Başarı, azim, neşe, tembellik, keder... Bir başımıza yaşadığımız gibi çevremize de bulaştırırız türlü türlü var oluşları. Güvendiğimiz, beğendiğimiz, takdir ettiğimiz insanların vaz geçişleri etkiler en çok bizi. Onların yaşamında kırılmalar bizde derin çatlaklara yol açar. Yaptığımız işi, yaşamı, nedenleri sorgulamaya başlarız. Yalpalamalar, yoldan çıkmalar olur. Olacak; insanız sonuçta. Ama dümene daha sıkı sarılmayı da bilmeliyiz. Biz nasıl birilerini model alıyorsak birileri de aynısını bizim için yapıyordur. Onlar için ve onlarla birlikte yolumuza devam etmeyi bilmeliyiz.

Philip Seymour Hoffman’ın unutur muyuz? Capote filmi ile En iyi Erkek Oyuncu Akademi Ödülü’nü kazanmıştı. Ben onu daha çok 2002 yılı yapımı Love Liza filmindeki Wilson Joel rolündeki sıra dışı oyunculuğuyla hatırlarım. İyi eğitimli kariyerli bir web tasarımcısı Wilson Joel... İntihar eden karısı Liza geride bir mektup bırakır. Sarsıcı, derin bir acının pençesine düşen Wilson Joel o mektubu bir türlü açmaya cesaret edemez. İzlemek isteyenler için bu kadarını anlatmakla yetineyim. Çok sevdiği bir insanı kaybetmenin acısını benzersiz bir şekilde izleyiciye geçiren bir oyunculuk sergilemişti Philip Seymour Hoffman… Bu eşsiz oyuncu 2 Şubat 2014 günü New York’ta yaşadığı dairenin banyosunda ölü bulundu. Uyuşturucu ve alkol bağımlısıydı Philip Seymour Hoffman. Yüksek dozda uyuşturucu onun ölümüne neden olmuştu. Usta oyuncu yıllar önce çevresine “Uyuşturucu benim sonum olacak, biliyorum” demişti.

BENZERSİZ YETENEK

Aynı yılın Ağustos ayında bu kez başka bir usta oyuncuyu kaybetmenin üzüntüsünü yaşadık. Robin Williams intihar etmişti. Komedi filmlerinin eşsiz oyuncusu Robin Williams’ın içinde yaşadıkları onu bir öz kıyıma sürükledi. İntihar haberi bütün dünyayı derinden sarstı. Kimse, o gülen güldüren yüze böyle bir ölümü yakıştıramamıştı. En olmadık durumları mizahi bir atmosfere çevirmekte benzersizdi. Bitmek tükenmek bilmeyen enerjisiyle aralıksız espri yapmaya, güldürmeye şartlanmıştı. Bir an için esprinin, gülmenin o koruyucu maskesini indirse yaşadığı hüznün ortaya çıkmasından korkuyordu sanki. Filmlerini bir hatırlayalım: Garp’ın Küçük Dünyası, Patch Adams, Ölü Ozanlar Derneği, Günaydın Vietnam, Jumanji, Can Dostum, Aşkın Gücü, Balıkçı Kral… Ben Robin Williams’ı, Garp’ın Küçük Dünyası isimli kara mizahın en güzel örneklerinden biri olan filmde tanıdım, sevdim. Balıkçı Kral filmi ile onun sıkı bir takipçisiydim artık. O, Günaydın Vietnam ve Ölü Ozanlar Derneği filmlerindeki oyunuyla da çok saygı duyduğum bir oyuncu konumuna gelmişti. Robin Williams 2014’ün Ağustosu’nda kendini asarak intihar etti.

Bugün hala 2014 yılındaki bu ölümleri düşündüğümde Robin Williams’ın intiharında, Philip Seymour Hoffman’ın ölümünün cesaretlendirici bir yanı olduğunu düşünürüm. Bu önermenin doğruluk değerini kanıtlamak güç biliyorum. Ancak aynı kulvardaki başarılı, birbirine saygı duyan insanların bireysel eylemlerinin diğerinin duygu ve düşünce dünyasında bir bağlayıcılığı olduğuna inanıyorum.

Hangi alanda olursa olsun başarılı insanların bize yansıyan parıltılı yaşamlarının ardında çektikleri sıkıntı ve acıları göremiyoruz. Onların karar alma süreçlerinde yaşadıkları baskıları tahmin edemiyoruz. Yakın zamanda İzmirli iki kulüp başkanının yaptığı açıklamalar da aslında karar alma süreçlerindeki bir çeşit domino etkisinin varlığını ortaya koydu. Göztepe Kulübü Başkanı Mehmet Sepil 15 Mayıs günü çıktı ve “Artık futbolda yokum” dedi. Spor kamuoyu bu açıklamanın etkisinden kurtulamamışken iki gün sonra Altınordu Kulübü Başkanı Seyit Mehmet Özkan da, kulübün internet sayfasında kaleme altığı yazısını Forrest Gump filminden yaptığı alıntıyla “Çok yoruldum, eve döneceğim” diyerek noktaladı. İki gün arayla yapılan bu açıklama aslında birbirine güvenen birbirine saygı duyan iki insanın birbirlerinin kararlarından nasıl etkilenebileceğini bir kez daha gösterdi. Konuyu biraz daha açmanın yeridir.

İKİ MEHMET, İKİ BAŞKAN, İKİ ODTÜ’LÜ…

Bir kez ODTÜ’lü olmuşsan öyle kalırsın. O üniversitenin mezunları ortak bir kimlik üzerinden güçlü bir aidiyet duygusu yaşarlar. Tanışmaları, kaynaşmaları kısa sürer. ODTÜ İnşaat Mühendisliği Bölümü mezunu ve aynı bölümde yüksek lisans yapan Mehmet Sepil ile ODTÜ İşletme Bölümü Mezunu Seyit Mehmet Özkan futbol dünyası içinde tanışıp dostluk geliştiren iki başarılı iş insanı. İki başkanın da yaşam algıları içinde çalışmak var, başarmak var, erdem var. İkisi de günübirlik, dayanaksız başarıların peşinde değiller; öyle olmadılar.

Kulübü bırakacak” iddialarının uzun süre yazılıp konuşulduğu bir ortamda Mehmet Sepil sessizliğini bozdu ve kısaca “Futboldan uzaklaşmak istiyorum” dedi. Rasyonel bir insan olarak ve bir mühendis kafasıyla Türkiye’deki futbol yapısına ayak uyduramamıştı. Üstelik futbol gelirleri başkanlık yaptığı kulübün giderlerini karşılamaktan çok mu çok uzaktı. Sürekli kaynak ve bütçe yaratmasına rağmen, taraftarların genelindeki memnuniyetsizlik onu yıldırmıştı.

Seyit Mehmet Özkan da, kimsenin cesaret edemediği bir alanda “Donkişot” misali alt yapıya yatırım yapmış, kurduğu bu organizasyonu bin bir zorluklarla yaşatmaya çalışıyor... Mehmet Özkan, Mehmet Sepil’in açıklamalarından iki gün sonra kaleme aldığı yazısında kendi yolculuğunu oyuncu Tom Hanks’in canlandırdığı Forrest Gump karakterine benzeterek, “Forrest Gump… Baş aktörü Tom Hanks’i tek tutarım. Tom Hanks’in birçok popüler filmi vardır ama Forrest Gump bence en baştadır.

Hiç unutamadığım bir sahnesi vardır: Gump üç yıldır neden olduğunu bilmeden koşmaktadır, kilometrelerce yol kat etmiştir. Amerika’nın tam ortasında, saç sakal birbirine karışmış halde ve arkasında destekçileri ile birlikte Oklahoma bozkırını geçerken, bir anda durur, döner ve şöyle der;

- Çok yoruldum, eve döneceğim.”

Seyit Mehmet Özkan çok yorgun, biliyoruz. Onu, Özkaynak Projesi kadar bu ülkedeki futbol yapısının aklı, adaleti, cesareti, rekabeti, yetiştiriciliği temsil etmekten uzak oluşu da yoruyor, biliyoruz. Bu özel ve başarılı iki insan öne sürdüğü sorunlar konusunda yerden göğe kadar haklılar. Ancak dayanma güçlerinin tükendiği noktaya kadar sorunları kendi başına sırtlamaları yazdıkları bu fedakarlık öyküsünün mutlu sonla bitmesine de yeterli oldu mu? İş yaşamlarında başarılı olan iyi bir kariyere sahip olan bu insanların futbol söz konusu olduğunda sorun yaşamaları başlı başına düşünmemiz gereken bir konudur.

Ancak iki başkan özelinde şu eleştiriyi yapmamak olmaz: “Bıçak kemiğe dayandığı anda” çıkıp açıklama yapmak sizin süreç içinde yaşadığınız sıkıntıların anlaşılması konusunda yeterli olmayacaktır. İş işten geçmiştir çünkü. Attığınız her adımda ince bir kamu diplomasisi yürüterek lideri olduğunuz camiaların da desteğinizi almalıydınız. Çok farklı iletişim modelleriyle teknik ekip, oyuncu gurubu, taraftar, diğer kurumsal paydaşlar hatta rakipler nezdinde kendinizi iyi ifade edebilirdiniz. Eğer futbolda kalmaya devam ederseniz geç kalmış sayılmazsınız. İki artı ikinin başka başka sonuçlara geldiği futbol ikliminde iletişimin dengeleyici gücü göz ardı edilemez.