Ferdi Tayfur, Ayla Erduran, Selim İleri… Engellenemeyen, söz dinlemeyen, yaşamın belki en somut gerçeği olan ölüm, peş peşe gidenler kervanına yenilerini ekliyor.

Kimi ağzında gümüş kaşıkla doğup yaşadığı için, kimi tırnaklarıyla kazıya kazıya, kimi yeteneğiyle düşüncesiyle emeğiyle hayatın gürül gürül ırmağına karışarak, kimi popülist rüzgâr eşliğinde, kimi yıllar geçtikçe parlayacak elmas niteliğiyle geçip gidiyorlar hayat denen podyumda, kendilerince taşıdıkları ömür yükleriyle. Onların bir bölümünden, hak ederek ya da etmeyerek elde ettikleri “ün” ya da “tanınırlık” sayesinde haberdar oluyoruz. Mesela biz Bademler’de haftada en bir iki kez köy mezarlığımızdan, sizin tanımadığınız ama bizim yüreğimizi dağlayan nice insanımızı uğurladık.

        İşte o insanlarımız gibi, yalnızca kentinde, semtinde, mahallesinde, sokağında, işliğinde, apartmanında, evinde tanınan, değerini dokuduğu ömrü ve dokunduğu hayatlarla oluşturanlar vardır. Onları kimse bilmez, sen bilirsin ki, onlar sayesindedir bugün hayata bakışın, alışkanlıkların, bilgin, görgün, saygın, duruşun ve davranışın. “Sayesindedir” yalnızca her yaptıklarını, söylediklerini, düşündüklerini kabul etmenden dolayı değildir. Kimi hayatlara itiraz etmeyi başarabildiğin için sürdürmektesindir ömrünü. Kimi, mesela anneni babanı çok haksız yere çekip alır elinde ölüm. İşte hayatın, biraz da bu haksızlığı gidermek, o boşluğu doldurmak, el yordamıyla yürümek ve nihayet “sen” olmayı başarabilmek mücadelesine dönüşür.

        Öyle ya da böyle, kendilerince yürüyüp geçiyorlar hayat denen podyumda, kendilerince taşıdıkları ömür yükleriyle. İçlerinden kimilerini “ölümsüz”, ne yapılırsa yapılsın “unutulmaz” kılan nedir? Çok yalın ve kolaydır bu sorunun yanıtı: geldikleri yeryüzünü, biraz daha yaşanır, sevinç duyulur, tahammül edilir, saygınlık ve onur sofrasına dönüşür olması için, kendince gösterdikleri çaba… Bu çabayla armağan ettikleri işler, sonuçlar, ürünler ve hepsi sayesinde yontup bize armağan ettikleri “hatır ve hatıra” anıtları… Bugün özgürlük, barış, bilim, sanat, kültür, teknoloji, spor, doğa, kısaca hayatın her alanında keyfini duyduğumuz ve dahasını istediğimiz her şey “gidenler” kervanın şahane insanları sayesindedir. İşte biz onların hatır ve hatıralarına minnet duyarken, bırak bunlara yenilerini eklemeyi, hayatı bu değerleri yok etmekle geçenleri esefle, utançla, dehşetle, öfkeyle anmamızın nedeni bundandır. O güzel insanların izinden yürüyenleri bağrımıza basmamız, savunmamız, daha da çoğalmaları için ülkemiz ve yeryüzü adına düşler kurmamız, önlerine dikilmeye çalışılan her türden duvara direnmemiz işte bundandır.

        Bunu kabul ettiğin anda “ölüm”, artık bir son olmaktan çıkar, bir nöbete dönüşür.

        Gidenleri ve içlerinden “hatır ve hatıraları”yla, insanlığa ekledikleriyle hak edenleri saygı, sevgi ve minnetle anarken, yazının noktasını iki büyük şaire bırakıyorum:

        “Ölmek değildir ömrümüzün en feci işi, müşkül budur ki ölmeden evvel kişi.” Yahya Kemal Beyatlı.

        “Ölümün adil olması için, hayatın adil olması lazım.” Nazım Hikmet.