büyük kulak, küçük bir göz… Bu zıtlıklar gülümsetiyor beni; bir fil sahip olduğu çılgın çizgileriyle doğaya sunulmuş paha biçilmez bir armağan… Ama Bahadır üzgün görünüyor. Onun bu ruh halinde, heyecandan uzak, donuk tavırlarında esaretinin de payı var. Yalnız hissetmek sadece insani bir durum mudur? O, yalnızdı ve kemikleşmiş bu yalnızlık ortadan kalkacak gibi görünmüyordu. Avuç içi kadar bu yerde tutsaktı ve çile çektiği her halinden belliydi. Temas etmek, dokunmak filler için önemli biliyorum. Bahadır’ın ise dokunabileceği tek şey taştan bir duvardı. O, beton avluda kayıtsızca, beklentisiz bir iki adım attıktan sonra dokunabileceği, başını dayayabileceği tek şey olan duvara yöneldi. Duvarların bu yaşamda kapladığı alan tahmin ettiğimizden büyüktür. Duvar korur, engeller, hapseder, sınır koyar, mahremiyeti sağlar. “Sürekli duvarla bakışmak”, “Duvarla konuşmak” “Sırtını sadece duvara verebilmek”, “Duvarların dili olsa da anlatsa” dileğinde bulunmak… İnsan duvardan medet umuyorsa zordadır. Bahadır’ın duvarla ilişkisi de zorluklardan doğdu. Tepesiyle usulca duvara dokundu ailesinden birine dokunur gibi…Başını iki yana sallayarak sürtündü sonra. Şefkati umutsuzca ararcasına alnını duvara yasladı. Duvarla Bahadır’ın kafası iç içe geçmişti. Artık ikisini ayır etmek zordu. Bu sıra dışı imge karşısında heyecan duydum. O anda birkaç defa deklanşöre bastım. Dikey kadraj yapıp vizörün her yerini bu eşsiz imge ile doldurmuştum. Fotoğraf makinesi ile işim bitmişti. Onu çantasına yerleştirdim. Bir süre daha Bahadır’ı izledim. Sonucu görmek için filmin yıkanmasını beklemek zorundaydım. Oradan ayrılırken hikayesi olan bir fotoğraf çektiğimi anlamıştım.
FİL BİLDİRGESİ
Bu fotoğrafın çekiminden 3 yıl sonraydı, 2007 yılının bir 21 Temmuz günü Bahadır’ı kaybettik. Aslında o günler dünyada da fil tutsaklığı ve tutsak fillerin refahını iyileştirme anlamında adımların atıldığı bir dönem oldu. Dünyanın önemli hayvanat bahçelerinden bazılarında; Philadelphia, Detroit, Chicago, San Francisco, Toronto ve New York’ta filleri sergilemekten vaz geçtiler. Yine 2007 yılında onlarca yıllık gözlem ve deneyimle tutsak fillerin çektikleri acıları en yakından tanık olan araştırmacı ve hayvan hakları savunucuları bir fil bildirgesi hazırladı. Fil Bildirgesi’nin ön sözü genel olarak şu ifadelerden oluşuyordu:
“Binlerce yıldır insanlar filleri övdü, cezalandırdı, yüceltti, alçalttı, saygı duydu. Şimdi dünyanın yaşayan en büyük kara memelisi ve onunla birlikte bir dizi ekosistem tehdit altında. Fillerin yaşamları ve yaşam alanları yok oluyor. Ayrıca, tek tek fillerin tutsak edilerek sirklerde, turizmde, ya da iş gücü olarak sistemli olarak kullanılması önüne geçilebilir bir acı kaynağıdır. Fillerin korunması, doğal dünyanın sağlığı ve gelecek nesillerin mirası için hayati önem taşımaktadır; Onlara kötü davranmak türümüze yakışmaz….”
Buradaki temel savunu, fillerin son derece zeki, duyarlı, içli ve sosyal bir canlı oldukları gerçeğiyle esaret altındaki yalnız bir filin yapacak hiçbir şeyi, gidecek hiçbir yeri, görüp, dokunup, koklayıp, duyup ve hissedip anlaşabileceği hiç kimsesi olmadığı gerçeğidir.
Bugün de tutsak fillerin şartlarının iyileştirilmesi ilgili mücadele sürüyor. Amerika Birleşik Devletleri'nin New York eyaletinin kuzeydoğusunda yer alan bir bölge olan Bronx’daki hayvanat bahçesinde bulunan 51 yaşındaki Happy isimli yalnız erkek bir fil kısa süre önce görülen bir davanın merkezinde yer aldı. Nonhuman Rights Project isimli bir hayvan hakları örgütünün Happy için verdiği habeas corpus dilekçesi New York Temyiz Mahkemesi tarafından ikiye karşı 5 red oyuyla kabul edilmedi. Mahkeme, davanın reddine ilişkin gerekçesinde habeas corpus kurumunun insanlar için işletebileceği görüşüne yer verdi. Baş yargıç Janet DiFiore, "Fillerin etkileyici yeteneklerine kimse itiraz etmese de, dilekçe sahibinin Happy'nin adına habeas corpus çaresini arama hakkına sahip olduğu yönündeki iddialarını reddediyoruz. Habeas corpus, hayvanların değil, yasa dışı olarak kısıtlanan insanların özgürlük haklarını güvence altına almayı amaçlayan bir usul aracıdır.” dedi. Nonhuman Right Project, Happy isimli fili Bronx Hayvanat Bahçesi’nin elinden alıp Tennesse eyaletindeki sadece fillerin yaşadığı, sınırları içinde orman ve gölün bulunduğu fil yurduna nakletmek istiyordu. Happy davası mutlu sonla bitmedi ama sürecin fillerin refahına yönelik olumlu bir algı yarattığını söyleyebiliriz. Burada önemli olan ABD’de bir yüksek mahkemenin bir filin daha iyi şartlarda yaşayabilmesiyle ilgili bir başvuruyu incelemek için kabul etmesiydi. Rüzgar böyle esmeye devam ederse tutsak fillerin yarınları daha iyi olabilir.
Bu anlamda Pak Bahadır ve yaşıtları olan tutsak filler için yitik bir kuşağa mensuplardı diyebiliriz. Onlar, sergilendikleri hayvanat bahçesinde, gösteri yaptıkları sirkte ya da yük taşıdıkları işletmelerde karın tokluğuna himaye edilirken, sahip oldukları doğalarından vazgeçmek durumunda kaldılar. Pak Bahadır, fuarın orta yerinde büyük bir yalnızlığı yaşarken binlerce çocuk için neşe, eğlence kaynağıydı. Yıllar boyunca sahip olduğu tek şey ise taş, kireç, kumdan yapılmış bir duvardı.