Bu kavramlar ve bu kavramların tarihsellikleri ve izlediği süreçleri anlayabilmek için konuyu dönemler halinde ele almakta yarar var. Bir defa bu kavramları kullananların bu kavramların ne zaman, neden ve ne amaçla kullanıldığına dair bir süreç bilgisi olmadığını gözlemliyorum.

Bu kavramları üç dönem içinde ele almak gerekiyor. Her üç dönem birbirinden çok farklı tarihlere, tarihsel koşullara ve toplumsal konum/işlevlere/rollere tekabül etmektedir. Birini anlamadan diğerinin üzerinde durmanın hiçbir yararı olmaz. Zaten ilk ikisini anladığımızda üçüncü dönemi kavramakta ve bir yerlere oturtmak daha kolay olacaktır.

Aydınoğulları’nın İzmir’e gelişi

Aydınoğlu Mehmet Bey’in Birgi merkezli beyliğini kurduktan kısa bir süre sonra 1317’de Yukarı İzmir’i/Kadifekale’yi ele geçirdiğini ve Türkler/Müslümanlar’ı buraya iskân ettiğini biliyoruz. 1328/29 yıllarındaysa babası tarafından Yukarı İzmir’i yönetmek üzere görevlendirilen Umur Bey, Aşağı İzmir’i kale komutanı Martini Zacharia’dan teslim alarak İzmir’in tamamına hâkim olur. Kent 15 yıl kadar Aydınoğulları’nın elinde bir bütün olarak kalır. 1344/45 yıllarında kente saldıran Haçlı Donanması Aşağı İzmir/Liman’ı alır. Gâvur ve Müslüman İzmir olarak anılan ikili yapı 1317-1328/29 yılları arasındaki süreçte ilk defa ortaya çıkmış bir tanımlamadır. Bu sadece şehrin diğer kesimini tanımlayan bir ifade biçimidir. Muhakkak ki, aşağıdakiler için de yukarıda sur içinde yerleşmiş olanların bulunduğu yer -bu konuda elimizde somut bir bilgi yoktur- Müslüman İzmir’di. Müslüman için kendi dininden olmayanın tanımıdır Gâvur.

Muhtemeldir ki 1345 sonrası tekrar iki kesime ayrılan kentte Gâvur ve Müslüman ikili yapısı ve kavramları devam etmiştir. 1390’da Yıldırım Bayezıd kentin yukarı kısmını Osmanlı topraklarına katmış, Aşağı İzmir’e stratejik ve askeri nedenlerle dokunmamıştır. Aralık 1402’de Aşağı İzmir’i ve Liman Kalesi’ni kuşatan Timur, 15 gün sonunda kentin tamamına hâkim olmuş ve kenti Aydınoğulları’na bırakmıştır.

Bu tarihten 15. Yüzyıl ilk çeyreğinde kentin tamamının Osmanlı egemenliğine girdiği tarihe kadar İzmir ve çevresinde bir alt üst oluş süreci yaşanmış ve bu süre muhtemelen Türklerin yukarıdan aşağıya indiği ve yerleştiği bir süre olmuştur. Elimizdeki 16. Yüzyıl ilk çeyreği Osmanlı kayıtlarına göre Kadifekale’de iskân olmadığı; Aşağı İzmir’de ise biri Hıristiyan beşi Müslüman olmak üzere 6 mahalle olduğu anlaşılmaktadır. Yani kentte bir bütünleşme süreci olarak görmek yanlış olmaz bu dönemi. Kentin gâvur sıfatıyla anılmasından mahallenin gâvur olarak anıldığı sürece evrimle…

YENİDEN GÂVUR İZMİR

Buraya kadar olan kısım; Gâvur ve Müslüman İzmir kavramlarının ortaya çıkış sürecine ilişkindi. Şimdi kavramların tekrar yoğun olarak kullanıma girdiği 19. Yüzyıl üzerinde duralım.

Bilindiği gibi 16. Yüzyıl sonları ve 17. Yüzyıl başlarında İzmir’in birçok etkene bağlı olarak yıldızı parlamaya başlamış ve kısa süre içinde önemli bir liman kenti haline gelmiştir. 19. Yüzyıl bu sürecin zirve yaptığı yıllar olmuş, kent özellikle yüzyılın ikinci yarısında muazzam altyapı yatırımları kazanmıştır. 1830’lu yıllardan itibaren gerek Yunan Ayaklanması’na destek vermek için gelmiş olan Batı Avrupalı filhelenler gerekse Fransız Hükümeti’nin yurtdışına çıkış harçlarını kaldırmasına bağlı olarak gelen Fransızlar kentte yeni bir toplumsal yapı oluşmasına da katkıda bulundular. Bu yeni yapı zaten var olan çok milletli yapının yanı sıra gelişmekte olan çok etnikli bir toplumu da ortaya çıkardı. Özellikle Punta, Darağacı ve Halkapınar bölgelerinde kurulan tarıma dayalı sanayi işletmelerinde çalışmak için çok sayıda İtalyan ve Adalı Rum’un gelişiyle hem nüfus arttı hem de toplumsal yapı çeşitlilik kazandı. Yüzyıl başında 100 bin olan nüfus yüzyıl sonuna doğru 200 bini geçti.

1870’li yılların başında İzmir’in kentsel yaşamına katılan Rıhtım, sosyal ve kültürel yaşamının da belirlendiği mekân olmuş; açılan kulüpler, lokaller, restoranlar, birahaneler, oteller kentin kültürel ve gece yaşamına damgasını vurmaya başlamıştır.

14 Temmuz’un Fransa’da resmi bayram olarak kabul edilmesi kutlamaları, Frenk Mahallesi’ni ve Rıhtım’ı kırmızı, mavi ve beyaz bayraklar donatmış. Gece İzmir semaları havai fişekten görülmez olmuş ve “Alhambra” Kulübü’nde mavi, beyaz ve kırmızı elbiseyle çıkmış ve elinde yurtseverlerin bayrağı olduğu halde şarkılar söyleyen kadın şarkıcıyı büyük kitleler izlemeye gelmiştir.

Kentte yaşayan hatırı sayılır bir nüfusa sahip İtalyan ve Levanten kesim, Piemont’un Avusturya üzerinde elde ettiği başarıları opera gecelerinde veya sokaklar boyunca dolaşan müzik ve fener alaylarıyla kutluyordu.

İşte kentin Müslümanlarının İzmir’in bu defa Frenk Mahallesi olarak anılan bu bölgesine “Gâvur İzmir” demeye başlamışlardır. Sahibi oldukları kentin sahibi olamamalarının da hıncı ve kızgınlığıyla belki de kim bilir. Ama ahval ve şerait böyleydi bu tanım kentte ikinci defa kullanılmaya başladığında.

ÜÇÜNCÜ OLARAK GÂVUR İZMİR

Özellikle 2000’li yıllardan sonra kimi zaman sesli kimi zaman sessiz olarak ama her halükârda daha sık tedavüle giren bu gâvur kavramı, kendisini siyasi bir ifade etme biçiminin tezahürü olarak göstermiştir. Bu tanımı kullanmak, kullanım şekline göre aidiyet ifadesi olmuştur. Ancak bir kenti -hele hele İzmir bir kenti-bu kadar sığ bir tanım içinde bir inanç kavramıyla anmak kentin o zengin birikimine yapılmış haksızlık olsa gerek. Çağımızda modern bir kentin tanımı; yerele/kente dair ortaya konan bilgi üretim süreçleri ve yaşattığı gelenekleri ve de bu yerelden evrensele koydukları katkı ölçeğinde ortaya konmalı/yapılmalıdır. Zaten böyle bir süreç kendi tanımını kendisi tavına getirecektir.